Bu çalışmayı İstanbul'da 1992 yılında açılan Kürt Enstitüsü 'nün ve Kürt biyologları 'nın incelemesine sunuyorum.
ARAŞTIRMA İLE İLGİLİ BİRKAÇ SÖZ
Değerli araştırmacı biyolog Edip Polat'ın çalışmasını ilgiyle okudum. 83 bitkiden, 9 hayvandan söz ediliyor. Bunlar Kürdistan coğrafyasında yetişen bitkiler ve hayvanlar. Bunların tamamı 19. yüzyılın ortalarından itibaren Batılı biyologlar ve botanikçiler tarafından keşfedilmiş. Bu bilim adamları tarafından, bu bitkilere ve hayvanlara Kürdistani isimler verilmiş. Batılı bilim adamları, biyologlar ve botanikçiler tarafından yazılan kitaplarda bu bitkiler ve hayvanlar Kürdistani isimlerle anılıyor, öğrencilere bu isimlerle öğretiliyor.
Türk Üniversitelerinin Fen Fakültelerinde bu bitkilerden ve hayvanlardan söz edilmiyor. Bunlar, Kürdistani isimler taşıdığı için öğrencilere gösterilmiyor, öğretilmiyor. Bu bitkilere ve hayvanlara ilişkin incelemeler yapılmıyor. Batılı biyolog ve botanikçilere ait kitap ve yazıların bu bölümleri Türkçe'ye çevrilmiyor. Bu bitkiler ve hayvanlar yokmuş gibi davranılıyor. Bazan da Kürdistani isimler "ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne aykırı sayıldığı için, bu bütünlüğü zedelediği gerekçesiyle değiştiriliyor, Türkçe isimler veriliyor... Öğretim üyeleri, "biz ülkemizi çok seviyoruz, Türk vatanını böldürtmeyiz" diyorlar.
Bütün bunlar resmi ideolojinin biyoloji ve botanik bilimlerinin gelişmesini nasıl engellediğini göstermesi bakımından önemlidir. Resmi ideoloji, sadece toplumsal bilimlerin gelişmesini engellemiyor, fen bilimlerinin gelişmesini de engelliyor. "Türk ülkesinin ve Türk milletinin bütünlüğü" bozulur endişesiyle bu çiçeklerin ve bu hayvanların isimlerini anmaktan korkan profesörlere ne demeli? Resmi ideoloji profesörlerin beyinlerini çürütüyor. Çürümüş zihinlerle bilimsel gelişme sağlanır mı? İnsanların kendi yurtlarını sevmesi, onu doğasıyla, iklimiyle, bitkileriyle, hayvanlarıyla değerli bulması, kuşkusuz çok yüce bir duygudur. Fakat başkalarının yurtlarını da sevmek(!) orada silah gücüyle oturmak, bunun için de insanlarıyla birlikte doğayı da tahrip etmek yurtseverlik değildir. Bunun adı sömürgeciliktir. Türk profesörleri, Kürtlerin de kendi ülkelerini, yani Kürdistan'ı sevebileceğini, O'nun için her türlü fedakarlığa katlanabileceğini ne zaman öğrenecek?
Şimdiye kadar, hep, Kürt şarkılarının, Kürt masallarının derlenip toparlanması, Kürt folkloruna sahip çıkılması öneriliyordu. Edip Polat'ın çalışması bize şunu hatırlatıyor: Kürdistan'ın doğasına, florasına ve faunasına da sahip çıkmak gerekir. Kürdistan, sürekli olarak bombalanıyor, ormanlar yakılıyor, su kaynakları zehirleniyor, kurutuluyor... Kimyasal silahlar, napalm bombaları doğayı tahrip ediyor. Köyler boşaltılıyor, evler yakılıyor, insanlar sürgün ediliyor. Bütün bunlar, sadece, nüfus yapısını değiştirmiyor, aynı zamanda, doğayı da değiştiriyor. Sömürgeci güçler, Kürdistan'ın doğasına, florasına ve faunasına karşı çok yoğun müdahalelerde bulunuyor. Hayvanlar ölüyor, o bölgeden başka bölgelere göç ediyor. Doğa koşullarına yapılan bu müdahaleler bazen türlerin kaybolmasına neden oluyor, çiçekler artık yetişmiyor, büyümüyor... Tarımdaki makinalaşma da doğanın değişmesine, bazı türlerin kaybolmasına, göçlere neden olabiliyor, fakat sömürgeci güçlerin gerçekleştirdiği tahribatın çok farklı sonuçlar ortaya çıkardığı açıktır.
Edip Polat'ın çalışmasında, sözü edilen bitkilerin ve hayvanların fotoğrafları yok, resimleri çizilmemiş. Yabana bilim adamlarının kitaplarında da bunların çoğunun resimleri ve fotoğrafları yokmuş... Sömürgeci güçlerin, Kürdistan'ın doğasına yaptıkları bu müdahaleler karşısında bu çiçek varlığının ve hayvan varlığının saptanması, korunması, resimlerinin çizilmesi, fotoğraflarının çekilmesi önemli bir görev olarak ortaya çıkıyor. Kürt masallarının, Kürt şarkılarının derlenip toplanması yanında Kürdistan'ın florası ve faunası konusunda da çok ciddi çalışmaların yapılması, kolleksiyonların hazırlanması gerekiyor...
Edip Polat'ın çalışmasının bazı bölümleri Özet olarak Yeni Ülke Gazetesi'nin Aralık 1991 tarihli sayılarında yayınlanmış ve önemli tartışmaların başlamasına neden olmuştu. Kitap olarak yayının çok daha önemli olacağı, ulusal hareketin gelişmesine yeni boyutlar getireceği, ülkenin ve ulusun özgürleşmesine katkılar sunacağı açıktır.
İsmail Beşikçi, 6.7.1992
Birinci Bölüm
Bilim Gerçeği, Sosyobiyoloji ve Bilimsel Adlandırma Resmi İdeolojinin Bilime Müdahalesi
"Ben dönmüyor desem de, Dünya yine dönüyor!" Dünya'nın döndüğünü tesbit ettikten sonra Kilise Mahkemelerince yargılandığı söylenen ünlü bilimadamı Galilei Galileo'nun bu son sözlerinin üzerinden yüzyıllar geçti. Dönen Dünya'da bilimsel-teknik gelişmeler inanılmaz bir hızla gelişip bugünkü seviyeye ulaştı. Ancak bu düzeye gelinceye kadar tarihin çeşitli evrelerinde, çeşitli ülkelerde egemen güçler bilimin, bilim adamının önünde eskinin kiliseleri, istibdat mahkemeleri olmaya hep devam ettiler. Çeşitli alanlardaki bilim, egemen güçlerin devlet ve sınıf çıkarlannm hizmetine sokulmak istendi. Bilimadamlan bu "kutsal" çıkarları aşmamaları için, deyim yerindeyse "hizaya gelmeye" zorlandılar. Yakın tarihte ABD'nin, "Yıldızlar Savaşı Projesi"ni gerçekleştirmek için Fizik Bilimini ve ünlü Fizikçilerini nasıl çıkarlanna peşkeş çektiğini hepimiz biliyoruz. Atom ve diğer nükleer silahların yapımında da emperyalist çıkarlar için Fizik biliminin alet edildiğine insanlık tanık oldu. Yine biliniyor ki, Batılı sanayileşmiş ülkelerin yönetimleri isteseler, teknolojik imkanları en iyi şekilde kullanarak Afrika'da göbeği dışarda, ayağı çıplak ve aç insan bırakmayabilirler. Piyasadaki arz-talep dengesini bozmamak ve kâr oranını düşürmemek için malların üretiminin belirli bir seviyede tutulduğu kamuoyundan saklanan bir durum değildir. v Türkiye'de, yakın tarihte, Sıkıyönetim komutanlıklan'nm emriyle görevlerinden uzaklaştırılan öğretim üyeleri olayı hala tazeliğini koruyor. 1402'likler 11 yıl aradan sonra daha yeni yeni görevlerine dönmeye başladılar. 12 Eylül darbesini gerçeldeş-tiren generallerin ilk el attıkları yerlerden biri Üniversiteler oldu. Nedeni boşuna değildi: "Hizadan çıkmış bir toplumun, hizadan çıkmış bilimcileriydiler." Bilime yapılan bu açık müdahale çeşitli alanlarda günümüze kadar sürdü. Zorbacı yönetimlere karşı çıkan, bilime müdahaleyi istemeyen, egemen ... |