La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Devlet, Ocak, Dergâh


Auteurs : |
Éditeur : İletişim Date & Lieu : 1991, İstanbul
Préface : Pages : 520
Traduction : ISBN : 975-470-100-8
Langue : TurcFormat : 130x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Bor. Dev. N°2620Thème : Politique

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Devlet, Ocak, Dergâh

Devlet, Ocak, Dergâh

Tanıl Bora,
Kemal Can

İletişim

1960’lardan beri Türkiye’nin siyasî-toplumsal hayatında önemli bir varlığa sahip olan Ülkücü Hareketin yapısına, düşünce dünyasına ilişkin tahlil ve araştırmalar yok denecek kadar az. Bu hareketin özellikle 1970'lerde toplumun sol kesimiyle can pahasına düşmanlaşmış oluşunun bir sonucu bu. 1980’lerde, Ülkücü-Devrimci çatışması, en azından durulduktan sonra da “Ülkücü Hareket” hem solda hem sağda içeriği belirsiz bir kavram olmayı sürdürdü. Soldaki genel kabule göre ‘faşist’ nitelikteki bu hareketin, aynı sıfatla anılan 12 Eylül rejimiyle ilişkisi, ondan farkı nedir? Ülkücü kadroların ANAP’taki yaygın varlığı bu partiye “MHP’nin devamı” vasfını mı kazandırdı? Ülkücü Hareket misyonunu 12 Eylül ve ANAP’a devrederek “bitti” mi? Bu hareket mafyavari bir yapı mı yoksa kontrgerillanın bir kolu mu? Dışından kavranışı çarpıcılığı kadar sağlam olmayan bu tür kurgularla belirlenen, içinden değerlendirilişi yüceltici ajitasyonlara dayanan Ülkücü Hareketin 1980’lerdeki yeniden biçimlenme süreci, onu özgül bir siyasî-toplumsal hareket olarak kavramak bakımından elverişli malzemeyi sunuyor. Yaşadığı bunalımlı olgunlaşma sürecini yorumlayabilmek ve bu hareketi değerlendirebilmek, toplumu değiştirebilmek için gerçekten anlamayı gözeten bir yaklaşımı gerektiriyor. Elinizdeki kitap sadece Ülkücü Harekete değil, bütan olarak topluma ve bilgiye bu anlamda bir yaklaşım denemesi ...



ÖNSÖZ


Tanıl Bora ve Kemal Can’ın örnek bir araştırma ve inceleme ürünü olan bu kitapta, 12 Eylül darbesi ile dağılan, dağıtılan MHP eksenindeki hareketin 1980'li yıllarda içinden geçtiği muhasebe süreci ve MÇP adıyla yeniden inşası anlatılıyor.

İçerdiği zengin malzeme ile bu çalışma ilkin okuru MHP-MÇP çizgisindeki hareketin kendi özel düşünüş ve davranış dünyasında yaşadığı ciddiye alınması gereken değişimden haberdar ediyor. Elbette ki bu değişim hareketin asli niteliğini başkalaştıran mahiyette değildir. Ama öte yandan da bu çalışma bahsedilen değişime ilişkin yeni, güncel bilgileri MHP-MÇP hareketi hakkında önceden bildiklerimize eklemekle yetinmemizi de önermiyor. Kanımca kitabın asıl değer ve önemi genel olarak faşizm, özel olarak Türkiye’deki MHP-MÇP hareketine ilişkin sığ ve dar formüller içine sıkıştırılmış bilgi ve yargılarımızı yeniden gözden geçirmeye davet ediyor oluşundadır.

Bu davet şüphesiz ilkin sosyalizm hareketini ilgilendirmelidir. Çünkü özgül bir ideoloji, örgütlenme, eylem anlayışı ve siyasal toplumsal düzen olarak faşizmin tüm içeriğini belirleyen, ona dinamizmini sağlayan şey, mevcut veya muhtemel bir “sosyalist devrim tehlikesi’’dir. Tüm tarihsel örneklerinde ve Türkiye’de görüldüğü üzere sol faşist hareket, sosyalist devrim mesajı taşıyan bir akımın yükseldiği ortamlarda, hızla şekillenerek karşı bir kitle hareketi halinde sosyalizm akımının en amansız düşmanı olarak ortaya çıkmıştır. Sosyalist devrim “tehlikesi” faşizmin varlık koşulu, hatta varlık nedenidir. Faşist hareket bu "tehlike”ye karşı, tam ve temelden bir reaksiyonu temsil eder.

Bu bakımdan sosyalistlerin faşizmi kendilerine tam karşıt bir akım olarak nitelemeleri yanlış değildir. Ama sorunun can alıcı noktası bu karşıtlığın nasıl kavrandığı, nasıl bir içerikte düşünüldüğüdür.

Daha başından belirtilmelidir ki, bu konuda sosyalistler tarafından öne sürülen çeşitli görüşler, o görüş sahiplerinin bizzat kendilerini, yani kendi sosyalizmlerini nasıl tanımladıklarına sıkı sıkıya bağlıdır. Özetle sosyalizmi nasıl tanımlıyorsak, onun kaynağını, asli özelliğini, onu bir devrim yapan temel vasfı nerede görüyorsak, faşizmi de bu kıstaslara göre tam karşıtında yeralan bir akım, bir hareket olarak tanımlama eğiliminde olacağız.

Bu tespiti bilinçle kavramanın olağanüstü önemi vardır. Örneğin eğer sosyalizmi objektif gerçekliğin, bilimsel yasaların zorunlu sonucu, bunların doğruluğu ve kesinliği üzerine inşa edilmiş bir akım olarak kavrıyor, bundan dolayı da ona tüm olumlu değerleri kendinde toplamış bir hareket payesi veriyorsak, onun tam karşıtındaki faşizmi de bu özelliklerden tamamen yoksun, onların zıddını temsil eden bir konumda göreceğiz. Ve yine sosyalizmi toplumun alt sınıflarına, özellikle proletaryaya özgü, onu temsil eden bir hareket olarak niteliyorsak, faşizmi de toplumun öteki üst ucundaki sınıf ve zümrelere has, onları temsil eden bir hareket olarak nitelemekte ısrarlı olacağız. Faşizm bir hareket olarak karşımızda o alt sınıflardan bu arada proleterlerden de azımsanmayacak bir destek sağlamış biçimde belirse dahi biz bunları “özüne ihanet etmiş” veya her nasılsa kandırılmış bir kitle, bir tali fenomen olarak görüp, faşizmin gerçek sahibinin “tekelci sermayenin en emperyalist, en şoven, en gerici kesimi” olduğunu söylemekte tereddüt etmeyeceğiz. Aynı şekilde eğer sosyalizmin özünü “üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması”nda görüyorsak, faşizmin de bunun tam karşıtını, yani özel mülkiyetin en aşırı pekiştirilme eğilimini temsil ettiğini iddia etmeye yatkın olacağız ve dolayısıyla onun söz veya başka bir biçimde eleştirel tavırlarıyla karşılaştığımızda bunun ya bir aldatmaca olduğunu veya özünde özel mülkiyeti daha da sağlama alma amacini taşıdığını ispata yöneleceğiz.

.....



Giriş

Türkiye solunun ülkesindeki "sağ” siyasal akım ve düşünceler konusundaki bilgisizliğinin, dünyada eşine zor rastlanır ölçüde derin olduğunu düşünüyoruz. En belirgin özelliği sol karşıtlığı olan, hatta kendisini yıllarca sola düşmanlıkla, sola karşı terörle vareden ülkücü hareket hakkındaki bilgi birikimi açısından da, durum farklı değil. Evet, "faşizm sorunu” üzerine bir literatür yığını var. Fakat yazılanlar teorik soyutlamanın doruğundan inmiyor: Ağırlıkla Dimitrov’dan ve diğer “ustalardan” nakille yapılan evrensel faşizm tahlilleri yıllardır yineleniyor... Böylesi tahlillerde, "olayın” 1930’ların Almanya’sında mı, 1960’ların Arjantin’inde mi, 1970’lerin Türkiye’sinde mi geçtiği pek farketmiyor. Bu tahlillerin teorik çerçevesinden türev alarak somutlaşmaya doğru atılan adımlar, genellikle faşizmin "açık”-”gizli”, ”gelişmiş”-"azg'elişmiş” biçimlerini ayırdetme doğrultusunda oluyor. Bu yaklaşımlar da devletlû olsun, sivil olsun bütün egemen güçleri ve anti-komünist çizgileri “faşist'likle tanımlayıp "birleştiriyor, böylece somut durumu inceleme, kavrama ihtiyacını dumura uğratıyorlar. Kaldı ki, temeldeki teorik çerçeve de ciddi zaaflardan arınmış değil. Faşizmin temel siyasal, toplumsal, ideolojik saiklerini şematizmden uzak biçimde, özsel niteliği ile algılamayı sağlayacak çerçeveyi, Ömer Laçiner’in önsözü ana hatlarıyla çiziyor. Onun için, bu düzeydeki tartışmaya girmiyoruz.

Faşizme dair genel teorik çerçeveden ülkücü harekete yönelik olarak türetilen, çoğu kez çıkarsama niteliğindeki ”bilgi”lere ...

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues