La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Yılmaz Güney Kitabı


Auteur :
Éditeur : Güney Filmcilik Date & Lieu : 2000, İstanbul
Préface : Pages : 615
Traduction : ISBN : 975-7956-31-7
Langue : TurcFormat : 135x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. 4525Thème : Mémoire

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Yılmaz Güney Kitabı

Yılmaz Güney Kitabı

Evet, işte bu kitabın dördüncü basımını yapmak tam 12 yıl sonra kısmet oldu!... Arada toplumca uzun bir değişim ve dönüşüm dönemi yaşadık. 12 Eylül politikalarının üzerimize serptiği ölü toprağı, daha kibar ve bilimsel dille de-politizasyon olayı, toplumu vaktiyle son derece duyarlı olduğu konularda duyarsız hale getirdi. Değerler birikimi ve silsilesi altüst oldu, fikirler ve inançlar çöktü, amaçlar yön değiştirdi. Her türden ideoloji, ideal ve toplumsal amaç ayıp sayılmaya başlandı, bireysellik bireyciliğe dönüşerek yeni kuşaklara egemen olmaya koyuldu. Köşe dönücülük, kolay yoldan kazanç, monetarizm, borsa, derin devletin gölgesinde çete kurma, devleti soyup söğüşleme, yeni dünya düzeni, globalleşme, küreselleşme... Kuşkusuz ki tüm bu olayları, kavramları ve sözcükleri aynı kefeye koyarak hepsine yuh çekiyor değilim. Ama yeni dönem ve yeni düzen denince akla ardarda bunlar geliyor, ne yapalım!...

Atilla Dorsay
Nisan 2000


ÖNSÖZ

Önceki yıl mı ne, Mimar Sinan Üniversitesi'ne bağlı Sinema/TV Enstitüsü'nde sinema tarihi dersi verirken, genç öğrencilerimden biri, bir ara şöyle dedi: "Hocam, acaba bize bir Yılmaz Güney filmi gösterme imkânınız var mi? Biz hiç Yılmaz Güney filmi görmedik. Belki birinin kaseti filan vardır".

Bu sözler karşısında, anlatılması zor bir duyguya, bir tür dehşete kapıldığımı anımsıyorum. Yılmaz Güney'in hiçbir filmini görmemiş olmak! Yılmaz'i hiç perdede seyretmemiş olmak!... Elbette... Yıllar geçiyor ve yepyeni kuşaklar yetişiyordu. Biz farkına bile varmadan, filmleri görülemez olsa da, herkesin onu bildiğini, gördüğünü, tanıdığını varsayarken, Yılmaz'ı hiç seyretmemiş, sadece adını duymuş gençler geliyordu. Kulaktan kulağa adı fısıldanan, bir efsane gibi söylenen, ama eserine ulaşılamayan bir sanatçı... Çağımızın ötesinde kaldığı sanılan bu tür bir olay, çağdaş olmak mantığıyla hiçbir biçimde bağdaştırılamayacak olan bu tür bir uygulama, Nâzım'dan sonra bu kez de Yılmaz Güney dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin genç tarihine ne yazık ki yazılıveriyordu. Kimdi, kimlerdi bunun suçlusu?

Suçlu aramaya gerek yok. Bu kitabın ve bu önsözün işi de bu değil. Yalnızca şunu söylemek istiyorum: yıllardır düşlediğim bir Yılmaz Güney kitabının artık "âcil" bir iş olduğuna, o öğrencimin sorusuyla karar verdim. Toplumsal olgular, bireysel olgulara benzemez. Toplumsal suçlarda, bireysel suçların tersine, suçluyu bulmak zordur. Bu tür suçlara, herkes bir parça kıyısından-köşesinden bulaşabilir, yardımcı olabilir, destek olabilir, onaylayan durumuna düşebilir veya yeterince karşı çıkmayabilir. Bizler, bizim kuşağımızın sinemaya gönül vermiş kişileri için de bir suç söz konusudur belki... Yılmaz'ın unutulmasına, unutturulmasına karşı yeterince karşı çıkmamış, yeterince direnmemiş olma suçu... Oyun gözlerimizin önünde oynanmış, dram gözlerimizin önünde yaşanmıştır. Hepimize bu oyunu artık bozmak için elinden geleni yapmak görevi düşmektedir. Belki de geç kalınmış değildir, Yılmaz'ı o denli sevdiği Türk halkına, Türk genç kuşaklarına yeniden tanıtmak için... Bunun için yapilabilecek çok şey var. Bunlardan biri Yılmaz Güney'in filmlerinin nerede olduğunu araştırmak ve bu filmlerin yeniden görülebilir hale gelmesini sağlamaktır. Bir diğeri, varolmayan yasaları, yazılı olmayan uygulamaları yumuşatarak, Yılmaz'ın filmlerinin gereğinde dışarıdan getirtilip (çünkü bizde olmayan Yılmaz Güney filmlerine yabancılar sahip bulunuyorlar), yine seyirciye sunulmasının olanaklarını araştırmaktır. Bir diğer ve kuşkusuz hiç azımsanmayacak görev de, Yılmaz'in yakınlarında bulunmuş ve sinemaya bulaşmış herkesin anılarını, bilgilerini kağıda dökmesi, belgelerini ortaya koymasıdır. Bu kitap da elbette böyle bir düşünceden yola çıktı.

Yılmaz Güney üzerine bir kitap ne olmalı, nasıl olmalıdır? Yılmaz Güney ve sineması üzerine kuşkusuz bir çok araştırma yapılması, sayısız kitabın yayınlanması gerekir. Ben, kendi adıma, çok değişik biçimlerde kitaplar hayal ettim. Yılmaz'ın yaşamını çeşitli belgelerle, tanıklıklarla, gazete kupürleriyle ortaya koymaya çalışan özyaşamsal bir kitap... Tüm filmlerini (ve ek olarak belki romanlarını, mektuplarını, vs.) ele alıp irdeleyen, demek ki yapıtına yönelik bir kitap... Yalnızca onu tanıyan, onunla birlikte olmuş, birlikte çalışıp üretmiş kişilerle konuşmalardan ve tanıklık derlemelerinden oluşan bir kitap... Bunların hepsinin yapılması gerekiyor. Ancak şunu farkettim: zamanı zaten kısıtlı olan hayatımızda günler, aylar, yıllar akıp gidiyor ve biz, acaba nasıl bir Yılmaz Güney kitabı diye duraksarken, Yılmaz'ı hiç tanimayan kişiler yaşlanıyor, yerlerine yeni kuşaklar geliyor. Demek ki bir an önce bir şeyler yapmak gerekli. Ben de, "mükemmel" Yılmaz Güney kitabını bir yana koyuyor ve bu alçak gönüllü kitapla karşınıza çıkıyorum. Olası Yılmaz Güney kitaplarından yalnızca biri bu (ve kuşkusuz en iyisi de değil). Ama yine de bir Yılmaz Güney kitabı... Arkasının gelmesini dileyelim...

Bu kitap, temelde benim Yılmaz Güney üzerine yazdıklarımın denemesinden oluşuyor. Ayrıca onunla yapmış olduğum konuşmalardan... Bir tür "Yılmaz Güney ve Ben", veya "Bana Göre Yılmaz Güney" kitabı bu... Ama öyle olması da doğal değil mi? Ne denli "nesnel" kalmayı denesek de, sonuç olarak bir insana yaklaşıyoruz: Onu ancak kendi bakışımızla, onu tanımış olduğumuz çerçevenin boyutlarıyla verebiliriz. İşin içine kaçınılmaz biçimde onunla olan tüm ilişkilerimiz, anılarımız, birlikteliklerimiz de girer. Ya da bir insanın, bir sanatçının daha çok eserine yaklaşıyoruz: O zaman da, yine kaçınılmaz olarak, o eseri, hem bir seyirci, hem de (bu durumda) bir eleştirmen olarak algılamamız, yargılamamız, değer yargılarına bağlamamız söz konusudur. Bundan kaçınmamız zaten olanaklı da değildir, söz konusu da değildir... Ancak ben, bu Yılmaz Güney kitabında belki ikisinin bir karışımını vermeyi denedim. Yani, bir yandan Yılmaz'la yaptığım konuşmalar, onun üzerine verdiğim haberler, yazdığım yazılar... Öte yandan onun filmlerine eğildiğim eleştiri yazıları... Arada kuşkusuz Yılmaz Güney'in olağanüstü serüveninin aşamalarına tanıklık eden, onun acılı öyküsünün, yoksun kılındığı özgürlüğünün, verilmeyen veya verilip geri alınan ödüllerinin, uğratıldığı haksızlıkların yorumunu yapan yazılar var. Ayrıca, bu yaşamın benim tanık olduğum özellikle 1970'lerden bu yanaki gelişmelerini daha iyi verebilmek için bazı gazete haberlerini veya adlarını sırası gelince verdiğim bazı yazarların yazılarını da kullandım. Böylece ortaya oldukça serbest yapıda, belli kurallar ve türlere bağlı kalmayan, kendi mantığını oluşturan bir kitap çıktı. Bu, benim için, daha önce de yazdığım gibi, Yılmaz Güney'e, onun anısına karşı bir ilk görevdir. İlerde Yılmaz'la ilgili yazılacak birçok kitabın, incelemenin, irdelemenin arasında, umuyorum ki benim de katkımı taşıyan başka kitaplar olacak.

Birkaç söz de kitabın bölümlenmesi üzerine... Yılmaz Güney'in özellikle 1970'lerden günümüze olan serüvenine eğilen kitap, bu uzun dönemi, en belirleyici olayları dönüm noktası alarak, 7 bölümde inceliyor... Bu 7 bölümün sonunda da, "Sonsöz Niyetine" başlıklı bir bölümde, kitabı noktalamada yararlı olacaklannı düşündüğüm üç yazıya yer verdim.

Atillâ Dorsay
Kasım 1987


DÖRDÜNCÜ BASIMA ÖNSÖZ

Evet, işte bu kitabın dördüncü basımını yapmak tam 12 yıl sonra kısmet oldu!... Arada toplumca uzun bir değişim ve dönüşüm dönemi yaşadık. 12 Eylül politikalarının üzerimize serptiği ölü toprağı, daha kibar ve bilimsel dille de-politizasyon olayı, toplumu vaktiyle son derece duyarlı olduğu konularda duyarsız hale getirdi. Değerler birikimi ve silsilesi altüst oldu, fikirler ve inançlar çöktü, amaçlar yön değiştirdi. Her türden ideoloji, ideal ve toplumsal amaç ayıp sayılmaya başlandı, bireysellik bireyciliğe dönüşerek yeni kuşaklara egemen olmaya koyuldu. Köşe dönücülük, kolay yoldan kazanç, monetarizm, borsa, derin devletin gölgesinde çete kurma, devleti soyup söğüşleme, yeni dünya düzeni, globalleşme, küreselleşme... Kuşkusuz ki tüm bu olayları, kavramları ve sözcükleri aynı kefeye koyarak hepsine yuh çekiyor değilim. Ama yeni dönem ve yeni düzen denince akla ardarda bunlar geliyor, ne yapalım!...

Değişimden basın da nasibini aldı. Ve birçok şey birarada basının ve yazarların kalitesini de değiştirdi. Birkaç kuşağı etkileyen eğitim faciası, bilmeyen, bilmediğini bilmeyen, ya da, daha fenası, bilmediğini bilip bunu marifet sanan ve bilenlere düşman olan bir moda yazar familyası üretti. Yazarlığın yazmadan önce şüphe etme ve araştırma, alçakgönüllülük, kendini övüp öne çıkarmama, toplum yararına yazma, kişisel sorunlarını teşhir etmeme gibi ilkeleri yok oldu, hatta tam tersi moda ve gözde olmaya başladı. Yazarlıkla tüccarlığı karıştırmamak, gazeteciliği çıkar kapısı olarak kullanmamak, dürüst ve ilkeli olmak gibi özellikler mumla aranır oldu, bulunsa bile neredeyse olumlu özellik sayılmamaya başlandı.

Ve bu gidişat içinde birgün, yeni bir yıla, yeni bir yüzyıla, üstelik yeni bir binyıla girildiği sıralarda birgün, birden Yılmaz Güney'e saldırılar başladı. Onun yaşamının bir bölümünü Yunan kökenli bir Fransız yönetmenin filme çekme tasarısı gibi her Türk vatandaşını heyecanlandırması, giderek sevindirmesi gereken bir haber, birden tepki aldı ve Yılmaz'a saldırı başladı. Kimi cehaletten, kimi sansasyon yaratmak ve hergün kendilerine ayrılan koca koca sütunları ilgi çekecek şeylerle doldurma merakından, kimiyse kişisel geçmişlerinden utanmanın, bir zamanlar angaje oldukları her neyse ona sırt çevirmenin ve ne o geçmişi, ne de şimdiki dönemlerini özümleyememiş, kendisiyle barışamamış olmanın kompleksleriyle, nefret kusmaya başladılar. Bizim toplumda psikiyatri denen mesleğin var olmaması nedeniyle ruh doktoruna giderek sorunu çözümleyemediklerinden, kendi tedavilerini vaktiyle kendilerini de etkilemiş olan sol görüşün önde gelen, kimisi çoktan ölmüş, kimisiyse yolculuğu inatla sürdüren bayrak-kişilerine saldırarak yapmayı denediler. İlk hedef ya da ilk kurban da Yılmaz Güney oldu.

Ama yağma yoktu. Daha doğrusu toplumda yağma boldu da, bu konuda yoktu!... Gereken cephe kendiliğinden oluştu, gereken yanıtlar verildi, Yılmaz Güney tartışması artarak, yoğunlaşarak ve düzeyi yükselerek sürdü. Ben de bu tartışmaya daha ilk anda katılmanın ve saldırıya basında iIk yanıt veren kalem olmanın sevincini ve onurunu yaşadım.

Ama bu kadarı yeterli miydi? Zaten Yılmaz Güney üzerine yeni birşeyler yazmaya derinden derine niyetliydim. Hatta Fatoş Güney'e uzun zaman önce sözünü etmiştim: bir Yılmaz Güney Üzerine Yeni Düşünceler kitapçığı... 1987'den beri çok şey olmuş, köprülerin altından çok sular akmıştı.. Yılmaz'a konan yasaklar, Yılmaz'a Özgürlük kampanyalarıyla kaldırılmış, uluslararası düzeyde seferberlikler yaşanmış, Yılmaz'ın önemli filmleri yeniden beyaz-perde ya da TV ekranlarına gelmişti. Ben de Yılmaz ve sineması üzerine yeniden düşünme fırsatı bulmuş, bu filmleri yeniden tartıp biçerek eleştirilerini yazmıştım. Bunlardan yola çıkan ve ilkinin devamı niteliğinde bir küçük kitap tasarlıyordum.

Ama olmadı, zaman ve herzamanki işler elvermedi. Araya sayısız başka iş ve okurlarımın bildiği sayısız kitap girdi. Ne var ki Yılmaz Güney üzerine son tartışmalarla benim de ayaklarım suya erdi. Ve tıpkı bu kitabın ilk önsözündeki gibi şunu farkettim: yine yıllar gelip geçmişti, yine yepyeni kuşaklar gelmişti. Ve onlar yine, üstelik arada yasaklar olmadığı halde, Yılmaz Güney'i tanımıyorlar, onun eserlerini de, harikulade macerasını da bilmiyorlardı. Onlara eski kitaptaki bilgilerle birlikte yenilerini de vermek ve Güney'i elden geldiğince tanıtmak yine boynumun borcu olmuştu.

Böylece bu kitaba giriştim. Allah'tan Yılmaz Güney'le ilişkili olarak hep tuttuğum bir arşiv, hep sakladığım belgeler vardı. Böylece, kitabın son basımı olan 1988'den beri (aslında benim malzemeyi veriş tarihim olan 1987'den beri) Yılmaz Güney'le ilişkili başlıca gelişmeleri çeşitli yazılar, gazete haberleri, dergi kampanyaları, söyleşiler ve yorumlarla birlikte veren bir belge-kitap niteliği ilkinin devamına gelip yerleşiyor ve olayı günümüze dek taşıyor.

Kitaba beş yeni bölüm eklendi. Son ikisi günümüzdeki tartışmalarla ilişkili olarak... Her bölüm, benim bir sunuşumla başlıyor, sonra yazılar ve araya giren benim yorumlarım... Bu benden gelen yorumlar, eski bölümlerdeki gibi italik olarak yazılmıştır. Her türlü yazı, makale ve söyleşi ise dik olarak... Yazılarını kullandığım birçok yazarın adlarını ve yayın organları ve tarihlerini özenle belirtmeye çalıştım. Kullandığım kendi yazılarıma ise ayrıca imza koymadım.

Bu kitap, daha önce de söylediğim gibi, Yılmaz Güney denen büyük insana ve onun hikayesine benim açımdan bir kişisel bakış çabası. Sayısız belgeyle bu kişisellik aşılmaya çalışılmış ve ortaya bir belge-kitap çıkmış olsa da ... Varolan başka kitaplarla ve de Can Dündar'ın Aynadakiler dizisindeki Yılmaz Güney belgeseli gibi belge-filmlerle birlikte, Yılmaz Güney olayının bir bakış denemesi bu... Ama bu konudaki son kitap değil, umarım olmaz da...

Umarım yeni kuşaklar bu ilginç sinemacının ve bu büyük maceraperestin yaşamına gerçekten ilgi duyarlar, onu çeşitli araştırmaların, kitapların, filmlerin konusu yaparlar ve bu yolda benim alçakgönüllü çabam kaçınılmaz olarak aşılan bir kilometre taşı gibi kalır.

Atilla Dorsay
Nisan 2000




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues