VersionsBoynu Bükük Öldüler [Türkçe, Berlin, 1980]
Les champs de Yuréghir [Français, Paris, 1983]
Boynu Bükük Öldüler [Türkçe, İstanbul, 1994]
Boynu bükük öldüler
Sosyalizmin ilk cana yakın sıcak soluğunu, dokuzyüz ellidörtlerde, Adana'da, İnönü caddesinde, bir kolonyacı dükkanında duydum. Onyedi yaşlarındaydım. Genç bir adam, işçilerden, köylülerden sözeden, İspanya iç savaşının acılarını anlatan şiirler okudu bana. Küçük, kırmızı kapalı bir cep defterine, özenle yazılmış şiirlerdi bunlar.
Kim yazmıştı yüreğime coşku dulduran bu etkili şiirleri? İlk kez ondan duyuyordum; bir adam vardı; adı Nâzım Hikmet'ti...
ZORUNLU BİR ÖNSÖZ...
Sosyalizmin ilk cana yakın sıcak soluğunu, dokuzyüz ellidörtlerde, Adana'da, İnönü caddesinde, bir kolonyacı dükkanında duydum. Onyedi yaşlarındaydım. Genç bir adam, işçilerden, köylülerden sözeden, İspanya iç savaşının acılarını anlatan şiirler okudu bana. Küçük, kırmızı kapalı bir cep defterine, özenle yazılmış şiirlerdi bunlar.
Kim yazmıştı yüreğime coşku dulduran bu etkili şiirleri? İlk kez ondan duyuyordum; bir adam vardı; adı Nâzım Hikmet'ti.
Bir yıl öncesine kadar, yaz tatillerinde, romanda anlatmaya çalıştığım köye, Yenice ye döner, ırgatlık yapardım. Orda doğmuş, orda büyümüştüm; topraksız yoksul bir ailenin çocuğuydum. Limon çiçeği kokan o küçük kolonyacı dükkânında içime düşen ateşin adını ve hangi sınıfın adamı olduğumu öğrendim. Köylüydüm ben... ve kurtuluşum ancak sınıfımın kurtuluşuyla mümkündü.
Peki, nasıl kurtulacaktı sınıfım?
Berraklık kazanmayan bir sorundu bu benim için...
O günlerde, Adana'da, sosyalist nitelikli unsurlar parmakla gösterilecek kadar azdı ve polis onların her yaptığını bilirdi.
Onları hep yalnız görürdüm. Kimi zaman onlardan birinin geçebileceği yolu kollar, saatlerce geçecekleri anı beklerdim. Daha uzaktayken, kalabalığın arasında seçerdim yüzlerini; gözlerimi bir an bile üstlerinden ayırmadan, içimde kabaran coşkun bir sevgi ve yakınlık duygusuyla bakardım onlara. Az ötemden, heyecanımdan, yürek çarpıntılarından habersiz, geçer giderlerdi. Bilmezlerdi kendilerini nasıl beklediğimi.
«İşte şu adam var ya! gözlüklü... sarışın... O komünisttir!..» derlerdi çevremde... duyardım... yüreğimin en derinlerinde, yalnız olmadıklarının, yalnız olmadığımın gizli sevincini... ve bilirdim bütün engellerin aşılacağını, birgün parmakla sayılamıyacak kadar çoğalacağımızı...
Bir yol sonra, benim de adım «Komünist»e çıktı. Özellikle, eski ayakkabılarını, delik yerleri iyice aşınmış çatlak kemerini ve avurtları çökük yüzünü hiç unutmadığım bir görevli, ilk gözağrım oldu. Artık takip ediliyordum. Artık hasımdım düzen koruyucuları için. Bu durum korkudan çok gurur veriyordu bana.
Adana'da Ramazanoğlu kitaplığında, binlerce kitabın arasında buluduğum «Kapital»in otuz iki sayfalık özeti, sayılırsa, okuduğum ilk bilimsel eserdir. «Artı-değer» kavramını öğrenmiş olmak bana anlatılmaz bir heyecan veriyordu.
Dokuzyüz ellialtıda, bir yazımda «komünizm propagandası» yaptığım gerekçesiyle –ki bu yazıdan, bir buçuk yıl ağır hapis, altı ay sürgün, ömür boyu amme haklarından yoksunluk cezalarına çarptırıldım– savcılık önüne çıkartıldım. Komünizmle ilgili, bilimsel anlamda dişe dokunur bilgim yoktu. Durumumu en açık biçimiyle savcıya anlatmaya çalıştım. Marks, Engels, Lenin ve diğer devrim ustalarının bir tek kitabını okumadan nasıl «komünist» olunurdu. Bana dedi ki «biz sizin ne olduğunuzu, ne olacağınızı biliriz. »
Gerçekten de, egemen güçlerin ve yardakçılarının, kendilerinden yana olanlarla olmayanları, en küçük kıpırtıda bile sezmelerine, ayırdetmelerine, gerekli gördüklerinde de cezalandırılmalarına şaşmamak gerekir. Çünkü sınıflar savaşı, tarafları hayatın her alanında gerçekçi ve gerektiğinde acımasız, bağışlamasız olmak zorunda bırakır.
İşçi sınıfının devrim içindeki, ideolojik, siyasi ve örgütsel yerine bakış, Marksist-Leninistler için nasıl bir mihenk taşıysa, köylülüğün yeri ve önemi konusundaki görüşler de mihenk taşıdır.
Devrimin öncüsü kimdir?
Aydınlar mı?
Cuntacılar mı?
Bir avuç yiğit devrimci mi?
Küçük burjuva ihtilalcileri mi?
Sınıfının bilincine varmış, devrimin gerekliliğine inanmış bir avuç yürekli işçi mi?
Yalnızca parti mi?
Yoksa doğru teorik ve ideolojik temellere dayalı devrimci partisiyle, diğer emekçi sınıf ve tabakalarla organik bağlar kurmuş işçi sınıfı mı?
İşçi sınıfı öncüyse, hangi sınıf ve tabakalarla oluşturulan ittifak içinde, nasıl bir partiye, nasıl bir örnek ve güven verici olarak öncüdür? Ve bu görev, hangi temel ilkelerin hayatın içinde doğrulanmasıyla gerçekleşebilir?
«Boynu Bükük Öldüler»i yazdığım 961-62 cezaevi yıllarında, işçi sınıfının kaçınılmaz ittifaklarını, özellikle de köylülüğün devrim süreci içindeki doğru yerini bilmiyordum. Sosyalist devrime hangi aşamalardan geçilerek varılacağını bilmiyordum. Milli meseleyi bilmiyordum. O günün koşullarında ve benim konumumda birinin, bilimsel sosyalizmin bilimini öğrenme olanağı yoktu – Bugün de tam anlamıyla bildiğimi iddia etmiyorum – Olmayınca da, köylüye yaklaşımım, yaşanmışlığa, kendi deneylerimle kazandığım hayatın sıcak bilgilerine, sezgilerime dayanacaktı... Anlattığım insanları tanıyordum, biliyordum ve onları anımsarken gerçekçi ve içten olmaya çalışıyordum. Tam açıklığa kavuşturamadığım konuları babama yazıyordum, o da bana uzun uzun gerekli bilgileri veriyordu.
«Boynu Bükük Öldüler» Nevşehir Cezaevinde, siyasiler koğuşunun en dip köşesinde, rutubetli bir duvara komşu bir ranzada, geceli gündüzlü on altı aylık bir çalışmanın ürünü-dür. Ranzamdan hiç indirmediğim küçük bir masam vardı. Yatma zamanı gelince, ayak ucuma çeker, ayaklarımı altına sokar uyurdum. Çoğunlukla, anlattığım insanları görürdüm düşlerimde, onlarla yaşardım.
Altmışüç Haziranında sürgünden döndüğümde, bir gazetede yayınlanması olanaklarını aradım, bulamadım.
Altmışaltıda, bir arkadan basmak istedi. O günlerde ünü giderek artan bir sinema oyuncusuydum. Adım «Çirkin Kral»dı.
Kitabı iki bölüm halinde yayınlamayı düşündüler. Ben de katıldım bu düşünceye ilk başta. Katıldım ama yanlışlığını anladığımda geç olmuştu. «Boynu Bükükler» adıyla çıktı birinci bölümü. Sinema oyuncusu «Çirkin Kral» Yılmaz Güney'in gölgesinde, tek bölümüyle yarım, anlaşılmaz ve anlamsız bir kitaptı ve kaçınılmaz bir başarısızlığa uğradı. Başka türlü de olamazdı. Bu başarısızlıkta tayin edici pay benimdir. Arkadaşların bana ve kitabına bir ticaret aracı gözüyle bakmalarına gözyummamam ve binbir sıkıntıyı içeren onaltı aylık emeğimin onurunu korumam gerekirdi... ki bunu yapamadım.
Sonuç... Elinizdeki kitabın yarısı olan «Boynu Bükükler» arkadaşlarca, elli kuruştan bir başka yayınevine devredildi — ki yaptığımız son bir anlaşma gereğince kitapların bana verilmesi gerekiyordu —. Onlar da, kapağını bir filmimden iki resimle süsleyip, bir «artist» kitabı biçimine soktular.
Bu olaydaki hatama, hayatımın sayısız hatalarından biri olarak bakıyorum...
Elinizdeki gerçekten kaçıncı baskıdır, bilmiyorum. Dost Yayınevi sahibi Salim Şengil'den başkası da doğrusunu bilemez sanırım. Çünkü kendisince 971 'de yapılan «dört binlik birinci baskı» günümüzde de satılmaktadır.
Bir ülkede büyük hırsızlar, sahtekârlar, dolandırıcılar varsa, bunların küçükleri de olacaktır. Bir sistemin temeli sömürüye, haksızlığa ve zorbalığa dayanıyorsa, kişisel sömürüler, haksızlıklar, zorbalıklar da olacaktır. Bir ülkeyi yönetenler hile ve entrika yapıyorlarsa, günlük ilişkilerimiz içinde de bunun yansımaları olacaktır. Süte su katılacaktır kadın satılacaktır, ahlaksızlık erdem olacaktır.
Biz, hayatın her alanında, burjuva ideolojisine sahip her sınıftan insana kuşkuyla bakıyor ve onların her konudaki ahlak ve değer anlayışlarına, sözlerine kesinlikle güven duymuyoruz. Bu yüzden, şu veya bu yayıneviyle aramızdaki çelişkiye, mahkeme planında çözülecek bir çelişki gözüyle bakmıyoruz. Çünkü Salim Şengil ve onun gibileri, ancak kendilerini vareden, besleyen, yataklık eden maddi temelle birlikte, efendileri ve yardakçılarıyla birlikte yok oldukları zaman, aramızdaki çelişki de çözülmüş olacaktır.
Bu kaçıncı baskıdır... bilmiyorum... ama günümüzde, bütün namussuzlukların, ahlaksızlıkların, haksızlıkların kaynağı olan emperyalist sömürü ve bu sisteme bağımlı çarpık, kapitalist sistemin ülkemizde de yıkılacağını, modern revizyonistlerin, reformistlerin yenileceğini, anti-emperyalist demokratik halk iktidarının kurulacağını ve sosyalizmin inşasının ilk adımlarından birini oluşturacağını biliyorum. Günlük hayatımız içinde varolan bireysel tatsızlıklardan, sıkıntılardan, şikâyetlerden tutun da, kaynağı bulunamamış ideolojik, siyasi, toplumsal bir yığın çelişkinin de ancak kesintisiz ve aşama-lı devrimlerle, birbirini zorunlu kılan devrimlerle sağlıklı çözümlere, ya da çözüm süreçlerine kavuşacağına inanıyorum.
Yılmaz Güney
YILMAZ GÜNEY'in
BOYNU BÜKÜK ÖLDÜLER
SOBA, PENCERE CAMI, İKİ EKMEK İSTİYORUZ
SANIK
SALPA
HÜCREM
OĞLUMA HİKAYELER
Adlı eserleri Güney Filmcilik'in izni ile, Batı Berlin'de,
Türkiye baskılarından olduğu gibi, yeniden çoğaltılmışlardır.
YILMAZ GÜNEY'in SİYASAL YAZILAR'ı
da bu kitaplarla birlikte üç kitap olarak yayınlanmaktadır.
Kitaplar, POSTFACH 110 321
1000 BERLİN 61
adresinden tek tek ve toptan istenebilinir.
Toplu isteklerde indirim yapılır.