İLKSÖZ
Bireyin kendi dışında oluşan bütün bilgileri edinme hakkı çağdaş bir haktır. Bu hak ‘devlet sırrı’ kavramı altında gizlenirse karanlık bir yönetim oluşur. Bu kitabın özü bu ilkeyi yansıtmayı amaçlamaktadır.
3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk’ta 20 RC 721 plakalı bir kamyon ile 06 AC 600 plakalı bir Mercedes çarpıştı. Mercedes’in içinde bulunan kişilerin kimlikleri Türkiye tarihinin en karmaşık skandalını ortaya çıkardı.
Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak’ın yaralı olarak kurtulduğu, Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, katliam sanığı Abdullah Çatlı ve İzmir’li manken Gonca Us’un öldüğü kaza ile ‘Siyaset-Polis-Mafya’ üçgeni gündeme geldi. Bucak’ın arabasında susturuculu suikast silahları bulunması ise olayı esrarengiz bir hale soktu.
Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın da adının karıştığı çete bağlantıları için DYP savunmaya geçerken, zamanın Başbakanı Necmettin Erbakan’ın tepkisi: ‘Fasa, fiso’ biçiminde oldu. Erbakan dönemindeki incelemeden beklendiği gibi ‘bir şey’ çıkmadı. Ancak basının ve kamuoyunun duyarlılığı sonucu cinayetler ve uyuşturucu bağlantılarının ucu gözüktü. Tutuklanmalar, tahliyeler yaşandı. Bakanlar koltuklarını bırakmak zorunda kaldı. Dokunulmazlıklar kaldırıldı. ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ sloganı da Susurluk ile başlayıp, Susurluk ile devam etti. İddialar birbirini kovaladı.
Toplumun bir kesimince ‘çete’ olarak görülen kişiler, bazı siyasiler tarafından ‘kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir’ denilerek, kahraman ilan edildi. Kocaeli ve Yüksekova Çeteleri bu çerçevede ortaya çıkarılırken, TBMM’de bir araştırma komisyonu kuruldu. Komisyonun çalışmaları, tartışmalar, kavgalar, kıskançlıklar ayrı bir kitap konusu olacak kadar önemli. Türkiye genelinde, ‘Sürekli Aydınlık için bir Dakika Karanlık’ eylemleri başlatıldı. Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanvekili Hanefi Avcı’nın açıklamaları ise olayın şablonunu ortaya çıkardı. Sonuçta Avcı da ‘çok konuştuğu’ için on günlük bir tutukluluk hayatı yaşadı. Astsubay Hüseyin Oğuz ile Hasan Celal Güzel ve Mehmet Eymür’ün anlattıkları ‘Türkiye’de bunlarda mı olmuş?’ sorusunu hayret içinde sordurdu.
Halkımız ve medya kararlı bir şekilde talep etti, İstanbul DGM dava açtı. Susurluk sanıkları ile Özel Tim Polislerini tutukladı. Ardından diğer sanıklar da istedikleri zaman teslim olup tahliyelerini beklediler. Meslek dayanışmasının güzel bir örneği sonucu 39 gün firarda kaldıktan sonra teslim olan İbrahim Şahin, kısa sürede arkadaşları ile birlikte salıverildi. Ağar ve Bucak’ın da çete kurmak suçlamasından yargılanabilmesi için nihayet dokunulmazlıkları kaldırıldı. Ama Ağar’ı, Cumhuriyetimizde yargılayacak mahkeme bulunamadı!
Erbakan döneminde açılan soruşturmadan bir şey çıkmayınca, Yılmaz Hükümeti dosyayı yeniden açtı. Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş, bir rapor hazırladı. Raporun Türlüye Azerbaycan ilişkileri ile ilgili bölümü bizzat Başbakan tarafından yalanlanmak zorunda kalındı. Başbakan yetkisi ile donatıldığı açıklanan Savaş, sadece araştırma yaptığını belirtti. Kimsenin aldanmadığı görülünce 6 konuda soruşturma açılması talimatı verildi. Soruşturacak olan kişi, (Kutlu Savaş) RTÜK’ e başkan oldu, soruşturmalar da bir başka bahara kaldı.
‘Sisler Perdesi’ arasında ortaya çıkan bir kasetin işlevi çok farklıydı. Banka ihaleleri iptal edildi, medyadaki başkaldırı temiz toplum için yeniden güvenceye dönüştü. Ama yine de perde tam olarak aralanmadı. Bundan sonra ne derece aralanacağı da belli değil. ‘Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ diyenlerin, Tencere tava çalanların,
Bir dakika karanlık eylemi yapanların ve Türkiye’nin aydınlığını karartmak isteyenlerin önünde, Yarısı boş, yarısı da dolu bir bardak var... Önce doluya baktık. Anlaşılıyor ki, boşu da iyice incelemeliyiz...
Fikri Sağlar Emin Özgönül 31.10.1998, Ankara
Bir kasetin öyküsü
1998 yılının ikinci yarısı, Başkent Ankara yine alışıldık manzaralarla yüklüydü. Meclis yaz tatiline hazırlanmanın rehaveti içinde etindeki kanun tasarılarını tamamlamaya çalışıyor, gece mesaileri birbirini kovalıyordu. Susurluk olayının üzerinden iki yıla yakın bir zaman geçmiş, ama olayın tazeliği ve sıcaklığı kaybolmamıştı. Her gün yeni bulgular ve iddialar ortaya çıkıyor, ancak sonuca yönelik bir nettik kazanmıyordu.
Şimdi gündemde en büyük özelleştirme ihalelerinden biri daha vardı. POAŞ ihalesi üzerinde tartışmalar devam ederken, yeni bir ihale öncesi Meclis dahil, kulislerde hemen herkesin konuştuğu, ancak delillendiremediği bir iddia dolaşıyordu. İddia, üst düzey kamu görevlilerinin de dilindeydi. Yeraltı dünyası bu ihale ile yakından ilgiliydi. Devletin etinden çıkacak Türkbank için insanlar ihaleye girmemeleri konusunda tehdit ediliyor, ihale dosyası alan çok istekti bazı işadamları ‘bize göre değil’ diyerek sudan bahanelerle banka sahibi olma heveslerinden vazgeçiyordu.
Aynı günlerde bu ihaleye katılacak işadamlarına yönelik bir cinayet planının ortaya çıkarılması ise sonun başlangıcı oldu. Bazı banka sahibi işadamlarına yönelik cinayet planları saptanarak tetikçilerin yakalanması uzun bir istihbarat sonucuydu. Eldeki en önemli deliller bir lav silahının yanı sıra, polisin dinlediği telefon kayıtlarıydı. Yeraltı dünyasının ünlü ismi Alaattin Çakıcı’nın iki adamı, boğaz köprüsünde yakalanmasalardı, ... |