La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Türkiye Gerçekleri ve Terörizm


Auteur :
Éditeur : Beybûn Date & Lieu : 1973, Ankara
Préface : Pages : 214
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 135x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Bak. Tur. N° 3934Thème : Politique

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Türkiye Gerçekleri ve Terörizm

Türkiye Gerçekleri ve Terörizm

Başbakanlık Bakanlıklararası Kurul

Beyaz Kitap

Türk Ceza Kanununun 141 ve 142 nci maddeleri, bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde Tahakküm’ünü tesis etmeğe, sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmağa, memleket içinde müesses İktisadî ve sosyal temel nizamları devirmeğe matuf faaliyetleri (suç) kabul eder.

Marksist-Leninistler, Türk Ceza Kanununun bu maddelerini daima karşılarına çıkan bir engel olarak görmüşlerdir, Keza bu maddeleri faşist kanun maddeleri diye vasıflandırmışlardır. Türkiye İşçi Partisi (TİP), bu maddelerin ilgası için vaktiyle Anayasa Mahkemesine başvurmuş fakat talebi, adı geçen mahkeme tarafından reddedilmiştir.

Türkiye'deki Marksist - Leninistlerin, kendilerinden olmayan her hareketi, şahsı, teşekkülü ve sistemi kolayca (Faşist) diye suçlamalarının açık örneklerinden biri de burada görülür. Dikkat edilirse bu maddeler, sınıf hâkimiyetine müsaade etmediği için komünizme olduğu kadar faşizme de mânidir. Sosyal sınıfları eşit derecede koruması yönüyle de, demokrasinin yaşatılması amacına dayalıdır.

.....


ÖNSÖZ

Türkiye, az gelişmişlik çemberini kısa zamanda kırarak gelişmiş bir ülke olmanın hamleleri içindedir. Buna rağmen el'an, sosyal, ekonomik vesair bazı önemli ve halli gereken meseleleri vardır.
Bu meseleleri ilmi bir görüşle tartışmak ve demokratik rejime ve T.C. Anayasasına uygun hal tarzları bulmak için gayret sarfetmek her Türkün tabii hak ve hattâ görevidir. Ancak, Anayasaya aykırı ve mevcut rejimi yıkmaya yönelen aşırı fikirlerden hareket eden bir avuç insan, silâha sarılarak teröre başvurursa, dünyanın her yerinde devletin görevi, devletin varlığına kasteden bu âsileri cezalandırmaktır. Türkiye'de yapılan da bundan başka bir şey değildir.
Türkiye'de anti-demokratik, faşist ve insan haklarına saygısız bir yönetimin mevcut olduğu iddialarına dayalı bir dış propaganda ısrarla sürdürülmektedir. Bazı Avrupa ülkelerinde başlatılarak yaygınlaştırılmağa çalışılan bu propaganda, esefle ifade edilmek gerekir ki, aydın, hümanist ve iyi niyetli bazı çevre ve şahsiyetleri de etkileme istidadını göstermektedir. Ancak, etki altında kalanlar daha önce, bu propagandanın nereden ve kimler tarafından yayıldığını araştırmağa şayet lüzum görselerdi Türkiye'de demokratik nizamı tahrip etmek maksadiyle tertiplenen suikastın bazı aktörlerini ve onların gerçek maksatlarını farkedebileceklerdi. Zira bu propagandaları maharetle ortaya koyanlar, 12 Mart 1971 tarihinden önce Türkiye’de Anayasa ile müesses demokratik düzeni silâhlı tedhiş ve terörle değiştirmek isteyen ihtilâlci sol mihrakların teşvikçisi veya fiilen destekçisi olmuş kanun kaçağı kimselerdir.
Bu kitap, Türkiye gerçeklerini dünya kamuoyuna açıklamak maksadıyla yayınlanmaktadır. Fakat, Türkiye’deki yönetimin ve bu yönetimde kendi vazife ve yetki sınırları içinde mesuliyet deruhde edenlerin savunması değildir. Çünkü buna ihtiyaç yoktur.
Türkiye olaylarını İnsan Hakları açısından şikâyet konusu haline getirerek uluslararası teşebbüslerde dahi bulunan bazı kimselerin; Türkiye gerçeklerini bilmeden, İnsanî düşüncelerle fakat duyduklarına göre hüküm vererek hareket ettikleri şüphesizdir.
Tükiye’nin bilhassa son birkaç yıldanberi maruz kaldığı Marksist - Leninist terör baskısı, kendi siyasi düzenlerini liberalizmde ve Batı anlayışındaki demokraside arayan ülkeler için ibret alınacak derslerle doludur. On parmağını kana bulamış teröristlerin, kendilerini mazlum, onları kanun sınırları içinde cezalandıran devlet mekanizmasını ise zalim gösterme çabaları ve mevziî de olsa, bunda başarı sağlamaları bugünkü Türkiye’nin hazin gerçeklerinden biridir. Son zamanlarda Türkiye’de beliren ihtilâlci sol terörizmin başka ülkelere de böylesine musallat olması her zaman için mümkündür. Bu kitap şayet uyarıcı bir tesir bırakırsa gayesine varmış olacaktır.
Birinci Dünya Savaşını takiben verilen Millî Kurtuluş Savaşından sonra yeni bir Türkiye kurulmuştur. Bunun kurucusu da Mustafa Kemal Atatürk'tür. Tarih boyunca pek çok ülkede pek çok büyük adamlar gelmiş geçmiştir. Bunlar arasında sadece kendi uluslarına değil, insan olmaları dolayısıyla beşeriyete de şeref ve gurur kazandırmış bulunanları vardır. Ancak bu büyük adamlar, umumiyetle hayatları müddetince bir fikrin, bir idealin temsilcisi olmuşlar ve uluslarını kendilerine bağlamışlardır. Hayata veda ettikten sonra da bir idealizmin sembolü kalabilen liderler ise tarih boyunca ender görülmüştür, Mustafa Kemal Atatürk bunlardan biridir. O, Türk Milletinin ve Türk gençliğinin yolunu aydınlatmada devam eden bir ışık olarak kalacaktır.
Atatürk, Birinci Cihan Savaşının ağır tahribatına uğrayan ve üstelik birçok kesimleri işgal edilen yurdunu kurtarmak için mücadeleye atıldığı zaman tek güveni, hasletlerini yakından tanıdığı milleti idi. Savaşı sürdürürken, yakınında yeni bir dünya görüşü meydana geliyor ve doğum halindeki yeni Türkiye'den kendi hesabına birşeyler umuyordu. Diğer taraftan, iç bünyede devlet şeklini dinî esaslara dayamak isteyenler de baskı yapıyor ve Atatürk'e karşı çıkıyorlardı. Şayet bunlardan herhangi biri, özel şartları içinde Türkiye için şayanı kabul olsaydı, hiç şüphe yoktu ki, Atatürk buna itibar ederdi. O, ne aşırı sağ ne aşırı sol doktriner sistemlere yanaşmamış, bunların ortasında bir düzen kurmuştur. Hayata gözlerini yumuncaya kadar da bu düzenin temellerini sağlamlaştırmış; aşırı sağ veya aşırı sol akımlara asla müsamaha göstermemiştir, O’nun, Türk Milletinin idrakinde ve inancında yerleşen bir parolası da; “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" olmuştur. İşte Türkiye Cumhuriyeti, bu parolaya sadık kalmayı bilmiş, hiçbir ülkenin içişlerine ve özel meselelerine karışmamış, zaaflarından faydalanmayı düşünmemiştir. O halde başkalarının da kendisine karşı aynı anlayış ve tutum içinde olmalarını istemesi ve beklemesi Türkiye Cumhuriyetinin en tabiî hakkıdır.
Türk Ordusu, tarihi boyunca sadece bir savunma gücü olarak kalmamış, ilericiliği temsil etmiş, din ve ırk fanatizmine olduğu kadar, aşırı sol dikta heveslerine de karşı çıkmıştır. O her zaman, kanunen kendisine verilmiş bulunan, Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görev ve sorumluluğu içersinde Atatürk ilkelerinin en sağlam teminatı olmuştur ve olmakta devam edecektir. Türk Ordusu ancak görevi icabı, mecbur kaldığında müdahale etmiş, fakat bunu asgari sınırlar içinde tutarak en kısa zamanda kışlasına, aslî görevine dönmesini bilmiştir. Bunun aksine bir tek misal göstermek mümkün değildir. Türk subayı gerçek halk çocuğudur. Ne bir imtiyazlı sınıftan gelmiş, ne de bir imtiyazlı sınıfı teşkil etmiştir. Türk subayı kendisini Atatürk ilkelerine adamıştır.
Bağrından yetiştiği milletinin daima yanında olmuş, onun arzu etmediklerini zorla, silâhla, ve terörle gerçekleştirmek isteyenlerin karşısına dikilmiştir. İşte bu dikiliş sebebiyledir ki, Türk subayları ve generalleri son iki yıldır belirli mihraklarca faşistlikle suçlanmışlar ve suikast teşebbüslerine dahi uğramışlardır.
12 Mart Muhtırasını takiben sınırlı şekilde ilân edilen sıkıyönetim idaresi ve mahkemeleri, sağ ve sol diktacı zorbaları hiçbir tefrik yapmaksızın aynı hassasiyetle kanun karşısına çıkarmıştır. Zira Türk Anayasası ve Kanunları bu iki aşırı cereyanı kanun dışı saymıştır. Bu, üzerinde münakaşa edilemeyecek kadar açıktır.
Dış propaganda aslında, Türkiye'de Marksist - Leninist düzen isteyenlerin yalan ve tezvirlerine dayanmaktadır. Türkiye'de ideolojik silâhlanmalar, suikastlar, işkence ve cinayetler, sabotajlar; şimdi savunulmağa, masum ve mazlum gösterilmeğe çalışılan insanlar tarafından yapılmıştır ve yapılmaktadır.
Bir insan, bir başkasını teşvik, tahrik ve vaatle bir cinayete azmettirir ve cinayet işlettirirse, burada suçlu sadece cinayeti işleyen mi olur? Türkiye’de birkaç yıldanberi cereyan eden olaylarla ilgili olarak yakalanıp âdil ve tarafsız mahkemelere tevdi edilenlerin bir kısmı, cinayetlerin böylesine teşvikçileridir.
Bir kısım Marksist - Leninist ihtilâlci, bâzı ülkelerde gerilla ve çeşitli tedhiş eğitimleri görmüş, silâhlanarak Türkiye'ye dönmüşlerdir. Bunların bazıları kır gerillasına başlamak üzere dağa çıkmış, bazıları da terörist şehir gerillası faaliyetlerine yönelmişlerdir. Karşılarında güvenlik kuvvetlerini bulunca teslim olmayarak çarpışmışlar, vurmuş veya vurulmuşlardır. Kanun kaçağı propagandacılardan birinin kitabında bahsedilen masum kurbanlar (!) işte bunlardır.
Beyan ve yazıları sebebiyle kanuni kovuşturmaya maruz bırakılmış bir iki gazeteciye arzulanmayan muamele yapıldığı filhakika vakidir.
Ancak, idari kademelerde gerekli tedbirler alınmıştır. Buna rağmen bu bir iki istisnaî vaka dahi faşist olduğu iddia edilen ülkemizin parlamentosunda şiddetli tenkitlere uğramıştır. Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki; sıkıyönetim mahkemelerince mahkûm edilmiş gazeteci yoktur.
İşkence iddialarına gelince;
Öne sürülen işkence şekillerine dair iddiaların asılsızlığı, bu konuda zikredilen sözde misallerin mantıksızlığıyla esasen aşikârdır. Meselâ, bazı kimselerce iddia edildiği gibi sanık olarak yakalanan bir genç kız, gece gündüz, ordu ve güvenlik kuvvetleri mensuplarının cinsî tasallutuna nasıl maruz kalabilir? Ne tarafından bakılırsa bakılsın, bu mümkün değildir. Bu konuya tekrar temas edilecek ve işkence gördükleri ileri sürülerek masum ve mazlum hale getirilmeğe çalışılanların bizzat yaptıkları işkenceler ve işledikleri cinayetler de anlatılacaktır.

Birinci Bölüm

Türkiye'yi 12 Mart'a Getiren İç ve Dış Marksist – Leninist Faaliyetler

Türk Ceza Kanununun 141 ve 142 nci maddeleri, bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde Tahakküm’ünü tesis etmeğe, sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmağa, memleket içinde müesses İktisadî ve sosyal temel nizamları devirmeğe matuf faaliyetleri (suç) kabul eder.
Marksist-Leninistler, Türk Ceza Kanununun bu maddelerini daima karşılarına çıkan bir engel olarak görmüşlerdir, Keza bu maddeleri faşist kanun maddeleri diye vasıflandırmışlardır. Türkiye İşçi Partisi (TİP), bu maddelerin ilgası için vaktiyle Anayasa Mahkemesine başvurmuş fakat talebi, adı geçen mahkeme tarafından reddedilmiştir.
Türkiye'deki Marksist - Leninistlerin, kendilerinden olmayan her hareketi, şahsı, teşekkülü ve sistemi kolayca (Faşist) diye suçlamalarının açık örneklerinden biri de burada görülür. Dikkat edilirse bu maddeler, sınıf hâkimiyetine müsaade etmediği için komünizme olduğu kadar faşizme de mânidir. Sosyal sınıfları eşit derecede koruması yönüyle de, demokrasinin yaşatılması amacına dayalıdır.
Diğer taraftan, Türk Ceza Kanununun bu maddesinden başka 1961 Anayasasının 4 ncü maddesi de aynen şöyledir:
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Millet, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümre veya sınıfa bırakılamaz. Hiç bir kimse veya organ, kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.”.
.....




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues