La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Şeyh Sait Ayaklanması


Auteur :
Éditeur : Compte d'auteur Date & Lieu : 1991-01-01, İstanbul
Préface : Pages : 120
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 135x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Asa. Sey. 2269Thème : Histoire

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Şeyh Sait Ayaklanması

Şeyh Sait Ayaklanması

Aziz Aşan

Compte d'auteur

Başbakan İsmet Paşa Hazretlerine "Ayaklanma bağımsız bir Kürdistan kurmak amacıyla çıkmıştır. Birçok seneler hep bu amaç için çalışılmış olduğu kesindir. Bu ruhun ölmesi ve öldürülmesi en kutsal Milli bir görevdir."
Ahmet Süreyya Örgeevren
Şark İstiklâl Mahkemesi Savcısı

Uğur Mumcu'ya Cevap
— Mumcu'nun tahrif ettiği İngiliz belgesi
— Mumcu'nun İngiliz belgesinden çıkarttığı cümle
— Mumcu'nun 6 ay öne aldığı Milletler Cemiyeti Kararı
— Mumcu'nun saklamaya çalıştığı İngiliz belgesi ve diğer tahrifatları ve ayrıca;
— İngiliz silah fabrikalarından Mustafa Kemal'e gönderilen silahlar
— Atatürk'ün emriyle getirtilen antropometri (Kafatası ölçüm) aletleri



ÖNSÖZ


Konuyla ilgili kaynakları incelememeye başlayınca ilk gözüme çarpan, isyandaki olguların tersyüz edildiği gerçeğiydi. Bugün artık büyük bir tarihçi topluluğu tarafından kabul gören, "Doğru bilgi tarihçinin erdemi değil, görevidir." ilkesi, ne yazık ki, bu isyanı inceleyen tarihçiler arasında pek kabul görmemiş, hayali olgular temelinde erdem inşa edilmeye çalışılmıştır. Bu durum, beni tarihsel olguların ağırlıklı olarak incelenmesine yöneltti. Ogünkü tarihsel olguları olduğu gibi aktardığımda, isyanla ilgili yanlışların da büyük ölçüde düzeleceğini düşündüm, ama konu üzerinde çalışmaya başlayınca o günkü olguların aktarımıyla sağlıklı bir çalışmanın yürütülemeyeceğini. çünkü; bu olguların yazarın dünya görüşüne uygun hale geldiğini gördüm. Bazı sol yazarlarca kabul edilen kilişeler, tek geçerli yol olarak ortaya konmuş, her toplumsal hareket bu ölçeklerle değerlendirilmiştir. Bu durum ister istemez beni, konudan biraz uzaklaştınp, bu isyan dahil birçok meselede uygulanan bazı teorileri ele almaya, bu teorilerin dayanaklarını ve isyanla uyumsuzluğunu açıklamaya sevk etti.

Bazı sağ yazarların tezleri ise esas olarak tarihsel olguların yok sayılmasıyla ilgilidir. Bu araştırmacılar, olguları yok sayarsak, yazmazsak onlar da kaybolurlar, yok olurlar mantığı ile hareket etmektedirler. Yıllardan beri sistemli olarak sürdürülen bu yok sayma politikası, ne olguları yok edebilmiş, ne de o bölgedeki milli gelişimi engelleyebilmiştir. Bu gerçek, yıllardır Kürtler'in Türklüğü’nü ispatlamaya çalışmış. Dersim İsyanı'nda, bizzat ayaklanmayı bastırma harekâtının içinde bulunmuş, tarihçi E. J. Alb. Nazmi Sevgen tarafından şöyle ifade edilmiştir: "Kültlerin temsil edilmesi için şimdiye kadar hiçbir şey yapılmamıştır. Kürtler uyanmış, milliyet hisleri tahrik edilmiştir. Yukandan beri arzına çalıştığımız gibi, yabancı memleketlerde milliyet davalannı sürdürmek ve tahakkuk ettirmek için teşkilatlanmış bulunmaktadırlar.
"Biz hâlâ Türk-Kürt diye bir şey yoktur, bu topraklarda herkes Türktür' deyip duralım. Realite ve hadiseler, bizim bu devekuşu siyasetimizi red ve tekzip etmektedir."1

Yıllardan beri resmi tarih literatüründe "Kürt" kelimesi, "bölmek", "parçalamak" kelimeleriyle birlikte telaffuz edilmiştir. Bu mantığın yanlışlığı ortadadır. Bu mantık, halkların arasını açtığı gibi, ırkçı düşüncelerin, düşmanlıkların filizlenmesine de hizmet etmiştir. Artık Kürt sorununun, bu kavramların dışında, Türkiye'deki demokrasi sorununun bir parçası olarak ele alınmasının zamanı gelmiştir. Demokrasi, çeşitliliği içerir; bu çeşitliliğin içinde kişi hak ve özgürlükleri olduğu gibi, inanç özgürlüğü de vardır, değişik milletlerin dilini konuşma, kültürünü sürdürme özgürlüğü de...

Tüm bunlar sağlıklı bir demokrasinin "olmazsa olmaz" koşullandır. Kürt sorununun çözümü de böyle bir demokrasidedir.
Çalışmam esnasında değerli vaktini ayırarak, düşüncelerimi dinleyen ve kendi düşüncelerini aktaran Sayın M.Ali Aslan'a, taslağı okuyup önerilerini belirten ağabeyim ve arkadaşım Fethi Murat'a ve kaynak temininde yardımlarını esirgemeyen Sayın Doğu Perinçek'e teşekkür ederim.

Bu önsöz iki yıl önce yazıldı ve bu çalışma iki yıla yakın bir süre yayınevinde bekledi. Bilinen nedenlerle ve bu nedenlere bir de BDS Yayınevi'nin "sorumlu ve samimi" tavrı eklenince kitabın yayınlaması bugüne kadar sarktı. Önsözün ortaya koyduğu problemler bugün de sıcaklığını korumaktadır. Bu arada bazı değişimler de yaşanmıştır. Yaşanan en önemli değişimlerden birinin de ırkçılık bayrağının sağdan yavaş yavaş "sosyal demokrat" Ecevit'e geçmesidir. Görünen o ki Ecevit bu bayrağı kimseye kaptırmamaya azimlidir.

2932 sayılı yasanın kaldırılmasından sonra gerek gazetelerde dizi olarak, gerekse kitap olarak Kürtlerle ilgili çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu yayımların hepsinin ciddi araştırmalara dayandığını söylemek pek mümkün değil. Daha çok boşluğu doldurmak için çalakalem yazılmış izlenimini vermektedir. Bizim konumuzla doğrudan ilgili iki eser yayınlanmıştır. Biri Uğur Mumcu'nun Cumhuriyet Gazetesi'nde de dizi olarak yayımlanan "Kürt-lslam Ayaklartması  1925" isimli eseri, diğeri de Prof. Dr. M. Arseneviç Haretyon ve Dr. K. Mashar Ahmad tarafından ayrı ayrı kaleme alınan makalelerin Medya Güneşi Yayınevi tarafından "1925 Kürt Ayaklanması" ismiyle yayını eser eskilerin deyimiyle "ifratü tefrit"in son örnekleridir. Türkiye fikir tarihinde birinin söylediğinin tersini söylemek adeta varolmak için zorunluluk haline getirilmiş, bu da fikir ortamının güdükleşmesine yol açmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu hastalığımız yabancılara da bulaşmış. Dikkatli incelendiğinde görülecektir ki birbirine karşıt gibi görünen bu iki anlayış özünde ikiz kardeş gibidir. Ortak noktaları ayrılıklarından daha fazladır. Bağnazlık ve önyargı ikisinde de çıkış noktasıdır.

Burada Mumcu'nun eseri hakkında bazı düşüncelerimizi belirtmek istiyoruz. Mumcu, 23 Haziran 1991 tarihli dizi bittikten bir gün sonra Cumhuriyet'teki gözlem köşesinde yazdığı makalede "Elimizden geldiği kadar konuyu belgelerle ele almaya çalıştık. Eksikleri ve yanlışları da olsa -ki olacaktır- konuyu hiç olmazsa iyi niyetle ele aldık" demektedir. Mumcu'nun vurguladığı iyi niyete ne kadar güvenebiliriz? Mumcu'nun eserini okuyup bitirdiğimizde, Mumcu'dan alıntı yaptığımız satırlara yazarın kendisinin hiç uymadığını, uymamak bir yana, bilinçli bir kötü niyet güttüğünü gördük. Mumcu'nun da belirttiği gibi eserinde eksik ve yanlışlar vardır, bu doğaldır. Doğal olmayan belgelerin, tarihlerin değiştirilmesi ve bu tahrifatın hangi iyi niyete sığdınldığı gerçeğidir.2 Bu iyi niyet. Şeyh Sait’in torunlarından Melik Fırat ile yapılan röportajda iyice sırıtmaktadır.

Prof. Dr. M. Arseneviç Haretyan ve Dr. K. Mashar Ahmad'ın makalelerinde de aynı önyargı ve bağnazlık devam etmekte, olgular tek taraflı olarak ele alınmaktadır. Bu yazarlar Mumcu'nun geri plana attığı veya kullanmadığı belgeleri kullanmakta, Mumcu'nun ön plana çıkarttığı olguları ise ya görmemezlikten gelmekte, ya da çok geri planda yer verilmektedirler Bu çalışmanın redaksiyonunu yapan sevgili Ersin Kalkan’a teşekkür ederim.

1 - Nazmi Sevgen, Doğuda Kürt Meselesi (Harp Akademileri Basımevi, Yıldız İst. 1970, s.21)
2 - Bu tahrifatlar belgeleriyle, ilgili bölümlerde gösterilmiştir. Konumuzla ilgili olmaması dolayısıyla Mumcu'nun başka bir tahrifatını da burada belirtelim. Mumcu "İnönü Utkusu"ndan bahsetmektedir. Yenilgiyi utku olarak göstermek ancak Mumcu'nun Ön yargısız ve iyi niyetiyle açıklanabilir. Biz 1. İnönü'nün nasıl bir utku olduğunu Mumcu'nun kullandığı kaynaktan belirtelim. Bkz. Sabahattin Selek, Anadolu Mitildi s. 460-481,5. Baskı Örgün Yayınları 1981 İst.



Şeyh Sait İsyanı

İsyanın başlaması:

İsyan 13 Şubat 1925 yılında Genç ilinin Ergani ilçesine bağlı Eğin bucağının Piran köyünde, tutuklama karan bulunan, Şeyh Sait'in adamlanndan on iki kişinin jandarmalara teslim olmayıp, askerlerle silahlı çatışmaya girmesiyle başlamıştır. Çatışmanın başladığı gün Şeyh Sait'de Piran köyünde bulunuyordu. Şeyh Sait, Piran köyüne gelmeden önce, Bitlis'te tutuklu bulunan Cibranlı Halit ve Yusuf Ziya'ya bir adamını göndermişti. Bitlis'ten dönen şeyhin adamı, Cibranlı Halit ve Yusuf Ziya'dan isyan hazırlıklarını hızlandırmaları ve Diyarbakır üzeriden Suriye ile temasa geçmeleri emrini getirtmiş, bunun üzerine Şeyh Sait, Hasananlı Halit'e, Malazgirt üzerinden Bitlis'e girip Cib-ranlı Halit ve arkadaşlarını kurtarma girişimine başlaması emrini vermiştir. Şeyhin kendisi de Şuşar Gökoğlan nahiyesinin Kınkan köyüne hareket etmiştir.
Zırkanlı Miralay Selim ve bölgenin bütün şeyh ve ağalan ile Karlıova'daki Cibranlı Baba, Kamil ve Hatoğullan, yüzlerce silahlı adamı ile Kınkan köyüne gelmişlerdi. Şeyh Sait burada şu fetvayı verdi: "Kurulduğu günden beri dini mübini Ahmedi'nin temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti reisi Mustafa Kemal'le arkadaşlannın, Kur’an'm ahkâmına aylan hareket ederek. Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halifei îslâmi sürdükleri için gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün Islâmlar üzerinde farz olduğunu, Cumhuriyet'in başında bulunanların ve Cumhuriyet'e tâbi olanlann mal ve canlarının şeriati gurrayi Ahmediy'e göre helal olduğu ve saire'3 Daha sonra Karlıova kazasının Kanireş köyüne gelen Nakşibendi tarikatının büyüklerinden olan Şeyh Sait, bölgede büyük bir nüfuza sahipti.

Nakşibendi Tarikatı, Bahı al-Din Nakşbend (1318-1389) tarafından kuruldu. Bahı al-Din Nakşbend, Buhara civarında Kasr-i Arifan köyünde doğdu. Bir sünni tarikatı dan Nakşibendilik Orta Asya, Horasan ve çevresinin sünnileşmesinde büyük tesiri oldu. Bu tarikat daha sonra çeşitli kollarıyla Hindistan ve Suriye'ye kadar yayıldı. Ta Șeyh Sait burada da ...

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues