Kürdistan Kartalı
Kamuran Ali Bedirhan
Mezopotamya
Birkaç gün önce İstanbul'dan Savur'a geldim. Yaşanmış gizli bir olayı herkes kulaktan kulağa fısıltı halinde anlatıyordu. Nedense kimse yaşanan bu olayı sesli bir şekilde anlatmaya cesaret edemiyordu! Fısıltı halinde anlatılanlar ise; Yado'nun, bir grup silahlı süvarisiyle birlikte kasabanın yakınındaki askeri garnizonu basıp, yüklü bir ganimet aldığı şeklindeydi.
Değerli malzemeler, tüfekler, savaş için gerekli olan araç ve gereçler Yado'nun eline geçmişti. Memleketinden uzun bir süre uzak kalmış, on dokuzundaki bir delikanlı olarak o günlerde kasabamızda heyecan uyandıran bu olayın önemini kavrayamadım. Etrafı dinliyor, olayları anlamaya çalışıyor ve olayın neden bu kadar önemsendiğini öğrenmeye çalışıyordum. Tüm çabalarıma rağmen olayın gizemini ...
Ne Boti me, ne Gerzi me, / Ne Botanlıyım, ne Garzanlıyım,
xulame axa Kurdistan; / Kürdistan toprağının hizmetçisiyim;
Ne mirim ez ne axa me, / Ne mirim ben, ne de ağayım,
peyaye Dewleta Kurdan / Kürt Devletinin neferiyim
Mir Kamuran Ali Bedirhan
ÖNSÖZ
Dünyamız küçüldü. Dünya, uçaklar ve zeplinler sayesinde yakınlaştı, demiryolları sayesinde de kısaldı. Mühendis ve teknikerler romantizmin öldüğünü söylüyorlar. Perdesi aralanan Şark bile, efsanevi şiirselliğinden çok şeyler kaybetti. Peçesi düşen Şark'ın her zaman için güzel bir çehreye sahip olmadığı da ortaya çıktı...
Ama buna rağmen romantizm orada, mavi bir çiçek gibi açmakta... Gelin hep birlikte onu Kürdistan'ın dağlık arazilerinde, Ağrı'nın gölgesinde, Van gölünün kıyı şeridinde arayalım. Romantizmin, dünya kurulduğundan bu yana varolan dağ halkının, yani Kürtlerin ülkesinde solmadan, renk vermeden, ince, nazlı, hırçın, öfkeli ve mavimtırak bir biçimde ışıldamakta olduğunu görelim. İnsanın bunu keşfedebilmesi için, şüphesiz tüm duyu organlarını çok iyi kullanması gerekir. İlk olarak şehirlerden uzaklaşıp dağlara doğru yol alalım. Romantizm sınır boylarında, üzerindeki kan lekeleriyle boynu bükük, kökleri ata toprağından koparılmış bir şekilde bekler sizi. İçlere doğru derlendiğinde ise onun gizemli çekiciliği kendini gösterir. Geniş bir araziye yayılmış olan ve kadim Kürdistan'ın merkezinde bulunan, yüksekliği de beş bin metre olan kutsal Ağrı dağının doruklarına ulaşıldığında bu gizem, bütün görkemiyle hissedilir.
Romantizmin bir diğer yanı ise çölün kızgın kumlarına kadar uzanır.
Dünyada kim Kürdistan hakkında bilgi sahibidir?
Tek taraflı olan barış görüşmelerinde Kürdistan'ın ismi geçmedi mi?
Hiç duyulmadı mı, Kürdistan'da yaşanan ayaklanmalar?
Hiç duyulmadı mı..?
Gerçekten dünyada kimler Kürdistan hakkında bilgi sahibi?
Kürdistan'ı ziyaret etmek isteyen kişiler mi, yoksa daha yola çıkmadan önce, onları Kürtlerin 'eşkiyalığı' hakkında uyaran memurlar mı?
Askerler tarafından Kürdistan'a yapılan ziyaretleri engellenmeye çalışılan ama daha ülkenin sınır boylarında yaşamlarını sürdüren Kürtleri görür görmez hayretlere düşen ve Kürtlere olan hayranlığını gizleyemeyen şu Alman zeplin pilotları mı?
Zamanında, Onbinlerin Dönüşü1 adlı kitabında, Yunanlı tarihçi ve komutan Ksenophon, Toros dağları üzerinden geçen uzun yürüyüşü sırasında Kürtlerin cesaretine ve kahramanlıklanna vurgu yapmıştı. Uzun yürüyüşü2 sırasında en zor anları -Toros dağlarını- aşarken, Kürtlerin kendilerine neler yaşattığını anlatmıştı. Perslerin ünlü kralları taçlarını Kürdistan'ın kıymetli taşlarıyla donatırlardı. Cengiz Han, Kürdistan yaylarında mola vermiş, Aksak Timur, kadim Kürdistan dağlarına olan hayranlığını açık bir şekilde dile getirmiştir. Kudretli hükümdar Selahaddin Eyubi, Haçlı Seferleri sırasında, kendi vatanının diğer halkların yolunun birleştiği Kürdistan olduğunu söylemişti.
Dünyanın her tarafından gelen bilim adamları, Kürdistan dağlarının derinliğini bire bir yaşarken, kitaplarında ve üniversite kürsülerinde heyacanlı bir tartışma başlatıyorlardı. Birileri, Kürtlerin ülkesi Kürdistan'ın, insanlığın kaynağı olduğunu, diğerleri de Avrupalı Arî ırkının bu topraklara ait olduklarını iddia ederlerdi. Buna paralel olarak da, Kürt köylüsü tarlasını ekerken atalarının geleneklerinden yararlanır, hasat zamanını önceden tahmin edebilirdi. Toprağının üzerinde, elleri havada, yüzü güneşe dönmüş bir vaziyette ibadetini yapardı. İşte bu insanlar burada hala mükemmel bir yaşamın peşinden koşturan ve ölümden sonraki hayatla ilgili vaadlerle ilgilenmeyen Zerdüşt'ün Sonsuz Işık Kültünü yaşamaktalar. "Bu toprak, bu doğa için yaratıldım, ben bu ormanların, bu tarlaların efendisiyim ve budur benim dünyam..." demektedir Kürt köylüsü.
Avrupa ve Amerika'daki üniversitelerde eğitim görüp ülkelerinin bağımsızlığı için mücadele eden Kürt gençleri, 'biz Arî ırkındanız' tezini savunurlar ülkenin büyük şehirlerinde. İspat edilen en eski Arî ırkından gelen Medlerin devamı olarak Kürt halkını gösteriyor bilim adamları. Bu işin uzmanı olmayanlar bile bunu kendi gözlemleriyle tesbit edebilirler.
Kürtlerin örf ve adetleri köklü ve gelenekseldir. Kendinden emin, yüz hatları keskin asil Kürt kadınları, başlarını örtmeden köy sokaklarında özgürce dolaşırlar. Bu tür örnekler Şark'ta ender bulunur. Yüzyıllar öncesine dayanan bu kültür birikimi, onların yaşam tarzıdır. Ülkenin az sayıdaki büyük şehirleri surlarla çevrili karakteristik özellik taşır. Ustaca yapılmış görkemli demir kapılar ve pencereler eski şehir girişlerini süsler. Kürt evlerinin kapısını araladığınızda içeriye doğru açılan geniş bir avlu görürüsünüz. Avlunun tam ortasındaki mermerden yapılmış şadırvandaki fıskiyeden sular fışkırır, şadırvan içindeki çiçekler de suyun üzerinde yüzer. Avlunun diğer köşelerinde bulunan ağaçların bol meyvalı dalları evlerin ta üst katlarına kadar uzanır. Ama bu dinlendirici ortamdan uzak olmayan, surların hemen ön kısmından kalkan dolmuşlar, Avrupa'daki evlerin görünümlerini anımsatan tek katlı yapılmış kiralık evlerin bulunduğu yere yolcu taşırlar. Köşedeki telefon kulübesi, hemen yanındaki radyo ve daktilo dükkânı Avrupai bir görünüm arz eder. Güneş batınımda bahçelerden yayılan nefis meyve ve sebze kokuları şehrin bütün sokaklarına ulaşır. Yıldızların altında, şehrin her köşesinde bulunan şadırvanlardan gürül gürül sular akıp gider...
İşte böylesi bir akşamda, bir zamanlar hızlı hızlı burnundan soluyan atıyla, Kürt halkının hiçbir zaman unutmayacağı Kara Fatma, Erzurum'a girer. Türk ordusu bozguna uğramış, Erzurum'u gözden çıkaran paşalar, şehri terk etmek zorunda kalmışlardır. Bunun üzerine, Kara Fatma onlara:
"Kaçanın yolu uzun ve zordur. En kolayı ve en kısa olan yol ise düşmana giden yoldur," der ve kendisine bağlı silahlı adamlarıyla düşmanın üzerine gider ve Erzurum'u düşman işgalinden kurtarır. Bu başarısından dolayı, Osmanlı Sultanı, onunla tanışmak ve teşekkür etmek için onu İstanbul'a davet eder. Kara Fatma, Sultan'ın bu davetini gururla kabul eder. Sultan, kendisine neden Türkçe bilmediğini sorar. Kara Fatma'nın Sultan'a verdiği cevap daha da gururludur:
"Eğer siz Kürtçe bilmiş olsaydınız başka bir dil konuşmazdınız!"
Tarihte bu halkın tabii ki bir tek Kara Fatma'sı yok. Savaşkan bir halk olan Kürt halkının. Kara Fatma gibi güçlü kadınları çoktur. Aşiret reisleri öldükten sonra yerlerine aşiret ileri gelenleri tarafından seçilen kadınlar vardır. Kürdistan'da bir aşiretin başına geçmek için aynı soydan gelmek yetmiyor. Yetenek ve kudret de çok önemlidir. Buna çok uygun bir örnek Adile Hatun'dur. Güzelliği ile gözleri kamaştıran Adile Hatun, her zaman eşi Osman Paşa'nın yanında olmuştur. Osman Paşa, halkının hukuksal ve yönetsel işleriyle meşgul olurken, Adile Hatun da insanların sosyal işleriyle ilgilenmiştir. Adile Hatun, sevk ve idare konağı Divanhane'deki odasında kendisini ziyarete gelen insanların sorunlarını çözmeye çalışırdı. Konağın, Divanhane dışındaki yerleri ise yalnızca dost ziyaretleri için kullanılırdı. Olağanüstü becerikli, adaletli, akıllı ve kendinden emin olan bu kadına, halkı büyük bir güven duymaktaydı. Akıllı bir şekilde yürüttüğü diplomatik ilişkiler sayesinde, Osman Paşa'nın, yönetimin başına geçmesi için ricada bulunmasına gerek kalmadan, yönetimi devralmıştı. Ünü kendi ülkesini aşıp diğer ülkelere yayılmış olan Adile Hatun, İngilizlerle Kürdistan'ın bağımsızlığı için yaptığı görüşmeler sonucunda, daha önce örneği görülmemiş tavizleri İngilizlerden almasını bilmiştir.
Burada Adile Hatun ile ilgili ilginç bir olayı aktarmak istiyorum; Bir gün çelimsiz bir İran'lı Adile Hatun'un çocuklarına öğretmenlik yapmak için başvurmuş ve başvuru Adile Hatun tarafından kabul edilmiş. Kendine has bir stili olan ve kendisinden hiç bahsetmeyen, akıllı ve bilgili olan bu kişi, uzun yürüyüşleri bir de çadırlarda toplanan kalabalık insanlar önünde konuşmayı seviyormuş. Adile Hatun, bu kişiyi her zaman yüceltmiş ve ona Hindistan'dan gelen kervanların getirdiği hediyelerden armağanlar vermiş. Onun düşüncelerine başvurur, ona her zaman danışırmış. Avrupa'da başlayan savaştan önce işe başlayan bu adam, savaş biter bitmez kimseyle vedalaşmadan ortadan kaybolmuş. Kısa bir süre sonra ise İngiliz üniformalı bir subay resmi bir talimatname ile Adile Hatun'a başvurmuş. Adile Hatun, bir süre önce ortadan kaybolan danışmanı "İranlıyı" bu kez, İngiliz subay olarak, büyük bir şaşkınlıkla tekrar karşısında bulmuş. Böylece, bu kişinin İngiliz'gizli servisi hesabına çalıştığını ve bu servisin içerisinde çok önemli bir konumda olduğunu öğrenmiş.
Kürtlerin görkemli bayramları vardır. Bunların en önemlisi baharın başlangıcıyla başlayan Nevvroz Bayramı'dır. Newroz başlangıcında uzaklardan sanki lavlar gök gürültüleri eşliğinde vadilere yuvarlanıyormuşcasına sesler duyulur. Sular kaynağından fışkırarak dağ geçitlerine doğru akıp gider. Çimenlik alanları süsleyen nergiz çiçekleri, ülkenin yaylalarına nefis kokular yayar. Erimeye başlayan karları delen kardelenler dağların dik yamaçlarında pırıl pırıl ışıldar. Yaseminler nefis kokularını yayarken, yeni açmaya başlayan ve kıpkırmızı ışıldayan güller, dağların meyillerinde apayrı bir güzellik yaratırlar. Halkın geniş bir kesimi, Arilerin Sonsuz Işık Kültü'nden gelen eski geleneksel oyunlarını oynarlar. Davul, oyunun ritmini belirlerken, zuma da müziğin tonunu, estetiğini verir.
Kürtlerin giyimleri muhteşemdir. İpek parlaklığındaki belden aşağı doğru genişleyen, rengarek çizgili pantolonlar giyerler. Üzerinde ustalıkla dikilmiş işlemeli beyaz gömlekleri vardır. Gömleğin üzerine giydikleri, kenarları altınla işlenmiş kolsuz yelekleri, parıl parıl parıldar. Başlarında, keçi kılından yapılmış külahlarına dolanan ipek şal omuzlarına kadar uzanır. Kadınların giyimlerinin erkeklerden alta kalır yanı yoktur. Eflatunla kırmızı arası renk tonundaki geniş kesimli elbiseleri, zümrüt gibi bellerine sarılı kumaştan yapılma kuşaklarının altında ışıl ışıl ışıldar. Kadınlar da altın işlemeli rengarek yelekler giyerler.
Kim Kürtlerle birlikte yaşamışsa, kim onların günlük yaşamını kendi gözleriyle görmüşse, o kişi Kürtleri sürekli olarak sever. Nasıl söylüyordu heybetli Kürt köylüsü, biz ondan en mutlu anını anlatmasını istediğimizde: 'Güneşin ilk ışınları vatanımın toprağına vurduğunda, benden önce yaşamış atalarımın yaptığı gibi, keskin toprak kokusuyla sabahın serinliği birbirine karıştığında, kara sabanıma sıkı sıkıya sarılıp tarlamı sürdüğüm an, işte böyle başlayan her yeni gün yaşamımın en mutlu günüdür!..'
Evlerde genç kızlar duygulu motiflerle işlenmiş halıları dokurlar. Özellikle, Bahtiyari Kürtlerinin dokuduğu el dokuması halılara baktığınızda, yüzeyindeki renk ve desenlerin mükemmel uyumu karşısında rahatladığınızı hissedersiniz. Halı dokurken, Kürt ozanlarının duygu yüklü şarkıları da söylenir.
Bir dönem Almanya'da şatodan şatoya dolaşmış aşk şairleri gibi Kürdistan'da kaleden kaleye dolaşan aşk şairleri vardır. Bu meşhur şairler klasik Kürt edebiyatını yarattılar. 10. yüzyılda Baba Tahir, yazdığı aşk gazellerinde aşkı, kahramanlığı ve vatanseverliği işlerken, daha sonra gelen Eli Heriri ve Melaye Ceziri, ülkeye ve ülke insana övgüler yağdırdılar. 16. yüzyılda ise Kürt edebiyatı, Ahmedi Xane ile doruk noktasına ulaşır.
Kürt halkı özgürlüğüne bağlı olan bir halktır. Millli duygularıyla her zaman gurur duyar! Bu halk hiçbir zaman ülkesindeki yabancı güçleri kabul etmedi. Dört yabancı ülkenin bayrağı altında ezilen, parçalanmış Kürdistan, her fırsatta özgürlüğünü, bağımsızlığını aradı ve arayacaktır. Kürtler, kendi elleriyle ürettikleri; eski tarihi sanat eserlerinin, dövme demirlerin, çömleklerin, altın işlemelerin, el dokuma halıların yabancı markalar altında tüm dünyaya yayılmasını hüzünlü bir şekilde izliyorlar.
Dünya Savaşı'nın hemen ardından başlayan barış görüşmelerinde Kültlerin bağımsızlığı için gerekli olan barış antlaşması, diplomatların görüşme yaptığı masanın altında param parça edildi. Bağımsızlığına kavuşmasına az bir süre kala, Kürdistan'ın bölünmesi onaylandı!
Kürtler'in geleneksel kan davalarından dolayı kendilerine yakıştırılan 'haydut' kavramı oldukça haksız bir yakıştırma değil mi? Bu geleneksel kan davasında Kültlerin bağışlayıcı bir yönlerinin de olduğu biliniyor mu acaba?
Eğer kan davalı yaptıklarından pişman ise ve tövbe ediyorsa, davalı onun bu isteğini yerine getirmekle yükümlüdür. Buna örnek olabilecek unutulmaz bir olay tam bundan altmış yıl önce yaşanmıştır. Bir Arap ve Kürt aşireti arasında geçen kan davasında, Arap aşiterinin başı Şemer'in çocuklarından biri, Kürt aşiretinin başı olan Dıre'nin çocuklarından birini öldürmüş. Bunun üzerine intikam yemini edilmiş ve öldürülecek kişi yakalanmış. Yakalanan kişi cezalandırılmak üzere aşiret reisi Dıre'nin önüne getirilmiş. Dire, kamasını kaldırdığı anda, kendi oğlunun ölümünde yaşadığı acısını hatırlamış ve bu gencin babasının da aynı acıyı yaşayacağını hissetmiş. Sonra da kamayı yere atmış ve öldüreceği genci babasına geri göndermiş. Gönderirken de: "Oğlunun ölümü, benim oğlumu diriltmeyecek!" demiş ve bu sözü babasına iletmesini istemiş.
Kültlerin eski geleneklerinde varolan ve günümüzde halen devam eden misafirperverlik kavramı incelenmeden, basit nedenlerden dolayı Kültlerden 'haydut' veya 'yol kesen kişiler' diye söz etmek yanlış olur. Eğer biri Kürdistan'ın herhangi bir yerinde gece konaklamak istiyorsa, 'tanrı misafiri' olarak değer görür. Gelenekler, misafirin nereden geldiğini, nereye gideceğini sormayı yasaklar! Ev sahibi tam otuz gün hizmet eder gelen tanrı misafirine. Misafirinin rahat etmesini ve varsa hayvanının bakımını yapar. Bugün ise gelenekler, önceden haberdar olmadığınız misafirin üç gün sorgusuz kalabileceğini belirtir. Bu kutsal misafirperverlik geleneğinin zedelendiğine hiçbir zaman tanık olmadım. Bu konuda bir tek örnek bile gösterilmez.
Kürt halkı halen eski Ari ırkından gelen Zerdüşt'ün Sonsuz Işık Kültü'nü yaşatmaktadır. Bu öğreti hala unutulmamıştır. Kürtler halen Ahura Mazda ile Ahriman'ın arasındaki kavgaya inanıyorlar. Ahura Mazda aydınlığı, Ahriman ise karanlığı simgeler. Nasıl ki bazıları dini inançlarında şeytanı inkar etmiyorlar ve onu mücadele edilmesi gereken gerçek bir rakip olarak görüyorlarsa, Kültlerde işte böylesi bir mücadeleyle karşı karşıyalar. Karanlık ve aydınlık arasında yaşıyorlar, ama her zaman da karanlığa karşı kavga veriyorlar. Aydınlık, törenlerin ve insanların coşkusunu ülkeleri olan dağlara kadar ulaştırırken, karanlık da yabancı güçleri Kürtlere zulüm etmeye çağırıyor.
Bu eski kültürün kökenleri yüzbinlerce yıl eskiye uzanır. Ari ırkıdan gelen bu gururlu insanlar, tutkularında hırslıdırlar. Misafirperver ve sadıktırlar. Bu sıralanan özelliklerin hepsi de Kültlerde vardır. Harikulade bir ülke, verimli topraklar, azgın akan Fırat, değerli el sanatları, geleneksel köklü bayramlar ve tüm bunların toplamı olan Kürdistan...
Mir Kamuran Ali Bedirhan
1 - (İK-Çevirmenin notu): Ksenophon'un İ.Ö 386 yılında yazdığı Onbinlerin Dönüşü adlı kitap.
2 - (İK-Çevirmenin notu): Ksenophon'un Babil yakınlarından Karadeniz'e kadar süren uzun yürüyüşü,
3 - (İK-Çevirmenin notu): Kötü ile İyi'nin mücadelesi. Gerek Mithra-Varuna çiftine tapıldığı dönemde, gerek Baba Tanrı Zurvan ve onun oğulları, İyi (Ahura Mazda) ile Kötü'nün (Ahriman) mücadelesinin yaşandığı ya da Ahura Mazda'ya tapınıldığı dönemde işlenen mücadele. İyi Güçler ile Kötü Güçlerin kendi aralarındaki kavga.
İlk adım
Birkaç gün önce İstanbul'dan Savur'a geldim. Yaşanmış gizli bir olayı herkes kulaktan kulağa fısıltı halinde anlatıyordu. Nedense kimse yaşanan bu olayı sesli bir şekilde anlatmaya cesaret edemiyordu! Fısıltı halinde anlatılanlar ise; Yado'nun, bir grup silahlı süvarisiyle birlikte kasabanın yakınındaki askeri garnizonu basıp, yüklü bir ganimet aldığı şeklindeydi. Değerli malzemeler, tüfekler, savaş için gerekli olan araç ve gereçler Yado'nun eline geçmişti.
Memleketinden uzun bir süre uzak kalmış, on dokuzundaki bir delikanlı olarak o günlerde kasabamızda heyecan uyandıran bu olayın önemini kavrayamadım. Etrafı dinliyor, olayları anlamaya çalışıyor ve olayın neden bu kadar önemsendiğini öğrenmeye çalışıyordum. Tüm çabalarıma rağmen olayın gizemini çözemedim. Etrafımdaki insanların yüzlerindeki o gizemli mutlululuğa bir anlam veremiyordum. Tüm kasaba halkı esrarengiz bir şekilde hareketlilik içindeydi.
Bunun nedeni neydi?
Şansıma, o günlerde şehir yaşamını sevmeyen, bu nedenle köyde yaşamını sürdüren amcamın bizi ziyaret edeceğini öğrendim. Onun gelişini sabırsızlıkla bekliyordum. Amcamla az bir süre birlikte olmamıza rağmen, ona olan sevgim ve saygım sınırsızdı. Kasabamızı gözle görülür bir heyecana saran bu olayın sırrım kendisinden öğrenebilme umudunu da taşıyordum. Amcam hakkında pek bilgi sahibi olmasam bile, onun çok mert bir insan olduğunu, ...