Elikanlarla bir mevsim
"Ez koçer im lê lê le leylim lê lê, ez koçer im qurbano Ez aşiqê lêlê çevê reş im heyrano"
Raman Dağı'nın eteklerinde hüzün mevsimindeydik. Küçük koçer kızlarının al yanakları, Sonbahara kalmış yaz çiçekleri gibi solmaya başlamıştı. İşte bir koçeri daha bitmişti.. Yüksek yaylaların özlemi, misafir çadırlarının orta yerinde bütün Elikanlıların yüzünde kederdi artık. Esen sert rüzgar, arkası kesilmeyen yağmurlar, kara kış günlerinden haber getiriyordu. Soğuk sulardan, binbir çiçek, binbir nebatattan mayalanmış sütün, binbir tadına uzak zamanlar başlıyordu. Hasret günleri, baharda başlayacak bir dahaki koçeri beklenerek geçecekti.
Elikanlı Zoması'nın önünden Batman'dan gelip, Midyat'a giden yol geçiyor. Hemen ötesinde, Mezopotamya uygarlığının sembolü tarihi Hısın Keyf (Heskîf) şehri var.
Aynı dili konuşuyorlar ama koçerler, şehirlileri, şehirliler de koçerleri benimsemiyor. Elikanlılar kentlilerin dört mevsim taş evlerde geçirmesine bir anlam veremiyor. Onların yaz kış meskeni kara çadır...
Koçerlerin hayvanlarını, çocuklarını ürküten taksiler, traktörler, minibüsler, bisikletliler, başka bir dünyanın insanı. Koçer erkekleri zaman zaman kafileler halinde Hısınkeyf'deki çayhanelere gidiyor. Orda şehirlilerin durmadan parayla, lokantalarda kebap yiyip çay içmelerine bir anlam vermiyorlar. Onlar en çok ihtiyaçları olan tuz, şeker, un, ayakkabı, elbise gibi şeyleri yılda, bir iki defa alıyorlar. Her defasında da hayal kırıklığına uğruyorlar. Şehirdeki zamlar onları da etkiliyor. Anlattıklarına göre, her geçen gün daha fazla hayvanlarını elden çıkarmak zorunda kalmışlardı.
Koçer erkekleriyle yaptığımız sohbete, Zerê Ana da katılıyor. … |