Pirtûkxaneya dîjîtal a kurdî (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Soba, pencere camı ve iki ekmek istiyoruz


Nivîskar : Yılmaz GüneyMultimedia
Weşan : Güney Filmcilik Tarîx & Cîh : 1977, Berlin
Pêşgotin : Yılmaz GüneyMultimediaRûpel : 258
Wergêr : ISBN :
Ziman : TirkîEbad : 105x170 mm
Hejmara FIKP : Liv.Tur. 3970Mijar : Wêje

Soba, pencere camı ve iki ekmek istiyoruz

Soba pencere camı ve iki ekmek istiyoruz

Bu roman, birbuçuk yıllık yoğun bir uğraşın ürünüdür. Günümüz koşullarında, özellikle benim konumumda bir insanin, daha önemli sorunlar gündemde iken, daha acil konular üzerinde araştırma ve inceleme yapması gerekirken, birbuçuk. yıllık zamanı bir roman için ayırması tartışılması gereken bir gerçektir; kabul ediyorum. Bu uzun çalışmanın beni siyasal gerileyiş içine soktuğunu da ayrıca belirtmek isterim....

 

ÖNSÖZ

Bu roman, birbuçuk yıllık yoğun bir uğraşın ürünüdür. Günümüz koşullarında, özellikle benim konumumda bir insanin, daha önemli sorunlar gündemde iken, daha acil konular üzerinde araştırma ve inceleme yapması gerekirken, birbuçuk. yıllık zamanı bir roman için ayırması tartışılması gereken bir gerçektir; kabul ediyorum. Bu uzun çalışmanın beni siyasal gerileyiş içine soktuğunu da ayrıca belirtmek isterim.

Romana bitmiş gözüyle bakmıyorum. Çünkü, acılarını ve umutlarını hikâyeleştirdiğim 'arkadaşlar, yaşamlarını romandan bağımsız olarak, sürdürüyorlar. Kimi hâlâ cezaevlerindedir...

Kimisi de, anlatmaya çalıştığım karma- şık ilişkiler zincirinin birer parçası olarak dışarda... acılarına yeni acılar katarak.

Okul sıralarında, ders yılının sona ereceği günlerde, koca bir eğitim yılını iyi - kötü beraber geçirdiğim arkadaşlardan ayrılmanın derin hüznünü duyardım. Şimdi, şu satırları yazarken, ona benzer bir ayrılık hüznü var içim-de. Birbuçuk yıl, gecemi, gündüzümü... yemek yerken, volta atarken uyurken, çalışırken ranzamı, hücremi ve koğuşlarımı paylaştığım arkadaşlarımdan ayrılıyorum. Bir gerçektir ki, hikâyesini ettiğim arkadaşlarımı unutmayacağım. Fakat yeni uğraşlara gireceğim için, onları daha az düşünebileceğim. Avuntum şudur: Bu romanı okuyanlar, onları benim yerime de düşünecekler; bu arada beni de düşünecekler.

Bu romanın yazılış sürecinde, çeşitli arkadaşlarla konuştum... anlatılanların notunu aldım. Bir kısım arkadaşlara, yaşam kesitlerinin bazi bölümlerini bizzat yazdırdım. Topladığım bütün bilgilerle, kendi birikimlerimi kaynaştırmaya çalıştım. Bilinmelidir ki, bu romanda . geçen bütün olaylar çok az değişikliklerle, kendi gerçekleriyle yansıtılmıştır. Hayatın gerçekliğini bozmamaya özel bir dikkat gösterdim. Bir kısim isimleri değiştirerek kullandım. Bazı isimleri de, çeşitli sakıncaları gözönünde tutarak, ad ve soyadlarının baş harfleriyle kullandım. Bazı arkadaşların isimlerini de olduğu gibi kullandım.

Bu roman için, değerli yardımlarını benden esirgeme-yen, Yılmaz İslam, Avni Bektaş, Osman Budak (Kara Osman), Kazım Kapı (Kürt Kazım), Haydar Erdoğan, Tayfun ozgül, İzzet Solmaz, Cemal Akan, Ismail Ipek, Tahir Esin, Latif Mutlu, Satılmış Umut, Mürvet Bozkurt, Binali Akpınar ve Dördüncü Koğuş çocuklarına, romanın bazı bölümlerini dinleyip eleştiri yönelten cezaevi arkadaşlarıma ve değerli eleştirileriyle romanın gerçekliğine can katan yiğit karım ve yoldaşım Fatoş'a teşekkür ederim...

YILMAZ GÜNEY


ANKARA KAPALI CEZAEVİ RAPORU

Bir zamanlar şehrin dışında, at ahırı olarak kullanılırmış, şimdi kaldığımız cezaevi. O zamanlar ne kadar at barınırmış, tam olarak bilmiyoruz, ama bizim nüfusumuz oldukça kabarık. Şu günlerde binyüzün üstündeyiz. Günden güne de çoğatmaktayız.

Cezaevinin giriş kapısıyle ikinci kapi arasına "kapıaltı" denir. Burada cezaevi "zimmetine" geçersiniz. Kapıaltını geçince küçük, dört yanı duvarlarla çevrili bir bahçeye çıkarsınız. Idam mahkumlarının infazı bu küçük bahçede yapılır. O uzun ve ince kavak en son üç ihtilalcinin... Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamına tanık olmuştur.

İlk girenlerin aranması burada yapılır. Cepleriniz boşaltılır. Kemeriniz alınır ve her yanınız didik didik edilir, ayakkabınıza bakılır. Sakıncalı bulunan eşyalarınız varsa onlara et konulur. Yüz-ikiyüz liranın üstünde paranız varsa, alınır... Günkü haftada ancak iki yüz lira alınabilir... Tabii bu, parası olanlar için söz konusudur. Bir yılda yüz lirası bile gelmeyen arkadaşlarımız çoktur.

Üçüncü kapıdan geçince saçınızı sıfir numarayla keserler. Ya merdivene oturursunuz traş sırasında, ya da ayakta... saçlarınız önünüze dökülür...

TECRİT

Burası, tutukluların genellikle üç gün kalmak zorunda oldukları, üç metre eninde, yedi metre boyunda, üç-üç buçuk metre yüksekliğinde köhne, pis bir koğuştur. Yan yana, birbirine ekli sekiz ranzası vardır. Bu ranzalar altlı üstlü oldukları için, tecrit onaltı kişiliktir. İşte bu onaltı kişilik yere yetmiş-seksen kişi sıkıştırılır, üç günlük "yasal" bekleyiş içinde. Pislik ve bakımsızlık örneği bir helayı paylaşırlar. Su, temizlik, hava gibi en doğal ihtiyaçlardan yoksun bulunan tecrit koğuşu, bitpire-hamam böceğl-tahtakurusu ve başka her türlü haşaratın, her türlü bulaşıcı hastalığın kaynağı olan bir yerdir. Sağlıklı girenler de buradan hasta, yılgın, umutsuz çıkarlar. Günlük havalandırma, gardiyanların keyfine kalmıştır...

Yeni tutuklular, cezaevinin ilk baskı ve haksızlıklarıyla burada daha iyi tanışırlar. Torpilli ve arkalıların idarece nasıl kayırıldıkdarını, bunların tecritte katmadan koğuşlara dağıtıldıklarını, bir kısminın saçlarının kesilmedikilerini burada görürler. Her ne kadar Savcı eşitlik yanlısı olma çabasındaysa da, kendi iradesini aşan durumlarla sik sık karşılaşır. Eşitsizlikle rin sistemin kökünde olduğunu göremez ve her insan dürüst davransa haksızlıkların önleneceğini sanır...

Üç gün, kimi zaman da daha uzun süren tecrit günleri tutuklunun en karanlık günleridir. Başka cezaevlerinden hastahaneye gelen hükümlü ve tutuklular da revir yerine burada kalırlar...

Polis işkencesinden geçmiş, olaylarda yaralanmış tutuklular da gardiyanların insafına kalmıştır...

Tecrittekilere sadece kuru bir ekmek verilir ve "yasal" olarak avukatları dışında kimseyle görüştürülmezler. Cezaevinin ilk acemilikleri, yiyecek-içecek bulmakta çekilen zorluklar, bakımsızlık, zorbalık günleri sonunda dağıtım işleri başlar. tutuklular koğuşlara dağıtılacakları Için sevinirler... Dağıtım işlerini, suçlara ve kişiliklere göre Savcı yapar,

KOĞUŞLAR

Cezaevi, başlıca altı kısımdan oluşur;
A— 1, 2, 3 nolu koğuşlarla, "münferit" denilen disiplin hücrelerinin bulunduğu 1 kısım.
B— 4, 5, 6, 7, 8 nolu koğuşların tecrit bölümünün bulunduğu 2. kısım.
C — Yaşları, ondörde kadar olan tutuklu ve hükümlülerin bulunduğu 11 nolu koğuş.
D— Revir.
E — 9, 10 nolu koğuşlar ve müşahede ve disiplin hücrelerinin bulunduğu arka kısım.
F — Ve kadınlar koğuşu.

Cezaevi koğuşları, tecrit, revir, kadınlar bölümü dışında, ortalama 550 kişilik ranzaya sahiptir. 3 nolu koğuş tamir edildiği için kapalıdır ve 550 kişilik cezaevinde binyüz küsur kişi iç-içe, kucak-kucağa, bir yatakta iki kişi üç kişi,. başlı-kıçlı yatmaktadırlar.

Bu kalabalık ve sıkışıklıkta, 12 kişilik 9 nolu koğuş kapalıdır, 12 kişilik 10 nolu koğuş üstü, mahkumların parasıyla onarıldığı halde, mescit olarak göstermelik biçimde boş tutulmaktadır.

Koğuşların eskiden atlar Icin ahır olduğunu söylemiştik... Şimdiki haliyle de ahırdan farksız, insan sağlığına aykırıdır.

1, 2, 3, 4, 5, 6 nolu koğuşlar sözde 70 kişiliktir. Fakat bu koğuşlarda genellikle, 130 ila 150 kişi kalırlar. Yiyecek ve eşya dolabı olarak kullanılan çelik dolapların üstünde Ise, düşme pahasına, düşüp sakatlanma pahasına da olsa mahkumlar ya!. mayı göze alırlar. Kuru betonda yatmaktan daha iyidir çünkü...

130-150 kişi, aşağı-yukarı 3 metre eninde, yedi metre boyunda olan daracık bir yerde, banyo-tuvalet ve mutfak ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Sular günlerce kesilir. Tuvaletler sık sık tıkanır. Pislik ve koku içinde kalır her yan. Böylesine kalabalık bir koğuşa üç-dört gazocağı ancak verilir. Bu gazocakları da çoğunlukla bozuktur ve çalışmazlar. Kimi zaman gazocağı ayaklarından ya da pompalarından birinin çalındığı olur... Bazı mahkumlar gazocağı pompalarından ve ayaklarından, uçlarını sivrilterek şiş yaparlar, hasımlarını vurmak için.

Koğuşlarımız bit-pire-hamam böceği-tahtakurusu-fare bakımından oldukça zengindir. Sık sık bit araması yapılır, bitlilerin bir kısmı azarlanır, dayak yerler... Her yanın bit-pire istllasına uğradığı yerde bitli olmak yasaktır. Fakat bu kurala uymak elde değildir. Bitlerimiz ve pirelerimizle dostça yaşarız. Fare kardeşlerimizle ekmeklerimizi, yiyeceklerimizi bölüşürüz...

Koğuşlarımız yaz-kış rutubet, havasızlık, pislik içindedir. Çoğumuz hastayız. Romatizma, siyatik, mide, bağırsak ağrıları, sinir hastalıkları başta gelir. Az buçuk kucak-kucağa yaşarlar. Bu konuları sağlık bölümünde daha geniş onlatacağız.

Koğuş damlarımız sağlam değildir. Yağışlı havalarda damlarımız akar. Plastik leğen, yemek kaplarının bir kısmı damlayan yerlerin altına tutulur. Mahkumlar, akıntısız yerlere büzülüp akıntının dinmesini beklerler. Kimi zaman yağışlar günlerce sürer...

O zaman akıntısız yerler paylaşılarak yağmurun, akıntının eşliğinde tatlı tatlı uyunur... Işıklarımız hiç sönmez; elektrik ışığına alıştı gözlerimiz.

Karlı günlerde, çatıları, bahçeleri, yolları cezaevinin köleleri küçük çocuklar temizlerler... O soğukta üstsüz-başsız ve delik, su geçiren ayakkabıları ile...  Gardiyanların sopası ve küfürü altında...

O büyük koğuşlarda doğru-dürüst yanmayan bir soba bulunur. Verilen odun ve kömür ihtiyacı karşılamaz. Son on gündür de, şu mart günlerinde odunumuz, kömürümüz yoktur. Ne zaman verileceğini de bilmiyoruz. Yakında bahar gelecek, önümüz yaz...

Bir kısım pencerelerin camları yoktur... Gazete kağıdı, karton, bez parçaları ile tıkanmaya çalışılır. Üşümek, titremek alışkanlık halindedir. Nezle, grip, soğuk algınlığı gibi hastalıklar hastalık olmaktan çıkmış, vazgeçilmez ağrılarımız olmuştur...

SAĞLIK DURUMU

Her koğuşun cezaevi revirine çıkması için bir günü vardır. Acil olaylar dışında, revire gidilemez. Cezaevi doktorumuz, yaşlı mahkumları çok seven (!), uzun bir dönem cezaevine hizmet (!) etmiş bir "bay"dır. Hemen hemen kendisinden şikayetçi olma- yan hasta, tutuklu ve hükümlü yok sayılır. Hastalara çok kibar (!) ve çok yumuşak (!) davranır. Cezaevimizde kendisine «baytar» denir. «Mahkum düşmanı sayın doktor»  denir. Karşısına çıkan hastalara hep iğrenerek bakar... Çoğunun yüzüne bakıp, şikayetlerini bile tam dinlemeden, baştan savma ilaçlar verilir. Tutuklu ve hükümlüler daha doktora giderken, kendilerine hangi ilaçların verileceğini bilirler... En başta Duramid, Dank, İversal, Aspirin, Öksürük pastili gelir...

Şikayetlerin uzun anlatılmasına tahammülü yoktur. Genellikle kötü davranır, azarlar, bağırır...

Şikayetinde direnen olursa, o ünlü zilini çalar... gardiyanlar gelir ve hastayı apar topar götürürler.

Doktor, hastaları getireçeklere tembih eder. "Hastaları seçin getirin der. Gardiyanlar nasıl bilecekler hasta olanları, kestiremezler. Olur olmaz şey için doktora çıkılmamalıdır. Şikayeti. ne inanılmıyan hastaların saçları ceza olarak kimi zaman sıfır numaraya vurulur...

Bu olayları yaşıyanlar ve tanıkları cezaevimizde doktora çıkarken saçlarını da düşünmek zorundadırlar.

Revire gitmek bir sorun olduğu gibi, hastaneye gidebilmek de ayrı bir sorundur. Aylarca hastaneye gitmek için sırada bek. leyenler vardır. Gerekçe olarak da "hastaneye götürecek jandarma yok" denir...

Yüzü aşkın hasta hastaneye gitmek için jandarmanın keyfini  beklemektedirler. Kaza cezaevlerinden, diğer cezaevlerinden  gelen hastalar çoğunlukla doğru-dürüst tedavi edilemezler. Kimi zaman da hastaneye gidecek araba bulunmaz. Hastanın parası varsa araba tutulabilir, yoksa yandı...

Geceleri rahatsiz olanlar için revire gitmek bir meseledir. Uzun bağırmaların, kapı vurmaların sonunda gardiyanlar lütfen gelirler, kimi zaman battaniye içinde gidenler olur... Kimileri de dönemezler...

Arkalılar, torpilliler için revire gitmek, hastanede yatmak zor değildir. Öyle zamanlar olur ki, torpillilerin yüzünden gerçek hastalar revirde ve hastanede yatamazlar. Çünkü boş yatak yoktur.

Ekte, bazı hastaların kendi şikayetlerini içeren yazılar sunulmuştur. Bu yazılar gerçekleri daha iyi yansıtacaktır, kanısındayız.

GÖRÜŞ GÜNLERİ

Yarım metre karelik, camlı ve tel örgülü kabinlerde, yüksek sesle görüşmek zorundasınız. Yavaş konuşursanız karşınızdaki camlardan ve daracık tel örgülerden sesinizi duyamaz. Görüş onbeş dakikadır. Büyüklere haftada iki görüş, bebelere bir defa, kadınlara da iki defadır.

Soyadı tutmayanlar birbiriyle görüşemezler, bacısı evlendiği için soyadı değişik olanlar, anneleriyle-evlilik nedenleri yüzünden-soyadları tutmayanlar, yakın arkadaşlar, yakın akrabalar birbirleriyle görüşemezler... Fakat bunun yanında arkaılar açık görüş olabilir ve diledikleri zaman diledikleriyle görüşebilirler.
Gardiyanlar görüşçülere kötü davranırlar. Bu yüzden, sık sık gardiyanlarla görüşçüler arasında olaylar çıkar.

YILMAZ GÜNEY'in
BOYNU BÜKÜK ÖLDÜLER,
SOBA, PENCERE CAMI, İKİ EKMEK İSTİYORUZ,
SANIK,
SALPA,
HÜCREM ve
OĞLUMA HİKAYELER
adlı eserleri Güney Filmcilik'in izni ile,
Batı Berlin'de, Türkiye baskılarından olduğu gibi, yeniden goğaltılmışlardır.

YILMAZ GÜNEY'in SIYASAL YAZILAR'ı da
bu kitaplarla birlikte üç kitap olarak yayinlanmaktadır.

Kitaplar, POSTFACH 110321
1000 BERLİN 61

adresinden tek tek ve toptan istenebilinir.
Toplu isteklerde indirim yapılır.

Ön kapak: Sadık Karamustafa
Arka kapak: Gülsün Karamustafa

PDF
Destûra daxistina; vê berhêmê nîne.


Weqfa-Enstîtuya kurdî ya Parîsê © 2024
PIRTÛKXANE
Agahiyên bikêr
Agahiyên Hiqûqî
PROJE
Dîrok & agahî
Hevpar
LÎSTE
Mijar
Nivîskar
Weşan
Ziman
Kovar