BIMRE FAŞIZM
Faşizme Ölüm
Kürt Ememkçileri
Günümüzde açık ve kesin olarak ortaya çıkan gerçek şudur: Emperyalist dünya sistemi, ulusal kurtuluş hareketleri tarafından parçalanmaktadır. Ulusal kurtuluş, hareketlerinin klasik konumu; burjuva - demokrat karakter taşımalarıyla sınırlıdır. Oysa, çağımızda, halklar, burjuva felsefesini pratik içinde mahkûm etmişlerdir. Artık hiçbir namuslu beyin, ulusad kurtuluş hareketlerinin, burjuvazinin öncülüğünde ve onun sınıfsal çıkarları için verildiğini iddia etmek tutarsızlığını gösteremez.
Feodaliyete karşı, burjuvazinin ulusçuluğu, klasik ulusçuluktur. Ve bu karakterinin sonucu olarak, çağımızın gerisinde kalmış, tutucu bir ulusçuluktur.
Sömürgelerin, bir ulusun egemenlik kurduğu çok uluslu toplumların ve mazlum halklarını ulusçuluğu ise; dünya devrimci pratiğinin, tartışmasız olarak ortaya koyduğu üzere; ilerici, devrimci ve anti - emperyalist, anti - faşist niteliği nedeniyle, sınıfsal karakterini tarifinde bulan çağdaş ulusçuluktur. Her türlü sapma ve dogmalardan kurtulmak için, bu özgün ve çağdaş durumu çok iyi değerlendirmek gerekir. Bu nedenle, burjuva - demokratik dönemini (bütünü ile olmasa bile) bir ölçüde tamamlamış uluslar için, ulusçuluk; devrimci açıdan, sosyal-şöven bir tutum ve geri bir adım olarak; karşı devrimci açıdan ise, ırkçı-şöven olarak nasıl tartışma götürmeyecek kadar açık ise, sömürge halklar ve tutsak uluslar için ulusçuluk; ilerici özü ve devrimci karakteri nedeniyle temel propaganda ve ajitasyon malzemesi, haklı ve meşru hareket noktasıdır.
Her ne kadar emperyalist bloktaki iç çatlaklar, kapitalist ekonominin bünyesinde taşıdığı hastalıklarını mikrobik üremesi ve organizmanın şurasına - burasına indirdiği felçler, finans - kapitali biraz daha hırçınlaştırıyor, biraz daha vahşi, biraz daha kıyıcı kararlar almağa zorluyorsa da, esas vuruş sömürge haklarından; işgal edilmiş, tutuklanmış topraklardan gelmektedir.
Mazlum halkların ulusal kurtuluş mücadeleleri, uzunca bir süredir alarm zillerini çalan, devrimci - demokratlarla, marksistler sinyaller veren somut bir olgu olarak bütün çıplaklığı ile ortada duruyor. Ama, bu, varlıklarını ve düşüncelerini klasik kalıplara tutuklayan ülkelerin dinamik unsurlarından umulan tepkiyi, umulan ilgiyi, umulan derlenme toparlanmayı alamıyor. Bu görmezliğin, bu, «acemi diyalektiğin» kaçınılmaz sonucu olarak, mazlum halklar; sömürge politikasına, yeni sömürgeciliğe karşı verilen onurlu kavgada; (emperyalizmin güdümünde geri bir ülke olmakla beraber, sun’i devlet sınırları içinde bulunan halklar üzerinde bizzat emperyalist bir uygulamayı yürüten faşist yönetimlere karşı) yaşanası, aydınlık bir dünya uğruna verilen kavgada yerini alması gereken mazlum halklar, bu yeri alamıyor; daha geriye, daha zincirli, zındanlı bataklara giriyor, ki beraberlerinde kurtuluşlarının bayrağını ve silahını taşıyan militanları da taşıyarak...
Bu, ters çalışan makina’nın arızası, sübjektif müdahele elitlerinin (öncü kadroların) evrim sürecini çarpıtmalarında ve stratejiyi sosyal pratiğin canlı gerçekliği yerine, evrensel kalıpların akademik yorumları ve klasik yöntemlerine terketmelerinde aranmalıdır. Çünkü, «teori olmadan pratik olmaz» gerçeği, ancak «doğrunun tek ölçütü sosyal pratiktir» bütünlüğü içinde bir anlam ve teori’nin, sosyal pratiğe uygunluğu ölçüsünde bir değer taşır. Sosyal pratik ise 404 formülleriyle teoriye yapıştırılamaz. Bu, zorlama, dar ve yeteneksiz mihrakların oluşmasına hareket içinde «beyliklerin» üremesine, «fetişlerin» egemenliğine; faşizme süt emziren kemikleşmiş kadroların, yığınların dinamizmlerini boğazlamalarına ve potansiyel güçleri bir mirasyedi cömertliği ile harcamalarına yol açar. Açmaktadır. Üç buçuk kent - soylunun şizofrenik krizlerine, felçli beyinlere, «devrim» aşılanacak diye, yığınların içinde ve halk denizinde, en önemlisi proletaryanın bağrında derin izler bırakan depremlerin taşıyıcıları, salt bu yüzden, faşizmin tiyatrosunda burjuvazinin seyirci olduğu acı bir oyunun aktörleri, figüranları olmaktadırlar, oluyorlar. Sonuç: Bedeli çok ağır ödenen mistik bir doyum ve kapalı, kısır bir sekterlik!
Toplumlarm gelişiminin klasik konumu artık dünyayı açıklamağa yetmiyor. Toplumlar, akıl almaz bir hızla değişiyor ve gelişiyor. Hergün, açıklanması gerekli bir yığın soru ile beraber geliyor.. İnsanlık tarihini belirli bir dönemde bütün boyutlarıyla kavrıyan bir sistem, önüne geçilmez değişimin ve gelişimin selleri önünde silinip giderken, bütün kurumlarını ve toplumun derinliklerine yerleşen bütün etkilerini köklerinden alıp götürmüyor. Yaşananı, günümüzü açıklarken, bu gerçeği değerlendirmek bir ölçü birimi olarak önümüzdedir. Doğal gelişim sürecini izleyen toplumlarm dışında, bir de (özellikle) geri - bıraktırılmış toplumlarm, üretim biçimlerinde iç dinamiklerinin ve tarihsel gelişimlerinin sonucu olarak değil, dış dürtülerin, müdahalelerin etkisi ile girdiği evreler var. Böylece, ana bünyeye yabancı düşen, iç dinamikleri nicel olarak ve sun'i bir biçimde değişime zorlayan dış dürtü ve müdahaleye rağmen, toplumlarda, özgün kurumlar ve iç dinamikler uzunca bir süre bir yönetim güdüsü olarak egemen olmaktadırlar. Mistik kurumların ve idealist felsefenin bir umut kaynağı olarak toplumlarin üzerlerinde sürdürdükleri tahakkümü açıklamanın biricik anahtarı kanımızca bu süreçtir. Bir toplumun iç dinamikleri, ilkelliğin organik öğeleriyle biçimlenirken, topraklarında teknolojinin mükemmel araçlarını da görebilmektedir. Öte yandan, en yüce yasama organında söz ve oy hakkı olan mebus'un, ayaklarındaki çamuru seçmenine ilaç olarak verdiği «uygar ve demokrat» ülkeler başka türlü açıklanamaz. Çünkü iç dinamiklerin (ve doğal olarak dış etkenlerin) içinde bulundoğu üretim biçiminin ürünü olan kültür, özgün kaynaklarına titizlikle hatta kıskançlıkla bağlıdır. Bu kültürün kaynaklarına dokunmadan üstyapıya oturtulan mihraklar, ister istemez dinamizmin karşı tezi olmakla beraber, bu dinamizmin kullanıcısı olmaktadırlar. Kaldıki, toplumlarm geçirdikleri evreler, birbirlerinden mekanik olarak kesin çizgilerle ayrılamazlar, bir önceki üretim biçimi, bir sonraki üretim biçiminin içinde varlığını sürdürür. Net olarak etkinliğini yitirdiği zaman ise, üst yapı kurumları çok az bir nitelik değişmesi ile yeni toplumun kurumsal varlığı içinde kendine bir yer bulur. Örneğin, şeyhlik, ağalık kurumu... Bin yıllardan miras kalan gelenek ve görenekler vb.. Bu durum, özellikle emperyalist dünyâ sisteminin çekim alanı içinde, özgün değerlerine sahip olamayan, iç dinamikleri dondurulan ve tarihine müdahale edilen, bunun sonucu olarak, yapısı olağan üstü karmaşıklıklar taşıyan toplumlar için geçerlidir. .....
Giriş «— Dokuz yıldan beri yaşayan ve günden güne pekişen ihtilâlimizin boğulamıyacağı artık kesinlikle bellidir. O kadar bellidir ki, tüm büyük Devletler para, silah ve tüm araç - gereç yardımı yerine, kendi askeri birliklerini Irak Arap Kuvvetlerinin safında üzerimize saldırtsalar bile, inanınız bizi yenemiyecekler».
Uzun, iri yapılı, yüzü güneşten iyice bronzlaşmış ve gözlerinin içi herzaman hafif, alaycı bir anlatımla gülen ihtilâl liderlerinden biri, sözlerini şöyle tamamladı :
«— Bugün tarihimizde ilk defadır ki, Kürt Halkı, Zaxo’dan Xaneqin'e kadar (*) kendi Ulusal ve Sosyo - ekonomik çıkarlarının yörüngesi etrafında birleşmiştir. Irak sınıfları içerisinde, yarım yüzyıla yaklaşan bağımsızlık ve özgürlük mücadelemizin, çoğu zaman acı ve kanlı geçen büyük deneylerinden doğan sarsıcı bir sonuçtur bu. Düşmanlarımızın, «Kürtler Kendi Aralarında Asla Birleşemezler...» zorlama yakıştırması, yaşayan ve yaşayacak olan İhtilâlimizin evrensel, Politik ve sosyo - ekonomik gerçeği karşısında, geçerliliğini kaybetmiş ve acı bir anı olmuştur». (**) .....
(*) Zaxo, Irak Kürdistanı’nın Kuzeybatı ve Xaneqin ise, Güney-doğusunda ki en uç noktalarında bulunan iki Kürt şehridir.
(**) Ezîz Akreyî: Yukarıdaki sözler Akreyi’ye aittir. Akreyi, son (1974 mart) Irak-KÜRT savaşından sonra İhtilâli terkederek Bağdat'a kaçmıştır. Akreyi, 1970 Otonom Ateş Kes’inden önce kendisiyle konuşan bir Alman gazetecisine özetle şunları söylemişti: «Kerkük, hareketimizin vazgeçilmez hedeflerinden biridir. Kerkük’ten ayrı bir otonomiyi hiç bir zaman düşünmedik, dü* şünemeyiz». Akreyi, ihtilâli terkedip Baas’m kollarına atıldıktan sonra, aynı gazeteci kendisi ile İngiterede karşılanşınca, bu sözlerini hatırlatmış, beraberlerinde Irak ve İranlı bir kısım öğrencilerin de bulunduğu bu konuşmada, gazetecinin «Barzani’yi ve İhtilâli, özerkliğe ihanet ile suçluyorsunuz. Oysa, siz, Otonominin hedefleri konusunda çok kararlı idiniz? Bugün yalnızca Kerkük değil, Otonomi yasası’nın Demokratik özü de çiğnenmiştir. Bu tavrınızı açıklayabilir misiniz?» sorusuna cevap vermek durumunda iken, toplantıyı terketmiştir. |