Beyaz Ölümün Güncesi
Özcan Sapan
İstanbul
12 Eylül 1980'in üzerinden on üç yıl geçti. Bir siyasal sistem olarak demokrasi, Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar söze döküldü; ancak, eşitlikçi ve katılımcı bir demokrasinin gerçekleştirilmesine yönelik her girişim de hiçbir dönemde olmadığı kadar kısıtlama ve baskılarla karşılaştı. Tıpkı Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de gözaltında ölüm, “yargısız infaz" ve "kayıp" olayları giderek çoğaldı.
Beyaz Ölümün Güncesinde Özcan Sapan böylesi bir dönemin kurbanlarını anlatıyor. Sapanın kitabında bu kurbanlar, ölüm kayıtlarında ya da kayıp listelerinde yer alan silik birer rakam olmaktan çıkartılarak, birer insan hayatı, içimizden birilerinin hayatı olarak betimleniyor. Dokusunu olayların doğrudan tanıklarıyla yapılan röportajların oluşturduğu Beyaz Ölümün Güncesi, belleksiz bırakılmak istenen toplumumuza yönelik bir “Unutma!" çağrısıdır da aynı zamanda.
Özcan Sapan, 1960 İstanbul doğumlu. Serbest gazeteci. İnsan Haklan Demeği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyesi. Beyaz Ölümün Güncesi, yazarın kitap olarak yayınlanan ilk çalışması. Türkiye'de devlet aygıtı kökenli siyasal terörün tarihsel kaynaklarını konu edinen bir araştırması, önümüzdeki yayın döneminde Çiviyazıları arasında yayınlanacak.
İçindekiler
Editörün Önsözü / 7
Birinci Bölüm
Yeni Dünya Düzeni Demokrasi ve Terör / 15
İkinci Bölüm
İşkencede Katledilenler / 55
İşkence İnsan'in Benliğini Parçalar / 57
"Dişlerimizi Islak Betona Gömdük!" / 63
"Yağmur Suyu İçeri Girmesin, Oğlum Çürümesin!" / 73
"Kaderi ile ölmesi Gerekirdi, Biz Görevimizi Yaptık!" / 91
"Çıplaktı, Göğsünün Üzerine Bıçakla Ayyıldız Çizmişlerdi!" / 105
"Mehmedimiz Gitti Öldürdüler Oğlumuzu!" / 111
"Ülke Aşkıyla Doluydu Yüreği!" / 137
"Hiçbir Şey Söylemedim, Onları Yendim!" / 137
"Öldürüldüğünü Söylediklerinde İnanmadım!" / 143
Üçüncü Bölüm
"Ölü Ele Geçirilenler" / 153
Bir "Terminatör" Olarak Devlet ya da özel Savaşın Kuralsızlığı / 155
"Ertesi Gün, Ölü Halde Çekilmiş Fotoğraflarını Gösterdiler Manuel'in!" / 163
"Üsteğmen, Aziz'den Arkadaşlarının Yerini tster!" / 185
"Cenazeyi Kendim Yıkadım!" / 193
Dördüncü Bölüm Gözaltında Kaybedilenler / 207
Beyaz Başörtülerin Yalnızlığı / 209
"Beyaz Bir Çarşaf Altında Uzanmış Yatıyordu!" / 219
"Artık Sadece Mezarını Arıyoruz Onun!" / 233
'Şaşırdık, Sevindik, Ağladık, Çaresiz Kaldık!" / 241
"Öldürdülerse öldürdüklerini Söylesinler!" / 255
"Hiç Olmazsa Yavrumun Naaşını Verin!" / 265
Beşinci Bölüm
"Doğal Ölümler" / 291
Cezaevleri, Tıp ve İşkencede Hekimin Sorumluluğu / 295
Ölümler Hep Doğal Sayıldı!.. Gerçek Ne? / 309
Hastane ve Cezaevlerinde ölümler / 311
Tahliye ile Gelen Ölümler / 323
Tahliye Edilenler de Öldü / 327
Peki Hepsi mi öldü? / 333
Altıncı Bölüm
Devam Ediyor / 339
Eli Kanlı Devlet / 341
"Ölüme Gülerek Gitti, Başını Eğmeden!" / 349
"Babam 55 Gündür Nerede?" / 359
Yedinci Bölüm
Güncenin Son Sayfaları / 363
Sonsöz Yerine / 393
EDİTÖRÜN ÖNSÖZÜ
Berlin morgu...
Elektrik lambasının loş ışığı, dipçik darbeleriyle ezilerek tanınmayacak hale getirilmiş ölünün yaralarından sızan kanı belli belirsiz aydınlatıyor. Karl Liebknecht, haftalardır iniş çıkışlarla süren işçi ayaklanmasını yönlendiren Spartakist troykanın efsanevi lideri, gözaltına alınışının hemen ardından vahşi biçimde dövülerek kurşuna dizilmiş ve cesedi "yolda bulunmuş kimliği belirsiz bir ölü" kaydıyla infazcılar tarafından az önce morga bırakılmıştır.
Aynı gün gözaltına alınan yoldaşı Rosa Luxem-burg'un yazgısı da farklı olmayacaktır. Militarist Alman burjuvazisinin devrimci önderleri birbiri peşisıra katlederek sürdürdüğü pis savaş, troykanın seçkin örgütçüsü Leo Jogiches'in Berlin Emniyet binasında beyninden kurşunlanarak öldürülmesiyle geçici olarak noktalanır. Rosa'nın cesediyse çok sonraları kentin kanallarından birinin bulanık sularında ortaya çıkacaktır.
Berlin morgu, öldürülen önderlerden önce ve sonra, ayaklanmacılardan bir çoğunun cesedinin kaldırımlar ve duvar dipleri boyunca uzandığını gördü. "Cesaret ettim!" diyen devrimin, Alman sosyal demokrasisinin ihanetini de tescil ederek yenilgiye uğramasından sonra, 1919 Berlin'inde "düzen hüküm sürecek"ti! Kurulu devlet düzeni!...
Düzen ya da kurulu devlet düzeni, her zaman kendisini çağrıştıran araçlara ihtiyaç duydu. Sözkonusu çağrışım için kimi yerde, örneğin Filipinler'de, devrik diktatör Marcos'un dağa oyulmuş heykellerinde olduğu gibi simgeler kullanıldı; kimi yerdeyse, bizde olduğu gibi, en ücra köşelere kadar kazınmış "Önce vatan!" benzeri sloganlar.
Simgelerin, sloganların, resmi devlet törenlerinin yetmediği yerlerde korku unsuru, "hatırlatma"ya içerilmiş olarak devreye sokuldu. O noktadan sonra "muhatap"lan için devletin varlığının hissettin lme-si, devletin şiddetinin görünür biçimler -ve çoğu kez de, yapılar- halini alması demekti. Burjuvazi, gerek emperyalist ülkelerde gerekse de sömürgelerde, "yönetememe" halinin ortaya çıktığı hemen her durumda siyasal zorun askeri biçimlerini öne çıkardı. Rosa ve Liebknecht'in katilleri Freikorpslar, Latin Amerika’da ölüm Mangaları biçiminde örgütlenerek onbinlerce muhalifi katlettiler. Videla ve Pinochet'lerin iktidarı siyasal literatüre desaparecido deyimini ve Plaza de Mayo Anneleri olgusunu kazandırdı.
12 Eylül 1980'in üzerinden 12 yıl geçti. Bir siyasal sistem olarak demokrasi, Cumhuriyet tarihinin hiç bir döneminde olmadığı kadar söze döküldü; ancak, eşitlikçi ve katılımcı bir demokrasinin gerçekleştirilmesine yönelik her girişim de hiçbir dönemde olmadığı kadar kısıtlama ve baskılarla karşılaştı. Muhalif olanın terörist addedildiği bir koşullanma ortamında, de facto infaz hukuku yerleşik bir özellik kazandı; kontrgerilla bir yönetme biçimine dönüştü. İnsanlarımız, akıl almaz boyutta şiddet içeren uygulamaların sadece Vietnam ya da Latin Amerika ülkelerine özgü olmadığını kendi deneyleriyle öğrendiler. Filmlerde ve kitaplarda anlatılanlar, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar için de dokunulabilir, dahası yaşanılabilir oldu. And Dağlarındaki zulümle Cudi Dağı'nda olanlar, Paolo Condor zindanlarındaki işkencelerle Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkenceler aynı zincirin değişik halkaları haline geldi. Ama sadece zorun vahşice uygulanmasındaki "aynılık" değildi coğrafyaları aynı potada birleştiren; direnişin kendisi de, zaman ve mekan olgusunu ortadan kaldıran bir yoğunlukta insanın varoluş mücadelesine eklemlendi. Öldürüldükten sonra başı kesilerek bir yanardağ ağzından içeri atılan Latin Amerikalı gerillanın öyküsü, Botan'da ayaklarından asılarak helikopterle dolaştırılan gerillanın öyküsüne karıştı; Antep'te Sait Şimşek söyleniyle anlatılır oldu, İstanbul Kartal'da Ataman İnce...
Beyaz Ölümün Güncesi'nde Özcan Sapan böylesi bir dönemin kurbanlarını anlatıyor. Sapan'ın kitabında bu kurbanlar, ölüm kayıtlarında ya da kayıp listelerinde yer alan silik birer rakam olmaktan çıkartılarak, birer insan hayatı, içimizden bililerinin hayatı olarak betimleniyor.
Dikkatli bir göz, ana başlıklarını "yargısız infaz", "gözaltında ölüm" ve "kayıplar'in oluşturduğu bu çalışmada, herbir öykünün, şiddete uğrayan ve şiddete uğratan açısından bakıldığında benzer uygulamalar ve sonuçlar içerdiğini, ama buna rağmen herbir öykünün bir diğerine hiç benzemediğini görecektir. Çünkü burada anlatüan insanın kendisidir ve her insanın ayn bir öyküsü var.
Dehşet!... Çağrıştırdıkları güçlü umut kıvılcımlarının yarımda, öykülerin okurun imgeleminde bırakacağı tad budur.
Burjuvazi ölülerin ve kayıpların mezarlarını yakınlarına bile göstermeyerek, hiç gözaltına alınmadıklarını söyleyip inkar ederek toplumu belleksiz bırakmaya, direnişi, şiddete karşı konulabileceği örneğini yok saymaya çalışıyor. Dokusunu olayların doğrudan tanıklarıyla yapılan röportajların oluşturduğu Beyaz Ölümün Güncesi, belleksiz bırakılmak istenen toplumumuza yönelik bir "Unutma!" çağrısıdır da aynı zamanda.
Yeni Dünya Düzeni Demokrasiye Terör
Girişİdeoloji, gündelik yaşamın kendisidir; onda içkindir. Müdahale alanlarını genişletebildiği ölçüde hayat içindeki karşılıklarını bulur ve en nihayet, günlük yaşantının kendisi tarafından yeniden üretilir. Toplumsal işleyişi belirleme inisiyatifiyle örgütleyebilme kapasitesi arasında sıkı bir ilişki vardır. Denilebilir ki, bir ideolojik biçim, sirayet edebilme özelliğine bağlı olarak egemen konuma yükselir ya da bulunduğu konumdan aşağı düşer. Bir ideolojik biçimin gerçek etkileme gücü, onun toplumun değişik kesimlerine ne kadar sızabildiğiyle, dahası kendi çıkarlarını onlara ne kadar benimsettirebildiğiyle doğru orantılıdır. Burjuva ideolojisi, sınıfının unsurlarınca benimsendiğinde kendiliğinden bir güç konumuna yükselmez; gerçek bir güç olabilmesi için, sunulan biçimin, toplumun değişik kesimlerince benimsenerek özellikle emekçi kitleler aracılığıyla her günkü (günlük) yaşantıya taşınması, bir başka deyişle "sessiz çoğunluk" tarafından onaylanması gerekir.
.....
Özcan Sapan
Beyaz ölümün Güncesi
Çiviyazıları
Çiviyazıları
1992 Musa Anter Gazetecilik ödülleri
Röportaj Dalı Birincilik ödülü
Beyaz Ölümün Güncesi .
Özcan Sapan
1. Basım, Tümzamanlaryayıncılık, Ekim 1992
Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş
2. Basım, Çiviyazıları, Kasım 1993
© Çiviyazıları
Kitaptan yapılacak alıntılar,
yazarın ve yayıncının iznine gerek olmaksızın
kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Çiviyazıları
Neşet Ömer Sok. No. 13/4
Kadıköy - Istanbur
Tel: 347 05 62 - 346 81 73
Musa Anter
Gazetecilik Ödülü
Genişletilmiş
2. Basım
Bu kitap
Gül Ajans tarafından
yayına hazırlanmış,
Gül Matbaacılık
tesislerinde basılmış ve
Güven Mücellithanesinde
ciltlenmiştir.
Aralık 1993
İstanbul