ÖNSÖZ
“Söz uçar, yazı kalır” derler ya; televizyonun sözü, kitabın ise yazıyı simgelediğini düşünürseniz, bu kitabı niye çıkarmak istediğimizi daha iyi anlarsınız.
Bu kitap, Kasım 1996 ile Şubat 1997 arasında televizyonda “söz” olarak söylediklerimizden oluşuyor. Ne yazık ki, beyazcamdan söylenen pek çok söz gibi o sözler de geceyarılannın rehavetinde uçuşup savruldular. O sesler, o yüzler, o görüntüler, o belgeler, hepsi, ama hepsi duyarsızlığın, umursamazlığın, hafızasızlaştırmanın betondan duvarına çarpıp boşlukta dağıldılar. Bunun, o seslere, o sözlere, günlerini, gecelerini, alınterini, emeğini vermiş bir yayımcı için nasıl kahredici bir sonuç olduğunu tahmin edemezsiniz.
“Söz”ün bir kulaktan girip diğer kulaktan uçan bir hercai kuş olması karşısında sığınabileceğiniz tek liman 'yazı”dır. Biz de bu kitapta o limana sığındık. Hafızanın ihanetine karşı harflerden bir barikat örmeye çalıştık. “Unutkanlık” bizim virüsümüz...
Kendi başına bir hastalık değil; ama AİDS virüsü gibi bünyenin direnme gücünü yok ettiğinden birçok başka hastalığa yakalanmamızı kolaylaştırıyor ve bizi içten içe yok ediyor. O virüsü yenmenin tek yolu; hatırlamak, unutmamak, unutturmamak... “Ergenekon” işte bu amaçla yazıldı...
Anılarını yazan bir CIA görevlisi, bir gazete mülakatında, “Bütün bu istihbaratı nasıl topluyordunuz” sorusunu yanıtlarken gülümseyerek şu yanıtı veriyordu: “Büyük dikkatle New York Times okuyorduk”. Bu esprinin ardında önemli bir gerçek var:
Basın, her gün bizlere çığ gibi istihbarat akıtıyor. Ancak eskiden yeterince bilgi alamamaktan yakınan kamuoyu için, şimdi yeterince dert başgösteriyor: “Enformasyon patlaması...” O kadar çok haber ve bilgi o kadar değişik kaynaktan, o kadar farklı formlarda akıyor ki, hangisini izleyebileceğimizi, hangisine inanacağınızı şaşırıyorsunuz. Ve sonunda her haber bülteninin başından kafanız biraz daha karışmış olarak kalkıyorsunuz.
Biz, haber programımız “40 Dakika”da İşte bu karışıklığı gidermeye çalıştık. Her gelen yeni haberle iyiden iyiye düğümlenen Susurluk bilmecesini çözebilmek için konunun özünü hiç atlamadan, ayrıntıların, biraraya gelince, genel manzarayı bütün çıplaklığı ile ortaya serdiğini gördük.
O yüzden bu kitapta yepyeni belgeler, inanılmaz ifşaatlar, açıklanmamış sırlar bulmayacaksınız. Tersine, elde edilen bilgilerin soğukkanlı bir araştırmacı tavrı ve titizliğiyle birbirine eklenince “Devletin içindeki Devlet”i nasıl aydınlattığını farkedeceksiniz.
Karanlık odada ilaçlı suya atılan bir kartın üzerinde, bir fotoğraf karesi nasıl yavaş yavaş biçimlenirse sayfaları çevirdikçe Susurluk kazasının fotoğrafının da öyle biçimlenip, anlaşılır hale geldiğini göreceksiniz. iyi bir fotoğraf elde etmenin formülü çok basit:
Çerçeveyi iyi kurmak, alan derinliğini iyi ayarlamak, flu nokta bırakmamak ve ayrıntılara titizlenmek... “Ergenekon”da bunların hepsini yapmaya gayret ettik... “40 Dakika”ya konuşarak, tabloyu daha net görmemizde bize yardımcı olan siyasetçilere, bilim adamlarına, askerlere, uzmanlara şükran borcumuz var.
Tabii kılı 40 yararak çalışan 40 Dakika ekibine de... Ağabeyimiz Erbil Tuşalp, bize hem birikimini, hem arşivini açarak, her aşamada yerinde uyarılar yaparak, kimi zaman kritik söyleşilere imza atarak bu kitabın gerçekleşmesinde en büyük katkıyı yaptı.
Susurluk kazasından ortaya saçılan o yüzlerce aynntının gazetelerden ayıklanması işini ise Serhat Özkan, Alparslan Acarsoy ve Barış Duman üstlendiler. Program metinlerinin kitap haline getirilmesi Hale Şerifin emekleri sayesinde mümkün oldu. Dilek Dündar ise sağduyulu eleştirileri, yerinde uyarıları ve yardımlarıyla büyük destekçimiz oldu. 40 Dakika'da alın teri olan diğer isimlere; Nazan Gezer'e, Musa Çözen'e, Canberk Benli'ye, Murat Özcan'a, Soner Sevgili'ye, Tannur Arat'a, Bülent Özkam'a, Aykan Demir'e de teşekkürü borç biliyoruz.
Son olarak, konunun bütün “rahatsız ediciliğine”ne rağmen, cesaretle destek veren ve hiçbir engellemeyle karşılaşmaksızın bu yayınları yapabilmemizi sağlayan Show Tv yöneticilerine de şükranlanmızı sunuyoruz. Umarız, bu kitap, çetelerden arınmış, demokratik bir hukuk devleti özlemlerine omuz verir. Söz uçtu, bakalım yazı kalacak mı?
Artakalanlar*
Türkiye büyük bir skandalla çalkalanıyor. Haftalardır Susurluk yolunda meydana gelen bir trafik kazasıyla1 ortaya çıkan korkunç ilişkiler ağını çözmeye çalışıyoruz. Hükümet, devlet, ağır zan altında iddialara cevap yetiştirmeye uğraşıyor. Ancak her açıklamada kafalar biraz daha karışıyor. Biz bu hafta 40 Dakika'da, günlerdir etrafında dönülüp durulan, ama bir türlü açıklanamayan bu örgütün adını koyacağız. Son gelişmelerin aslında 70'lerden başlayan bir gizli örgütlenmenin sonucu olduğunu kanıtlamaya ve Avrupa'da 5 yıl önce ortaya çıkarılan Gladio örgütüyle benzerliklerini sergilemeye çalışacağız. Bu örgütlenmede 70'lerin iç savaşından artakalanların nasıl bir rol oynadığını göstereceğiz.
Susurluk'ta olup bitenleri tam olarak anlayabilmek için 18 yıl öncesine, 9 Ekim 1978 gününe dönmemiz gerekiyor. Bugün Türkiye'yi sarsan bu tartışmanın başrol oyuncuları, 18 yıl önce bir geceyarısı Bahçelievler'de bir evin2 önünde buluşmuşlardı. İçerde Türkiye İşçi Partili 7 genç vardı.3 Dışardakiler, saat 01.30 sıralarında TİP'lilerin bulunduğu dairenin kapısını iki kez çaldılar. Gelen; azraildi. ..... *Bu bölüm 26 Kasım 1996 günü 40 Dakika programında yayımlanmıştır. |