KİTAP OLARAK BASKISI İÇİN
YEDEK Subay Veteriner Hekim olarak, kura çektim. Kura kâğıdında, "1/118 Seyyar Jandarma Taburu’’ yazıyordu. îlkin, “Beytüşşebap” dediler, sonra arkamdan seslendiler, "Şemdinli” olduğunu söylediler.
Uçakla Van’a, taburun cipiyle 25 Eylül (1963) akşamı Şemdinli’ye geldim. Teğmen doktor, beni askeri gazinoya götürdü. Tabur Komutanının masasında, iki konuk vardı. Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nden gelmişler; Şemdinli yöresinde, petrol aramak için önçalışma yaparken “yakalanmışlar”. Sonra durum anlaşılmış. Gittiğimde, Tabur Komutanı Rıza Bozkurt’un konuğuydular. Komutan benim için de bir kadeh istedi. Rakı ile Şemdinli’ye “Merhaba” dedim.
Sonra öğrendim. Adetmiş. Şimdinli’ye gelen, şaka olsun diye en uzak karakollara gönderilirmiş. Tabura veteriner hekim geldiğini öğrenince, Rubaruk Karakolundaki koyunlar birbiri ardına ölmeye başlamış olmalı. Şemdinli’ye geldikten üç gün sonra, Rubaruk’a gitmek üzere yola çıktım. İki ya da üç günde varabilirmişim. Bana bir de katır verdiler. Uçurumların kıyısında giderken, indim katırdan, yaya gitmeyi yeğledim, iki saat bir yamaca tırmandık. Bir tepeye vardım. Nehri Gediği dediler. Aşağıda sis içersinde köy mü harabe mi olduğu belirsiz yığınaklar görünüyordu. Yanımdaki onbaşı, burada isyan olmuş, böyle harabe kalmış buralar dedi. Yolumuz Nehri’nin içinden geçiyordu. Sessiz yolların, yıkılmış ve yılların erittiği duvarların, üstüste yığılmış mezarların, türbelerin, kilise kalıntılannın, nice yıldır başına uğranmamış havuzların, derinliğine inen zengin bir tarihi gizlediğini sezmeye başladım. Ne “Nehri isyanı”nı biliyordum, ne “Seyit Taha"yı ve nakşbendi tekkesini, ne “aşiret” dediğimiz toplumsal birliği ve ne de Nesturileri. Ariyet aldığım fotoğraf makinesinin objektifinin açılmadığını da, ancak altı ay sonra öğrenecektim. Yani her şeye ilk kez başlayarak, engin, sarp ve azgın doğanın gizlediği “sır” olmuş tarihi, ustasız çırak örneği, aramaya başlayacaktım.
Kimi olayların nedenini kavramakta güçlük çekerdim. Bana, “Beyim, demişlerdi, burada dört aşiret vardır, aşiretleri tanımadan, birbiri arasındaki ilişkileri (münasebetleri) bilmeden, birçok şeyi çözemezsin!”. Çocukluğum Orta Anadolu’da geçtiği için, komşuluk ilişkilerine dayanan köy toplulukları dışında, aşiret birliğini kafamda somutlaştırmak, bana biraz zor, biraz da gereksiz gelmişti. Aşiretin önemini kavramam ve aşiret birliğini öğrenmem oldukça geç oldu. Kavradıkça, tarihsel olayları olduğu kadar, gün delik ilişkileri de daha iyi anlayabildim. Kim kime hasım, kim kime dost, sözlü belgelerin ardında gizlenen dostlukları ve düşmanlıkları da, bu röportajı yayma hazırlamak için yeniden okurken, daha iyi sezdim. Anlatılanları olduğu gibi aktardım, çünkü kendilerinde, bir yönüyle de olsa ta rihsel olayları doğru olarak taşıyorlar; ama aşiretler arası çekişmeleri de içlerinde gizliyorlar. Bunu ayıklamak, tanıklık yapanın anlatımına bağlı kalındığı sürece, olanaksız. Olaylarda "taraf” olanı bulmak ve konuşmak ise, röportaj okunduğunda da görüleceği gibi, daha olanaksız.
..... |