La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Jön Kürtler: Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Kürt Hareketi (1898-1914)


Auteur :
Éditeur : Avesta Date & Lieu : 2010-01-01, İstanbul
Préface : Pages : 178
Traduction : ISBN : 978-605-5585-31-0
Langue : TurcFormat : 130x210 mm
Code FIKP : Liv. Tr. Baj. Jon. 4794Thème : Politique

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Jön Kürtler: Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Kürt Hareketi (1898-1914)

Jön Kürtler

Djene Rhys Bajalan

Avesta

Bu çalışma, 1898’de ilk Kürt gazetesi Kurdistan'ı çıkarmaya öncülük etmiş ve 1908 Çevriminden sonra İstanbul'da Kürt "aydınlanması" savaşını sürdürmüş olan “Jön Kürtler" üzerine odaklanmıştır. “Jön Kürtlerin" kim oldukları ve onların ideolojilerini anlamak için Kürt basınındaki konular dönemin genel havası içerisinde okunmaya ve incelenmeye çalışılıyor. Kitabın temel sorusu kısaca şöyle özetlenebilir: Bu Kürt aydınlaması ne idi ve nereye kadar gidiyordu? İlk bölümde milliyetçilik üzerine yapılan çalışmaları şekillendiren teorik tartışmaların genel hatları incelenirken, ikinci bölümde, Osmanlı’nın son dönemlerindeki imparatorluğa özgü milliyetçilik anlayışı gözönünde bulundurularak Kürt milliyetçiliği hareketiyle ilgili tarih yazımı sorgulanıyor. Üçüncü bölümde Kürt seçkin sınıfı ve 19. yüzyıldaki Osmanlı reformunun bu sınıfın yapısı üzerine etkisi ele alınıyor; dördüncü bölümde ise II. Abdülhamit'in Kürt politikası ve islami bir Osmanlı milliyetçiliği kurma çalışmaları değerlendiriliyor. Beşinci, altıncı ve yedinci bölümler bu kitabın temelini oluşturan “Jön Kürtler” ve onların 1898-1914 arasındaki politikalarını içermektedir. Bu bölümler, bu grubun Kürt kimliği ve Osmanlı vatanseverliği ile ilgili düşünceleri ele alınıyor.



Djine Rhys Bajalan (Jîn Rhys Bacalan) - 1982 yılında İngiltere'deki Birmingham şehrinde doğdu. Hull şehrinde orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra 2004 yılında Londra'daki School of Oriental and Africa Studies (SOAS) tarih ve siyaset bölümünden mezun oldu. 2006'da Londra’daki London School Economics'daki (LSE) Kavmiyet ve Milliyetçilik yüksek lisans programını bitirdi. 2009'da İstanbul Bilgi Üniversitesinde tarih yüksek lisansını tamamladı.

 



ÖNSÖZ


Ünlü İngiliz tarihçi E. H. Carr’ın vurguladığı gibi, tarihçiler tarihsel sürecin dışında değildir. Tarihçi uzaylı değildir, onlar da diğer insanlar gibi gerçek dünyada doğup büyürler. Üniversiteye gittiğinde tarih (ya da benzer bir sosyal bilimi) okumaya karar verir. Nedenini bilerek ya da bilmeyerek tarihçi adayımız bir konu üzerine odaklanmaya başlar. Elbette, onun bu kararının çeşitli nedenleri ve amaçları olabilir. Fakat sonuç açıktır; Pozitivist anlamda, “objektif’ tarihçi olmak mümkün değildir. Tarihçiler, tarihsel sürecin üstünde ve dışında olamaz. Onlar soğukkanlı ve tarafsız bir şekilde bütün olguları toplayıp değerlendiremez. Mümkün olsaydı bile, tarihçinin görevi sadece “olguları” biriktirmek değildir. Onun, kaynaklarını yorumlaması da gerekir. Aslında “olgular” ve “yorumlar” arasında belli bir sınır yoktur. Geçmiş zamanlara ait kaynaklarımız (gazeteler, resimler, arşivler vb) tüm tarihsel “gerçekleri” bize gösteremez. Mesela, bazı olaylar kaydedilmişken bazıları ise kaydedilmediği için varlığından bile haberdar olmayız. O yüzden, tarihçiler asla bir dönem üzerine bütün olguları bilemez.

Yine de, eğer yukardaki noktaları kabul edersek, bütün tarih yazımlarının aynı derecede “doğru” olduğu anlamı çıkar mı? Her şey göreceli mi? Kültürel çalışmalarla ilgilenen araştırmacıların bir kısmı bu soruya “evet” yanıtım verebilir. Fakat bir tarihçi olarak bu fikre inansaydım, tarih kitabı yazmazdım. Tam aksine, ya fantazi ya da aşk romanı yazabilirdim. Bana göre, daha iyi ve daha kötü tarih yazımları vardır. Eğer “Kurdistan gazetesi 1890’da yayımlandı” (aslında 1898 yılında yayımlandı) diye yazsaydım, yanlış yazmış olurdum. Benzer şekilde, Atatürk’ün Nutuk kitabının bazı baskılarında yapıldığı gibi “Kürdistan Teali Cemiyeti” yerine “Kürt Teali Cemiyeti” deseydim, tarihsel “gerçekleri” saptırmış olurdum. Çünkü, tarihte Kürt Teali Cemiyeti diye bir örgüt yoktur. Demek ki, hepimizin sübjektif tarafları olmasına rağmen, tarih yazarken istediğimiz şeyleri yazamayız. Yorumlamak ve saptırmak arasında ciddi bir fark vardır.

Türkiye’de tarih yazmak sorunludur. Türkler için (ve Türkiye’de ikamet eden başka etnik unsurlar için) tarih hâlâ siyasi bir meseledir. Belki bu gerçeğin en çarpıcı örneği 1915 Ermeni olayları üzerine yapılan tartışmalardır. Fakat bugünkü Türkiye’de, Ermeni soykırımı olup olmadığı problemli tek tarihi mesele değildir. Kürtlerin tarihini yazmak da zor olabilir. Aralarında Kürtlerin de olduğu bazı kişiler kendi siyasi bakışına zıt bir yazı gördüğü zaman, yazarı “tek yanlı olmakla” suçluyor. Mesela, son zamanlarda popüler olan NTV Tarih dergisinin 11. sayısında, 1938 Dersim isyanı üzerine bir makale yayımlandı. Bu makale Kürt aktivist Nuri Dersimi’nin hatıratları üzerine odaklanmıştı. Doğal olarak Türkiye Cumhuri- yeti’nin Dersim isyanı hakkındaki resmi yorumundan çok farklı bir resim gösterdi. NTV Tarih’in 12. sayısında okurlardan gelen mektupların tepkisi çok ilginçti. Bir mektup, makaleninyazarı “yetkin” değildir ve “birçok saygın ve önemli tarihçininkatkısıyla bu konu daha objektif ve ayrıntılı ele alınabilirdi” diye yazmaktaydı. Buraya kadar belki haklıdır. Fakat, mektubun son cümleleri okurun gerçek amacını ve itirazını gösteriyor: “Bu konu, son zamanlarda moda olan, M. Kemal Atatürk karşıtlığı ve karalama kampanyası bazında ele alınmıştır.” Türkiye’de tarih çalışmalanna karşı öne sürülen “objektif olmamak” yaftası, genel olarak o çalışmaların yazarlarına karşı kişisel bir saldırı olarak kendisini göstermektedir. Mektubu yazan İhsan beyin objektiflik anlayışı, çokça görülen bir şekilde sadece içi boş bir sıfat olarak, açıkça bir makalenin onun siyasi bakışıyla uyumlu olup olmadığıyla ilgiliydi.

Bu yüzden, bilhassa modern Türkiye ile ilgili yazarken, her şeyden evvel, bizim, bu eski moda “mutlak objektiflik” farizasından kurtulmamız gerekmektedir. Biz daha mütevazı olmalıyız; tarafsız ve dürüst olmaya çalışmalı ama aynı zamanda tam objektif olmak vasfının mümkün olmadığını da kabul etmeliyiz. Değerli tarihçi Ahmet Kuyaş’ın biz genç tarihçilere aktardığı gibi, iyi bir tarihçi olmak için iki özellik gerekmektedir: “Akıllı ve namuslu olmak.” Kısaca iyi tarih yazmak için her şeyden evvel bizim kendi önyargılarımızı aşmamız gerekir. Umanm ki okurlarım burada bunu yapmaya çalıştığımı göreceklerdir.

Eğer ben 14. yüzyıl İngiliz köylü isyanı ya da başka belirsiz bir konu üzerine yazsaydım, böyle bir giriş yapmaya ihtiyaç duymazdım. Fakat, benim konum Kürtler ve Kürtlerin tarihi ve bu mesele hâlâ çok tartışılan sıcak bir mesele. Ayrıca Kürtler hakkında tarih yazımı direkt bir şekilde Türkiye’deki siyasi atmosfer tarafından belirlenmekte. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, modern Türk milli kimliği inşa etmek için tarih önemli bir araç oldu. Kürtler, ulus-devlete sahip olmadığından ve yeni Türkiye tarihi içinde uyumlu olmayan bir unsur olarak tarih yazımından dışlanmış gibilerdi. Uzun zamandır Kürtler üzerine yazmak tehlikeli bir eylemdi. Tek Parti döneminin (1925-1945) sona erinesi bu durumu değiştirmedi. 60’ların sonu ve 70’lerde yazan Mehmet Emin Bozarslan ve Musa Anter gibi Kürt yazarlar, sürekli mahkemelere çıkarıldı. Kürtler üzerine Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisi ile aynı fikirde olmayan Türk yazarlar da ciddi bir şekilde cezalandırıldı. Kürt sorunu üzerine araştırmaları ve yazılarıyla tanınan Türk kökenli İsmail Beşikçi, sekiz kez cezaevine girdi ve yaşamının 17 yılı cezaevinde geçti. Bu tür nedenlerden dolayı, Kürt tarih yazıcılığı yıllarca topal ve sakat bir tarzda yürütüldü.

Yine de, son yıllarda, Türkiye’de daha olumlu bir siyasi hava ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Bugünkü Türkiye Cum- huriyeti’nin liderleri “Kürt açılımı” ve “demokratik açılım” üzerine konuşuyorlar. Bu yeni politikaların ne kadar samimi olduğu belli değildir. Bir yanda, eskiden Kürtçe bir kitabı yayımlamak yasak iken Aralık 2008’de Türk devletinin resmi yayın kurumu - Türk Radyo Televizyon (TRT) - Kürtçe kanal açtı. Diğer yandan, Aralık 2009’da Türkiye’deki en büyük “pro-Kürt” partisi, Demokratik Toplum Partisi (DTP), kapatıldı. Bu güncel siyasal meselelere detaylı bir biçimde girmeye gerek yoktur. Fakat bu olaylar önemli bir sonuç verdi. Kürtler üzerine hem Kürtler hem de Türkler tarafından yazılan çalışmaların sayısı artıyor. Tabii ki, bunların bazıları, Kürtler hakkında- ki eski milliyetçi ideolojiyi kuru bir şekilde tekrarlıyor. Fakat ilginç olan şu ki bu görece serbest siyasi havanın içerisinde yeni yaklaşımlar da ortaya çıkıyor: İslamcılar, liberaller, ve hatta solcular Kürt sorununu tekrar ele alıyor.

Geç Osmanlı dönemi Kürt hareketi, özellikle son zamanlarda birçok tarihçinin dikkatini çekti. Önemli bir resmi tarihçi olan Bülent Şimşir iki ciltten oluşan kitabının ilk cildini bu konuya ayırdı. İslamcı yazarlardan Mustâfa Akyol da bu konuda yazdı. İslamcılar, o dönemde Kürtler ve Türklerin İslam bayrağı altında kardeşçe yaşadığını vurguluyorlar. Anlaşıldığı kadarıyla günümüzde oluşan siyasal ortam tarih yazımını etkiliyor.

Bu yüzden, belirtmem gerekir ki ben de bu gelişmelerden kendimi soyutlayamam. lngiletere’de doğan, yarı-Iraklı Kürt ve yarı-Galli olan Britanyalı birisi olarak dört yıldır Türkiye’de çalışmalarımı sürdürdüğümden, ben de bu süreci yakından takip ediyorum. Bu durum birçok açıdan çalışmamı etkiledi. Ama bu etkinin boyutlarını ve bu çalışmaya nasıl yansıdığım okurlara bırakacağım.
Vurgulamak istediğim son nokta ise dil konusu üzerine. Bu kitap önce İngilizce yazılıp sonra Türkçeye çevrildi. Türkçe versiyonu için birçok ufak değişiklikler yaptım ama genel argümanlarım ve saptamalarım aynı kaldı. Bu temel tez “mil- li/ulusal” (lng. national) ve “etnik” (Ing. ethnic) kimlik üzerine ve bu iki kavramın birbıriyle olan ilişkisidir. İkinci bölümde bu iki kavramı detaylı bir şekilde tartışıyorum. Yine de bu iki kavramın çevirisiyle ilgili bir şeyler söylemem lazım. Genelde nation, national ve nationalism, “millet,” “milli” ve “milliyetçilik” olarak çevrildi. Fakat “ulus,” “ulusal” ve “ulusçuluk” da kullanabilirdim (ayrıca “nation-state” “ulus-devlet” olarak çevrildi). Günümüz Türkçesinde “millet” ve “ulus” arasında nüans farkları olduğunun farkındayım ama sanırım anlam açısından bu fark o kadar önemli değildir. Aynı şekilde patrıot ve patıiotism “vatansever” ve “vatanseverlik” olarak Türkçeye geçti. Bazılarına göre “vatanseverlik” ve “milliyetçilik” arasında ciddi bir fark var. Ben aynı fikirde değilim. Tabii ki, gündelik dilde yurtseverlik daha olumlu bir anlam taşır. Genellikle "vatanseverlik" kelimesini kullandığımızda onayladığımız türden bir milliyetçilikten bahsediyoruz. Fakat bana göre milliyetçilik ve vatanseverlik arasında niteliksel bir fark yoktur. Şimdi ethnic ve ethncity kavramlarını ele alalım. Çeviri açısından bu iki kavram daha az sorunludur. Ethnic “etnik” olarak Türkçeye geçti ve cthnicity “etnisite” olarak çevrildi. Buna rağmen “multi-ethnic” “çok-uluslu” olarak çevrildi. Çünkü Türkçede “çok-etnikli” olarak çok kullanılmadığı dikkatimi çekmişti.

Son olarak da, birçok eserin ortaya çıktığı şu dönemlerde bu kitabın, Kürt çalışmalarının daha tarihsel ve akademik bir açıdan ele alınması bakımından faydalı olmasını umuyorum. Bu kitabın da bazı zayıf noktalarının olduğunu belirtmeliyim. Mesela, (ve bu sadece ufak bir örnektir) Meclis-i Mebusan’da- ki Kürtlerin faaliyetlerini sistematik bir şekilde incelemek isterdim. Bu tarz konuların sonraki çalışmalarda giderilebileceğine inanıyorum.


Giriş

Her Şeyden Önce Kürt Sorunu


Güncel siyasi meselelerin, tarih çalışmalarını etkilemesi kaçınılmazdır. Bu gerçek, kendini bazen çok belli etmese de gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır. 1898-1914 Kürt politikası üzerine yaptığım bu çalışma da bir istisna değildir. Aslında bütün Kürt tarihi çalışmaları “Kürt Sorunu” olarak bilinen konunun önemi göz önüne alınarak tamamıyla siyasi olarak kabul edilmek durumundadır. “Kürt Sorunu” hem Ortadoğu’da hem de Batı ülkelerinde kullanılan yaygın bir sözcük haline geldi. Elbette ki “Kürt Sorunu” ile meşgul olanlar arasında bu “sorunun” ne olduğuna dair bambaşka yorumlar var. Türk, Arap ya da Fars milliyetçilere sorarsanız, onlar herhalde bu sorunu “asayiş sorunu” olarak yorumlayacak. Belki de sömürgeciler tarafından düzenlenen kötü ve nahoş komplolardan bahsedilecektir. Solcu ile konuşursanız, size Kürtle- rin perişan iktisadi durumunu anlatacak (O da muhtemelen sömürgeciler tarafından düzenlenen kötü ve nahoş komplolardan bahsedecek). Kürt eylemciler “milli haklar” üzerine konuşup size Kürtlere (hem yerel devletler hem de Büyük Güçler tarafından) yapılan bin türlü haksızlığı anlatacak. Eğer biz ...

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues