Herkes söze bir yerden başlar, ben de öyle yaptım. Musa Anter bu sefer köyünden gelip İstanbul'a yerleşmeden önce, içimde hep şöyle bir duygu/arzu vardı: Birisi çıkıp da Musa Ağabey'in hayat hikayesini yazmalı... Bir de kendime göre bir isim uydurdum "Musa ölmeden."
Adını ne koyarsa koysun bu işi becerdi. Bu, O'nun en uzun ömrüdür. Bediüzzaman Said-i Kürdi'nin resimlerine dikkatle bakanınız var mi bilemiyorum. Ben çok dikkatle baktım her resmine; bir gözü büyük, biri küçük. Sayın Anter'in de öyle, benim oğlumun da. İnsan bazen densiz gözlemler yapıyor, elimde değil. Kim bilir, belki de insan, kendi insanlarında olağanüstü olanı arayıp buluyor ve ona öykünüyor. Ben içimden geleni yazacaktım. Sözümde duruyorum. O'nun kendisine özgü bir stili var, bu da benim biçemim.
O, bazen Anter'dir, bazen Musa Ağabey, bazen Musa. En yakın arkadaşları "Musa" dedikleri zaman hep irkildim, duyduğum saygıdan dolayı.
Ben Musa Ağabey'i 1958'de tanıdım. Ben yirmi yaşında, o kırk yaşlarında idi. Sonra Harbiye'deki hücreler, Soğukkuyu Cezaevi, Zırhlı Birlikler Okulu, Mamak, Sultanahmet, Balmumcu, Orhaniye Cezaevi derken uzun sûre beraber olduk. Son otuz yıllık yaşamının en yakın tanığıyım diyebilirim. Benim tanıdığım yıllarda, terzisi Kevork'a yaptırdığı kostümler, ısmarlama ayakkabılar, şık kıyafetleri ile Mardinli bir Kürtten ziyade bir Batı Avrupalı yaşam rahatlığı vardı. Çin porselenleri, nadide halılar, antik ve telkari gümüş işleri, sedef kakmalı sehpalar, etajerler, ünlü tablolar, el işlemesi simli örtüler, kehribar, akik, gümüş işlemeli ağızlıklar, klasik çok değerli mobilyalar benim dünyama O'nun evinde girdi. Ailesinden gelen klasik Kürt kültürü ile Batı'dan aldığı kültürün bir kompozisyonu muydu, onu bilemiyorum. Yine o yıllarda Bedesten'in başta gelen müşterileri arasında yer alıyordu. Dr. Adnan Adıvar'ın bastonundan tutun da daha paha biçilmez kitaplara, Japon Konsolosluğu'ndan alınmış el oyası gibi vitrin dolaptan, çok değerli hançerlere kadar değerli bir koleksiyona sahipti. Eski (antik) eşyadan bir parça anlayabilme zevk ve duygusunu O'ndan aldım.
Biz hep baba-oğul, ağabey-kardeş, dost-arkadaş bağını sürdürdük.
Suadiye'deki güzelim evini anlatacak değilim; benim neslim dahil, on beş yirmi nesil o evi ve o sofrayı bilir, onun için geçiyorum.
0, bana göre herşeyden önce bir fıkra yazarıydı. Dicle Kaynağı, Şark Postası, Ileri Yurt, Deng, Banş Dünyası ve daha başka yerlerde yazdığı bütün yazılar siyasi mizahın şaheserleridir, hep öyle kalsın isterim. Nerede uzun bir yazı yazsa, o sınır tanımaz zekası ile o yazının örgüsünü yapar, ama siz her paragrafı bölüp bir siyasi fıkra yapabilirsiniz. Doyumsuz bir lezzeti var siyasi fıkralarının.
Söz burada bitmiyor, tabi ne zaman düşünsem üzülürüm ama derdimi hiçbir zaman sığdıramam kitaplara der ya Ahmed Arif, ben de öyle.
Harbiye'deki 38 no'lu hücrede yazdığı "Hücre Hayatımız" adlı elliye yakın fıkra ile iki ayrı kitap olabilecek yazıları 1970'li yılların 12 Mart'ında alındı ve gitti gider. Onun için her gördüğümde sanki baştan aşağı testere ile üçe bölmüşler, üçte ikisi gitmiş, üçte biri kalmış gibi gelir bana Musa Ağabey.
Sonsuz bir şefkati ve yüreği vardır; vermeyi bir ibadet sayar, bizim toplumumuzun yetiştirdiği "en büyük derviş"tir, bu konuda O'nun gibisine rastlanmaz. Bir fıkrasında aynen şöyle der: "Ben dün Tanrı ile konuştum. Bana dedi ki 'Sevginizi bir çatı altında inhisar etmeyiniz" Evet, O'nun sevgisi evrenseldir. Ibn'ül Emin, Mahmut Kemal, Ebu'lula Mardinlerin, Mükremin Halil Yınançların, Ragıp Sarıcaların öğrencisi olduğu her halinden bellidir. Safiye Ayla ve Klasik Türk Musikisi tutkunudur.
Musa Anter, Meşrutiyet dönemi Kürt aydınları ile 1960 sonrası Kürt aydınları arasında uzunca bir köprüdür. Kendi bildiğinden başka bir doğru tanımaz, ama çabucak pişman olur, genç kuşaklara çok değer verir, elli yıllık solcudur ama kendi milli çizgisini çok iyi muhafaza etmiştir. Çok uzun ve ince bir yolda iğne ucuyla granit kayalar oyan bir hazret tavrıyla bugünlere gelmiştir. Kendi kuşağı içinde bugün hayatta kalan tek adamdır. Şimdilerde emeği geçtiği kimselerin kitaplarını, araştırmaların, şiirlerini okumakta, eserlerini seyretmekte, politikadaki başarılarını alkışlayarak mutlu yaşamaktadır.
Her türlü hapishane ve hücrede kendine bir dünya yaratır. Çok rahat yatar, iyi bir hapishanecidir. Cezaevine giderken ilk aldığı eşya satranç takımıdır. Gandi gibi bazan günlerce aç yatar, bunu ustalıkla becerir. Anaç bir kuş gibi kendi gençleri üstüne titrer.
Mahkemelerde kimi zaman savcılarla kavga eder kimi zaman da anlattığı fıkralarla onları güldürür ve siyasi fıkra yazar gibi savunma yapar; hakimler onun bu engin zekasını, esprisini zevkle dinlerler. Bunlardan bir tanesini anlatmadan geçemem:
Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde 49'ların müdafaa safhasına geldik. Söz sırası Anter'de, mahkeme heyetinin Musa Anter acaba ne söyleyecek diye merakla beklediği her halinden belli. Bizim iddianamede bütün Kürt hareketinin geçmişine çok geniş yer verilmiş. Aşağı yukarı Cumhuriyet'ten bugüne kadar. Ayağa kalktı, "Sayın mahkeme heyeti, Isa'dan bugüne kadar Kürtler ne yapmışlarsa savcı hepsini Musa'ya yüklemiş, hele o ondan vazgeçsin, sonrası kolay. Ben uzun konuşmasını bilmem. Müdafaama bir Fransız fıkrası ile başlayacağım. Bir Fransız genci bir kapının önünde beklerken, kiraz dudaklı, elma yanaklı, şuh ve güzel bir Fransız dilberi geçer önünden. Genç de dayanamayıp, `Şu kiraz dudaklarınızdan bana bir öpücük verseniz ne olur?' diye laf atar. Kız, kızgınlıkla ayağının topuğunu göstererek, `şimdi topuğumla kafana bir görürsün gününü' der gibi topuğunu işaret eder. Fakat yüzsüz genç laf atmaya devam eder, `Hanımefendi ben çok yukarıdan istedim, siz de çok aşağıyı gösterdiniz, gelin bunun orta yerinde anlaşalım' der."
"Sayın hakim, 30 yıldır ben bu davalardan yargılanırım. Savcılar hep idamımızı isterler, biz de suçsuz olduğumuzu söyleriz. Sizin gibi namuslu insanlar araya girer, biz de beraat ederiz. On yıldır karşılıklı olarak konuşuyoruz, siz de bir kanaate vardınız. Benim söyleyeceklerim bu kadar" dedi. Ve aşağı yukarı on yıl süren 49'lar davasında müdafaaya böyle başladı ve bitirdi.
Kendi yaşam çizgisi bütünüyle elinizde. Zevkle okuyacağınızı umuyorum. O'na onurlu ve savaşım dolu hayatında uzun ömür dilerken, kendi hatıralarını topladığı bu kitaba birkaç sözle bir sunuş yazmak ağır yükünü ve onurunu bana verdi. Omuzlarım bu yükü ne derece kaldırabildi bilemem ama bundan büyük bir onur duydum.
Yaşar Kaya
İÇİNDEKİLER BİRİNCİ CİLT Sunuş / 13 Önsöz / 17
BİRİNCİ BÖLÜM Zivingê / 23 Dil sorunu / 31 Mardin / 34 Babamın ölümü ve annem / 36 Adana / 41 Orta ve lise mektebi günlerim / 44 Hatay meselesi ve Dersim hadisesi / 46 Kalpazanlık / 51
İKİNCİ BÖLÜM İstanbul-1941 / 57 Evliligim / 59 İlk Ögüt / 61 Bazı Kürt şahsiyetleri / 68 Abdurrahim Zapsu / 70 Şükrü Baban / 72 Şeyh Şefik Arvasi / 74 Mehmet Mihri Hilav / 76 Dr. Mehmet Şükrü Sekban / 77 Saidi Nursi (Kürdi) / 79 Bedirxan Raşim Murat Bey / 82 Şeyh Selahattin İnan / 83 Şeyh Ali Rıza / 87 Şeyh Abdulbari Küfrevi / 90 Şeyh Maşuk Efendi / 91 Tevfik Demiroglu / 95 Müftü Salih Efendi / 97 Hakkari Şeyhi Selim Seven / 99 Şeyh Seyda / 101 Nuri Dersimi / 104 Zehra Bucak Abla / 107 Meziyet Ali Bedirxan (Çınar) Hanım / 108 Nesrin Bedirxan (Çınar) Hanım / 109 Hidayet Aziz Zapsu / 111 Fırat Yurdu / 112 Kamuran Bedirxan-Abdurrahman Qasemlu / 114 Fakülte tartışmaları / 116 Dicle Memur ve İşçi Lokantaları / 118 Toros Kız Talebe Yurdu / 119 Dicle Kaynağı / 119 Neyzen Tevfik / 123 Harp yılları (Kahire Toplantısı ) / 126 Tatilde / 128 Necip Fazıl Kısakıirek / 129 Şark Mecmuası, Turistik Palas ve Şark Postası / 130 Askerlik yılları / 137 İstanbul-1956 / 139 1958-Diyarbekir "İleri Yurd" / 140 Hasan Değer ile Tarık Ziya'nın çekişmesi / 145
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 49'lar / 149 38 numaralı hücrem / 152 Bazı hücreler / 153 Havalandırma direnişi / 163 Ayrışma / 164 Ankara / 169 Barış Dünyası / 178 Çanakkale-Sürgün / 182 Birina Reş / 186 Kımıl / 189 23'ler / 190 Edip Karahan / 193 Yüksek Mühendis Deli Tahsin / 193 Şeyh Rıfat / 194 Ermeni Kirkor / 195 Ankara / 196 Sultanahmet Cezaevi / 200 Kardinal Emilyanus / 202
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Sait Elçi ve Dr. Sait Kınnızıtoprak / 207 TIP ve 65 seçimleri / 210 Doğu Dergisi / 214 1970 tutukluluğu / 216 DDKO / 217 Ziverbey Köşkü / 220 Diyarbekir-1971 / 221
BEŞİNCİ BÖLÜM Köye çekilişi / 231 12 Eylül 1980 / 234 EK: Son tutukluluğum / 239
İKİNCİ CİLT Hatıralarım hakkında / 245
BİRİNCİ BÖLÜM: KİŞİLER VE OLAYLAR Kinyas Kartal ve öküzler / 251 Yedeksubaylığım ve Gelibolu / 255 Türk-Kürt benzerliği / 261 İbrahim Aysan / 265 Yusuf Azizoğlu / 268 Karakoçanlı Hamal l 271 İhsan Sabri Çağlayangil / 273 Utanma / 279 Mihemedê Xano / 282 Ord. Prof. Hüseyin Şükü Baban / 285 Şêx Cemil Tiloyi / 290 Tege İlaç Fabrikası / 295 Eyüboğlu / 308 Yusra / 310 Mehmed Emin Bozarslan / 313 Falih Rıfkı Atay / 316 Halide Edip ve A. Adnan Adıvar / 319 Otokritik (kendini yermek) / 322 Haremağası ve Sümbül Ağa / 326 Cüngüş ve Güllü Ağa / 331 Madam Mitterand /334 İsmail Beşikçi / 339 Cegerxwin / 341 Bana yapılan adi resmi bir komplo / 344 Fehmi Vural / 349 Kemal Badıllı / 353 Faik Bucak / 356 Şeyh Said olayı / 261 Şahap Balcıoğlu / 367 Özel hatıralarım / 374 Son hatıralarım / 377 Süper vali / 377 Ankara / 378 Açlık grevi / 381
İKİNCİ BÖLÜM: BELGELER Mektup / 387 Server Tanilli'nin mektubu / 394 Köln Radyosundaki konuşma / 396 Beraat kararı / 398
ÖNSÖZ
Recaizade Ercüment Ekrem Talu, yaşantısını anlatırken doğum yeri ve baba ocağını şöyle tanıtır: "Marmara Bölgesi Türkiye'nin en uygar bölgesidir; İstanbul, Marmara'nın en güzel şehridir; Boğaziçi, İstanbul'un en latif semtidir. Sarıyer, İstanbul'un en şirin kazasıdır; Yeni Mahalle Sarıyer'in en üstün mahallesidir ve Recaizadelerin köşkü Yeni mahallenin en harika köşküdür... Işte ben burada doğdum." Tabii, 0, Recaizade Ekrem'in oğlu idi.
Şimdi bir de bana bakalım: Kürdistan, Türkiye'nin en geri bölgesidir; Mardin, Kürdistan'ın en geri ilidir; Nusaybin, Mardin'in en dertli ilçesidir; Stilîlê (Akarsu), Nusaybin'in en fakir nahiyesidir; Zivingê (Eski mağara), Stililê'nin en geri kalmış köyüdür ve işte ben, bu köyün, nüfus kütüğüne göre, 2 numaralı mağarasında doğmuşum.
Denilebilir ki, "Peki birader, bu kadar ilkel ve silik hayatın neye yarayacak ve neye ışık tutacak?" Ama bence bu soru yerinde değildir. Günümüzde tıp aleminde bir farenin veya bir tavşanın üzerinde yapılan tecrübeler sayesinde birçok insanın hayatı kurtarılmıştır. lnsanlığa bu hayvanların faydası; onların arslan, kaplan veya fil gibi oluşlarından değildir elbette. Işte benim hayatım da bu hayvanların cisimleri ayarında basittir. Fakat elli seneye yakındır, tıpkı bir laboratuvardaki tavşanlar ve fareler gibi, çeşitli iktidarlar üzerimde tecrübelerde bulundular. Burada benim yapacağım şey, bu hoş, nahoş tecrübelerimi bir rapor gibi sunmaktır. Inanıyorum ki, bu raporlar okurlarım için faydalı olacak. Zira ben, Kürdistan'dan alınmış bir parça sayılırım. Bu şekilde üzerimde çalışıldı. Bu tecrübeler yapılırken cidden çok sıkıntı çektim; dayaklar yedim; aylarca mezar büyüklüğündeki hücrelerde bit, fare ve pislik içinde kaldım; hapislerde yattım; sürgün edildim. Ticaret hayatım kasten bozduruldu ve iflas ettim. Ben tutukluyken ve karım hastahanede yatarken, güpegündüz İstanbul'daki evimin önüne kamyonet çekilerek profesyonel hırsızlarca evim talan edildi. Bütün bunlar için kimseden ne bir mükafat ve ne de bir mücazat istiyorum. Aslına bakılırsa, her ikisini de almışımdır. Mücazatımı (cezalandırılmamı), eğer bana yapılanlara haklı denirse fazlasıyla çektim. Mükafatımı da almış bulunuyorum. Zira bir yazar için dediği şeyler yirmi otuz sene sonra aynen gerçekleşirse, bu bir anlamda en büyük mükafattır. Tutuklanmalarıma neden olan tüm yazılarım bugünkü Türkiye'nin keşmekeş durumunun adeta bir tablosudur. Ikinci mükafatım da, yukarıda tasvir ettiğim baba ocağım olan mağaradan çıkıp bugün sizlere bu satırları yazabilmemdir sanıyorum.
Adettir, hatıra yazarları derler ki, "benim hayatım memleketin hayatından ayrılmaz bir parçadır" veya "hatıralarımda memleketin ve insanlığın tarihini bulacaksınız." Ama ben bu kadar büyük konuşmayacağım. Öyle ya, biz Napolyon veya Hitler değiliz ki hatıralarımz bir harp tarihini veya tüm insanlığın tarihini içersin. Küçük hatıralarımız da ancak küçük şeyleri kapsar.
Bazı hastalıkların tedavisi için insanlardan bir parça alırlar. İşte bizim gibiler de ancak memleketin gövdesinden alınmış küçük bir kesiti andırır. Genellikle bu parça üzerinde çalışarak bir rapor verilir ve ona göre bir karara varılır. Ama benim üzerimde çalışan acemiler, beni sözde kanserli bir vücuttan peşin kararla aldılar ve ancak kırk sene sonra habis bir kanser uru olmadığıma karar verdiler. Bu karar verilinceye kadar da vücudum delik deşik edildi.
Işte, benim hatıralarımın birer incelenmesi mahiyetinde olacak dediğim raporlar, bu yanlış raporlardır.
Bu hatıralar, Kürtçe düşünülüp yazıldı. Fakat zamanın faşist idaresinin faşist kanunları anadilimizle konuşup yazmayı yasak ettiği için, benim için yabancı bir dil olan Türkçe ïle bu hatıratı yazmak mecburiyetinde kaldım.
Gerek fikrimi iade tarzım ve gerekse güzel bir Türkçe ile yazamayışım, bundan dolayıdır. Okuyucularımın bunu gözönüne alarak kusuruma bakmamalarını rica ediyorum.
Inşaallah sağlığımda, Türkiye uygar bir ülke olursa, bu sefer kitabın aynısı inanıyorum ki çok daha manalı ve güzel olarak Kürtçenin Kurmanci lehçesiyle çıkacaktır. 0 vakit, Türkçe ve Kürtçeyi mukayese edecek olan okurlarım benim bu hususta ne kadar haklı ve üzgün olduğumu anlayacaklardır.
Kıymetli hatıraların saiki güzel ve namuslu hatıralardır. Senelerden beri hayat hikayemi yazmak istiyordum, ama yaşımın ilerlemesi ve benimle hatıralarımın arasına yetmiş yılın girmesi bu çalışmayı imkansız hale sokmuştu.
Ama hatıralarıma giren iki genç ışık, Bahoz Şavata ve Mehmet Selim Okçuoğlu bana kuvvet verdiler. Öyle ki, mantıki sualleriyle hatıralarımı bana hatırlattılar.
Ben, ailem ve bu hatıralardan yararlanacak tüm halkım ve insanlar adına bu iki gencimize ne kadar teşekkür etsem azdır. Ikisinin de sevgi ile gözlerinden öpüyorum.
Musa Anter Mart 1990, Dragos
avesta yayınlan: 67 Musa Anter Bütün Eserleri: 5 Hatıralarım (1-2)
Editor. Abdullah Keskin Kapak: Ahmet Naci Fırat Dizgi: Mizanpaj ve Tashih: Avesta Birinci Baskı: 2000, Istanbul Baskı: Berdan Matbaacılık
Hatıralarım'ın I cildinin 1. baskısı, 1990'da, Doz Yayınlannda diger baskılan ve 2. cilt 1992'de Yön Yayıncılık tarafından yayımlanmıştır @ Avesta Yayınlan, 1999 Tanıtım amacıyla yapılacak alıntılar dışında yayınevinin izni alınmadan hiçbir şekilde çogaltılamaz
AVESTA BASIN YAYIN REKLAM TANITIM MÜZIK DAGITIM LTD. ŞTi. Asmalı Mescit Sokak Şahin Han 35 /403 Beyoğlu/istanbul Tel-Fax: (0212) 251 71 39 Istasyon Caddesi, K. Ismail Paşa 2. Sokak Abdi Paşa Apt. Giriş Katı OfiS /DIYARBAKIR Tel-Fax: (0412) 2226491
ISBN: 975-7112-73-9
MUSA ANTER: "Türkiye'nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının, yeminli, canlı bir şahidiyim. "Hem yalnız şahidi mi?" Değil!.. Sanığıyım, mahkumuyum ve davacısıyım" diyen Musa Anter, 1918 yılında Mardin'in Nusaybin ilçesine bağlı Zivingê köyünde doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitiren Anter, 1959'da 49'lar ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) davalarında yargılandı. Anter 27 Mayıs darbesi yapıldığı sırada gözaltındaydı. 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinden sonra da gözaltına alındı. Musa Anter, 20 Eylül 1992 günü Diyarbakır'da katledildi. Dicle Kaynağı, Şark Postası, İleri Yurt, Barış Dünyası, Deng, Yeni Ülke, Welat, Rewşen ve Tewlo isimli gazete ve dergilerde yazıları yayımlanan Anter, Özgür Gündem gazetesinin köşe yazarıydı. "Hatıralarım" ve "Vakayiname" adlı Türkçe eserlerinin yanında "Birina Reş" ve "Kımıl" adlı edebi kitaplan da bulunan Musa Anter, cezaevindeyken Kürtçe sözlük hazırlamıştı. Halkın Emek Partisi'nin (HEP) kurucu üyesi olan Anter, merkezi İstanbul'da bulunan Kürt Enstitüsü'nün başkanlığını da yürütüyordu. Avesta, Musa Anter'in bütün çalışmalarını kitaplaştınyor. Kitapların basımı bittikten sonra Anter'in yazdıklarından örneklerin, biyografisinin, onunla ilgili yazıların ve fotoğrafların yer aldığı bir "armağan kitap" yayımlanacaktır.