The Kurdish Digital Library (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Kürt Kızı Zenge


Editor : Berfîn Date & Place : 1994, İstanbul
Preface : Cemşîd BenderPages : 112
Traduction : ISBN : 975-7354-27-9
Language : TurkishFormat : 135x196 mm
FIKP's Code : Br. Tr. 2504Theme : Literature

Kürt Kızı Zenge
Versions

Kürt Kızı Zenge [Türkçe, İstanbul, 1994]

Keça kurd Zengê [Kurdî, Stockholm, 1997]


Kürt kızı Zenge

Kürt kιzι Zenge’de yer alan öykülar, kürt ve türk emekçilerinin dağlandιklarι acιlarι şiir tadιnda verirken; kimi olaylarι gerçekçi kimi zaman da gerçek üstücü bir doku içerisinde sunuyor.


...

Ölüm şu garip dünyada boynumuzun borcu; içtiğimiz su, yediğimiz ekmek kadar bize yakın. Gün olur gecelerimize girer; korkulu düş deriz, gün gelir yabani bir ottur dayalı döşeli bahçemizin en güzel çiçekleri arasında açar; süregelen renk, şekil alemini bozar. Bozsun. Hangi çiçek mevsimini aşabildi? Göz zevki için renkler üç dört ay tazeliğini saklar. Saklasın. Dil zevkine, ağız tadına gelince, çayıydı, kahvesiydi, ağızda buruksu bir lezzet bırakır. Bıraksın, kısa an boyunca... Netice, yenilgi! Tek çıkar yol, yokluk. Yokluk alemi ne kadar kaçınılmaz bir gerçek. Yokken var ol; varken yok ol. Şaka değil, nereden geldin; nereye gidiyorsun?
Biz iki kardeştik. Güneşin kavurduğu bir toprak parçasında kerpiçten bir evimiz vardı. Ne de sağlamdı ya! Dedelerden kalma ahır sekisi hayvanlara, avlusu ota, buğdaya yatkındı. İki güleç kuvvetimiz ekine dalınca avlu. dolardı. Aslan gibiydik. Anamız, "elleriniz dert görmesin" derdi. "Dert görmesin yavrularım. Sizin de yükünüzü kaldıranlarınız olsun! Oğullarınız ekinlerinizi savursun."
Babamız da vardı; sağdı o zaman...

İçindekiler

Özgürlüğe dilekçe / 5
Kürt kızı Zenge / 20
Rençper tüfeği / 26
Kadere dönen dünya / 32
Arabacı kürt zeynel / 38
Boşluktaki adam / 46
Çamur / 49
Kan / 53
Köprü / 55
Sihirbaz, ben ve üçüncü adam / 61
Karides durağı / 68
Beyaz tavuğun ölümü / 75
Bıldırcınlar / 78
Tourslu kasap / 84
Made in Germany / 93
Boşluldarı doldurmak / 100

Özgürlüğe dilekçe

Ölüm şu garip dünyada boynumuzun borcu; içtiğimiz su, yediğimiz ekmek kadar bize yakın. Gün olur gecelerimize girer; korkulu düş deriz, gün gelir yabani bir ottur dayalı döşeli bahçemizin en güzel çiçekleri arasında açar; süregelen renk, şekil alemini bozar. Bozsun. Hangi çiçek mevsimini aşabildi? Göz zevki için renkler üç dört ay tazeliğini saklar. Saklasın. Dil zevkine, ağız tadına gelince, çayıydı, kahvesiydi, ağızda buruksu bir lezzet bırakır. Bıraksın, kısa an boyunca... Netice, yenilgi! Tek çıkar yol, yokluk. Yokluk alemi ne kadar kaçınılmaz bir gerçek. Yokken var ol; varken yok ol. Şaka değil, nereden geldin; nereye gidiyorsun?
Biz iki kardeştik. Güneşin kavurduğu bir toprak parçasında kerpiçten bir evimiz vardı. Ne de sağlamdı ya! Dedelerden kalma ahır sekisi hayvanlara, avlusu ota, buğdaya yatkındı. İki güleç kuvvetimiz ekine dalınca avlu. dolardı. Aslan gibiydik. Anamız, "elleriniz dert görmesin" derdi. "Dert görmesin yavrularım. Sizin de yükünüzü kaldıranlarınız olsun! Oğullarınız ekinlerinizi savursun."
Babamız da vardı; sağdı o zaman.

"Tuttuğunuz toprak altın olsun," derdi.

Bu arada iğnemiz, eksikmiş ne zarar var. Huzura yönelmişiz bir kere. Gönüllerimizde sıcak ekmek gibi yaşama sevinci pişerdi; yemeğe. Rahattık ve her zaman açtık. Açlığımıza huzur sofraları kurulurdu. Mutluyduk. Eksiğimize üzülmüyorduk. Ara yerde yaşama sevinci vardı. Anamızın sırtına yağmur yağsa aldırmazdı. Kalenderdi. Şemsiyesi yokmuş, nesine. Aslan gibi evlatlarına güveniyordu.

Evimizin bir seması varsa biz onun güneşiydik. Bulutlu havalarda iki kardeş el ele tutuşur güçlükleri rüzgâr olur süpürürdük. Babamıza gelince, sigara içmezdi. Bir ayagı topaldı. İki koltuk değneğini hayatınca taşıdı. Onun daima koltuk değneklerinin arkasında saklanmış belirsiz bir yüzü vardı. İki omuzu yükselmiş, göğsü düşük, ama sevgi doluydu gözleri. Küçük bacımız semavere ateş atıp da kömür tanecikleri çıtırtılarla odayı doldurdu mu babamızın çehresine tatlı bir neşe gelip yerleşirdi. Çayı kıtlama içerdi. Yudumunu, ağzının bir tarafını şişiren şekere sindirirken, bir resmi çekilse torunlarına gösterebilirdi ilerde. Biz de bunu dilerdik.

Çocuklarımız olsun, kasabada dolaşsınlar. Ne kadar gitseler uzaklaşamazlar. Evler aralı değil, halkımız anamız gibi kalender. Çocuklarımız da öyle, korkumuz yok. Kazanın, felaketin adı olsa olsa ne olacak? Çocuğun ayağı çıplak, çivi batar, cam keser, hepsi bu. Elektrik yoktu ki, anamız ütüyü masada unutsun da yangın olsun. Otomobil binde bir geçer. Kimi çiğneyecek? Çocuklar daima sağ, mahallemiz daima mahalle, kasabamız kasaba. Küçüktü kasabamız, kurulduğu günkü kadar küçüktü. Toprak evler çepeçevreydi. Yağmurlu havalarda bir çamur deryasına dönerdi ortalık. Bu mevsimde kuyu sularımız tezek, toprak kokardı. Yaz gelince bir güneş büyürdü tepemizde öylesine yakıcı.

Güneş sersefil olur bu yollardan çıkmazdı. İşte biz bu kösnük toprak parçasında doğmuştuk. Bu topraklar üzerinde yaşadık, öldük.

Özgürlük savaşına atılmadan önce, her şey uzun yıllardan beri devam eden alışkanlıklara benzerdi. Sanırdık ki, ilk okulumuzun öğretmenleri başka ülkelerden gelme üstün kişilerdi. Hepsi yabancıydı. Onlar ilk defa işittiğimiz bir dille konuşurlar, başka türlü giyinirlerdi. Beyaz yüzlerini kenarlı şapkalarla saklarlardı. Sanki güneş onları sıkar gibiydi. Oysa biz güneşin adamlarıydık. Çıplak ayaklarımızla toprak yollarımızda onların özentili ayakkabılarına inat koşardık.

Bilemezdik bir türlü, maden ocaklarından imanına kadar dolu konvoyların nerelere çekip gittiklerini. Daha sonra üstümüzden uçaklar geçerdi. Tarifsiz bir neşeyle avaz avaz bağırırdık. Onlarla birlikte uçup gitmek isterdik. Bulutların ötesinden gelen uygarlığın kucağına düşmek için mi? Kimbilir? Bizi yöneten gücün sırrını çözebilir miydik? Nazik yapılı, güneşten korkan insanların üzerimizde kurdukları egemenliğin nedenini bilemiyorduk.
Güneşten korkan insanlar, aksine, bizleri idare etmenin sırlarını biliyorlardı. Bunu biz iki kardeş inkâr edemeyiz. Kasabamızda ilk defa sinemayı onlar gösterdiler.

Bayrakları, askerleri beraber alkışladık. Futbol sahası yapıldı. Malzeme boldu. Ben bek hattında oynardım. Kardeşim kaleci dururdu.

Cemşid Bender

Kürt kızı Zenge

Berfîn Yayınları

Berfîn Yayınları: 1
Öykü dizisi: 1

ISBN 975 - 7354 - 27 – 9

Cemşit Bender : Kürt kızı Zenge
Birinci Basım : Ekim 1992
İkinci Basım : Ekim 1994
Kapak fotoğrafı : 2000'e doğru Arşivi
Dizgi-baskı : Yön matbaacılık
Cilt : Uğur mücellit

Bu kitabın yayın hakları Berfin yayınları'na aittir.

Cağaloğlu yokuşu, Evren han, kat: 3
No:55 34440 Cağaloğlu-İSTANBUL
Tel:(0 212) 527 03 22

Yazarın diğer kitapları
- Kürt tarihi ve uygarlığı (4. Basım)/Kaynak yayınları
- Kürt uygarlığında alevilik (2. Basun)/Kaynak yayınları
- Kürt mutfak kültürü ve kürt yemekleri/Melsa yayınları
- 12 imam ve Alevilik (3. Basım)/Berfin yayınları
(Kitapları yayınevimizden isteyebilirsiniz.)


Cemşid Bender 1927 yılında Konya’da doğdu. Halen kürt enstitüsü tarih bölümü başkanlιğιnι sürdüren Cemşid Bender , uzun yιllar süren araştirmalar sonucu yazdιğι kürt tarihi ve uygarlιğι, kürt uygarlιğιnda  alevilik  ve kürt mutfak kültürü ve kürt yemekleri adlι kitaplarι büyük ilgi gördü. Öykücülüğe de 1950’li yιllarda başladι . Ürünleri 80’li yιllara kadar yurt içinde ve yurt dιşιnda çeşitli dergilerde yayιnlandι.

PDF
Downloading this document is not permitted.


Foundation-Kurdish Institute of Paris © 2024
LIBRARY
Practical Information
Legal Informations
PROJECT
History & notes
Partenaires
LIST
Themas
Authors
Editors
Languages
Journals