La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Halepçe Jenosidi


Auteurs : | |
Éditeur : Sun Date & Lieu : 1991, İstanbul
Préface : Pages : 336
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 130x185 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Gun. Hal. 3366Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Halepçe Jenosidi

Halepçe Jenosidi

Cemil Gündoğan,
İbrahim İncesu,
Ali Rıza Gezici

Sun


"....bir halkın zorla bir devlet çerçevesinde tutulmasının kabul edilmesi akıl almaz bir şeydir. Halkların kendi kaderlerini kendilerinin belirleme hakkını formüle ederek, biz, böylece ulusal baskıya karşı savaşımı, ortak düşmanımız emperyalizme karşı bir savaşım düzeyine yükseltiyoruz. Eğer bunu yapmazsak, kendimizi emperyalistlerin değirmenine su taşıyan kimselerin durumunda bulabiliriz. Eğer biz sosyal-demokratlar, Fin halkının kendi ayrılma isteğini dile getirme ve bu isteği gerçekleştirme hakkını yadsırsak, bunun sonucu, kendimizi çarcı siyasanın sürdürücüleri durumunda buluruz." (Lenin)



ÖNSÖZ


Güney Kürdistan'lı Kürtlerin, Saddam'ın jenosidinden kaçarak sığındıkları Kuzey'de yaşadıklarının benim ruhsal yapım üzerindeki olumsuz etkileri, aradan 3 yıl geçmesine rağmen geçmiş değil. Bendeki hırçınlığın, tepkiselliğin ve olur olmaz her zaman patlayıveren öfkenin altında yatan tek neden; 26 Ağustos 1988 ile 8 Aralık 1988 tarihleri arasındaki gördüklerim ve yaşadıklarımda. Onlara -gazeteci olarak- ilk ben gittim. Kimyasal katliamdan kaçarak Çukurca'ya kadar gelebilmiş Güneyli Kültlerden ilk gördüğüm Sipindar'lı Safiya'ydı. Kocası ve bir çocuğunu kimyasal saldırıda yitirmiş, ikinci çocuğu Pırjin'le birlikte, sınırı kaçak olarak geçmiş Safiya Kadın'ı kendisiyle söyleştiğimiz gece evi basan Çukurca polisi ile ilçe jandarmaya bağlı askerler yaka-paça, döve-söve, sürükleye sürükleye sınıra götürdüler. İtirazlarım, karşı koyuşlarımın hiçbir anlamı olmamıştı. Bana yapılan hakaretler ve saldırılarla yetinmek zorunda bırakılmıştım.

Yaklaşık dört ay, önce Çukurca, Çığlı, Uludere, sonra da Yüksekova, Diyarbakır ve Mardin hattında "Kürt Mülteciler"le ilgilendim. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığım yazılar, bu insanları konu alan panellerde yaptığım konuşmaların hiçbiri, ama hiçbiri yaşadıklanmı anlatmama yetmedi. Bu konuda hâlâ kendimde önemli bir çelişki, önemli bir zaaf ve yetmezlik görmekteyim. Belki çok uzun yıllar sonra o günlere yeniden döneceğim. Açıkyüreklilikle söyleyeyim, o günlerden kaçıyorum.

Ve benim açımdan paha biçilmez bir değeri olan, "Halepçe Jenosidi Sonrası Vahşet Yargılanıyor" çalışmasına bir önsöz yazmak bile büyük acı veriyor. Lafı uzatmadan ve kendimi daha fazla dayatmadan, okura bir takım "teknik bilgiler" sunmak istiyorum.

Tarih: 5 Eylül 1988. Güney Kürdistan'dan kaçarak Türkiye'ye sığınmış "Mülteci Kürt" sayısı 114 bin 765. 7 Eylül günü bir açıklama yapan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Sözcüsü'ne göre ise bu rakam 117 bin. Aradan tam 3 ay geçtikten sonra ise Türkiye'de bulunan Kürt Mülteci sayısı 43 bin 540'a indi. Bunun 17 bin 874'ü Kızıltepe Kampına, 12 bin 32'si Muş kampına, 14 bin 634'ü ise Diyarbakır kampına yerleştirilmişti. Peki 3 ay gibi kısa bir süre içerisinde bu sayı nasıl oldu da, 114 bin 765'ten, 43 bin 540'a düştü. Bunun hesabı bugün verilmiş değil. Ancak sorulmuş da değil. Güney Kürdistanlı Kürt örgütlerinin bu ağır sorumluluğun altında bulunduklarını belirtmem gerek. Zira bu güne değin bu konuyu gündeme getirmemişlerdir.

Evet, 71 bin 225 Kürt'ün yaşamından sorumluyuz. Yüksekova'daki Uzunsırt ve Suüstü kamplarından süngü zoruyla sürülen ve Iran sınırındaki dağlarda, kar altında, don altında, aç ve üryan bekletilen 30 bini aşkın Güneyli Kürt’ün binlercesi 1988 yılı Kasım ayında işte böyle öldürüldü. Etrafı askerlerce çevrilen ve İran'a geçmeleri için zorlanan, ancak karşı tarafın da sınırlarını sıkı sıkı kapatması sonucu telef olup giden bu insanların uğradığı akibeti bilmelerine ve görmelerine karşın, Türkiye'deki kamplarda yaşayanların yüzü suyu hürmetine bunu sorun yapmayanlar en az T.C. İran ve Irak'ın soykırımına kolaylık sağladıkları için sorumludurlar.

Yine Mardin ve Diyarbakır kamplarından Irak'a zorla iade edilen ve iade edilir edilmez de kurşuna dizilen binlerce Kürt'ün katledilmesine seyirci kalan başta Kuzeyli Kürt aydınları olmak üzere tüm insanlığın bu vahşetin ortağı olduğunu da bilmek gerek. Kuzeyli Kürt aydınlar, Güney'den gelmiş bu insanlara neredeyse "Uzaylı Mülteciler" gibi yaklaşmış ve en ufak bir duyarlılık göstermemiştir. Tarihte acaba Kürt aydınları kadar kendi ulusuna ve değerlerine yabancılaşmış başka bir aydın tipi var mıdır? Sanmıyorum. Bugün bile insanlıktan yalıtılmış, etrafı tel örgülerle çevrili ve insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda bırakılmış 25 bin 981 Kürtün çektiği acılarda en büyük pay, Kuzeyli Kürt aydınları ile Avrupa'larda mültecileşmiş Kürtlere aittir.

Saddam'ın soykırımından canını kurtaran Kürtler, T.C.'nin kırımından kurtulamadılar. Ancak Saddam'a rahmet okutan bu sinsi kırım -şimdilik- T.C.'nin yanına kâr kaldı! Nasıl kalmasın ki. Geçenlerde Kürt Mültecileri konu alan bir panele topu topu 23 Kürt aydını katıldı. İstanbul'da (BlLSAK) yapılan ve üç gün süreyle gazetelerde ilan edilmesine karşın bu panele katılmayan Kürt aydınlar, Aksaray'daki (İstanbul) Luna Park Gazinosu'ndaki sazlı sözlü bir geceye "tam teşkilat" iştirak ediyorlardı. 3 bin kişilik bir kalabalığın katıldığı "Kürt Gecesi"nde vur patlasın, çal oynasın efkâr dağıtan aydınlarımızı esaslı bir irdelemeden geçirmek ve vakit geçirmeden bu kesime karşı bir tavır belirlemek neredeyse bir insanlık sorunu haline gelmiş bulunuyor.

Güneyli Kürtleri konu alan ve "Vahşetin Hesabını" ilgili tarafından sorma sorumluluğu gösteren Cemil Gündoğan, İbrahim İncesu ve Ali Rıza Gezici arkadaşların bu tavrı önünde saygı ile eğilmek gerek. Kendilerine duyduğum engin saygıyı bir kez daha dile getirirken, dostum Cemil Gündoğan ve kıymetli arkadaşların, kendilerinden beklenilen bir sorumluluktan hareketle büyük bir duyarlılıkla izledikleri bu süreci bize bir kitapla kazandırmaları, dışarıda yaşayan ve her türlü olanaklara sahip ancak ilgisiz, duyarsız ve lakayıt aydınlarımıza ağır bir darbe indirmiştir. Ne var ki, bir yandan Kürt aydınlarına, öte yandan da Kemalist tarih yazıcıları ve resmi sözcülerine indirilen bu devrimci darbeler gözlerimizin önüne acı bir saflaşmayı da getirmektedir.

Halkına, onun özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine karşı duyarsız kalanlar, eninde sonunda karşı taraflarla aynı kaderi paylaşmaktan, aynı platformlarda buluşmaktan kurtulamıyorlar. İşte Güneyli Kürtlerin tirajik konumu bunun en büyük örneği. Onları katledenlerle, bu sürece sessiz kalanlar aynı ağır sorumluluğun altında biraraya geldiler. İnsanın "titre ve kendine dön ey Kürt aydını" diye haykırması geliyor.

Günay Aslan
5 Mart 1991, İstanbul



Devlet Güvenlik Mahkemesine
Malatya

Konu: Savunma Dilekçesidir.
Hazırlık No: 1989 / 29
Esas No: 1989 / 13
İddianame No: 1989 / 13
Savunmayı Yapanlar:
Cemil Gündoğan
İbrahim İncesu
Ali Rıza Gezici

Giriş:


Malatya Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde hakkımızda açılan davada iddia makamı 12 Eylül 1989 tarihli dilekçemizde Kürtçülük propagandası yaptığımız gerekçesiyle TCK'nın 142 / 3 maddesi uyarınca cezalandırılmamızı talep etmektedir. Bu amaçla tanzim edilmiş olan Malatya DGM, 1989 / 29 Nolu Hazırlık ve 1989 / 13 Nolu Esas'a kayıtlı, 1989 / 13 Numaraları iddianame, sözünü ettiğimiz dilekçedeki tespit ve iddiaların hiçbirinin gerçeklerle ilişkisinin olup olmadığına bakmaksızın, tümünü "Kürtçülük propagandası yapmak" gibi genel ve yanlış bir sıfatla nitelendirmiştir. Bu nitelemeyi kabul etmek olanaksızdır. Dilekçelerimizde Kürdistan halkına karşı sömürgeci devletlerin tarihten beri uygulayageldikleri katliam ve vahşetler anlatılmıştır; Kürt ulusunun en temel hak ve özgürlüklerine değinilmiştir; ilerici insanlığın devrimcilerin ve sosyalistlerin bu ...

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues