"Cehü", Yahudilere Kürtçede verilen addı. Biz Hıristiyanlar ise Yahudilere "Moşe" diyorduk. Hıristiyanların hepsi toptan gâvur veya "Fille" oldukları halde kendi içlerinde Ermeni, Süryani, Keldani, Pırot'tular. Ermeniler ise Süryanilere "Asori" derlerdi. Müslümanların tüm Hıristiyanlara toptan gâvur demelerine karşılık, Hıristiyanlarda tüm Müslümanlara toptan "Dacik" diyorlardı. Ama tüm bunların dışında gerçek olan şuydu ki, deliler bir safta, geriye kalan diğerleri, yani Dacikler, Gâvurlar, Haçolar, Kızılbaşlar, Yezidiler, Ermeniler, Türkler, Kürtler, Keldaniler, Süryaniler, Asoriler, Pırotlar, Fılleler, Moşeler, Cehüler, Dürziler, hep beraber diğer saftaydık! Her iki safta yerini almayan bir de Rumlar vardı ama, onlardan Diyarbakır'da ilaç için arasanız bir tane dahi bulamazdınız. Köşede bucakta belki kalmıştır, "kıtti" gibi turşu kurmaya yarar diye aradığınız zaman boşuna heveslenirdiniz!
Mıgırdiç Margosyan, 23 Aralık 1938'de Diyarbakır’da, Hançepek Mahallesi'inde (Gâvur Mahallesi) doğdu. Süleyman Nazif İlkokulu, Ziya Gökalp Ortaokulu'ndan sonra İstanbul'a gelip eğitimini Bezciyan Ortaokulu ve Getronagan Lisesi'nde sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 1966-1972 yılları arasında Üsküdar Selamsız'daki Sıtıp Haç Tıbrevank Ermeni Lisesi’nde müdürlüğün yanı sıra felsefe, psikoloji, Ermeni dili 've edebiyatı öğretmenliği yaptı. Daha sonra öğretmenliği bırakarak ticarete atıldı. Edebi çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Öyküleri ‘‘Marmara” gazetesinde yayınlandı ve bir bölümü 1984 yılında Mer Ayt Göğmen (Bizim Oralar) adıyla kitap haline getirildi. 1988 yılında, Ermenice yazan yazarlara verilen Eliz Kavukçuyan Vakfı Edebiyat Ödülü’nü (Paris-Fransa) aldığı öykülerden üçü bu kitapta Türkçe çevirisiyle yer almaktadır.
Mıhitarisi ’vartabed' Arşen Aydınyan. 1866 yılında Viyana’da Ermenice olarak yayınlanan sekizyüzkırk sayfalık eşsiz eseri “Çağdaş Ermeni Dilinin Dilbilgisi" adlı kitabının önsözünü bu cümleyle başlatır, ama altı sayfalık bir önsöz yazmaktan da kendini alamaz.
Biz de Aydınyan kadar olmasa da, Ermenice edebiyat ürünleri Türkçe’de pek bilinmediği ve kimi örnekleri Türkçe’ye ancak son yıllarda, o da çok sınırlı olarak aktarıldığı için, elinizdeki kitabın ardalanına ilişkin olarak birkaç söz etmeden geçemedik. "Gâvur Mahallesi" adlı kitabıyla Türkçe olarak da okunmaya başlayan Mıgırdiç Margosyan Ermenilerin kavaragan kraganutyun dedikleri ve Türkçe’ye ‘köy edebiyatı’ veya ‘taşra edebiyatı' olarak çevrilebilecek bir ekolün yaşayan son temsilcisi olarak adlandırılagelmiştir.
Ermenice edebiyatta taşra edebiyatının temelleri iki koldan atılmıştır: Kafkasya'da veya bugünkü İran ve Ermenistan'da konuşulan ‘Doğu Ermenicesi’ ve Anadolu topraklarında. 1915'ten sonra da birçok ülkeye dağılan Ermenilerce konuşulan Batı Ermenicesi’ lehçesi ile... Bu iki lehçenin dilbilgisi ve ses değerleri yönünden farklılıklarına karşın, hem konuşma, hem de yazı dili olarak iki ayrı dünya yaratacak özellikte olmaması ve karşılıklı, özellikle aydınlar arasında hiç sorunsuz anlaşılıyor olması, taşra edebiyatının beslenme kaynaklarının kendi içinde bir bütün olmasını da getirmiştir. Ermenice edebiyatta köyün işlenmesi, ancak 19. yüzyılda başlar. Halk şiiri, folklorik sözlü ürünler, bütün dallarıyla çok daha erken gelişmiş ve klasik Ermenice edebiyatta, çağına göre az ya da çok etkisini göstermiştir; ama panoraması, törenleri, töreleri, yaşantısı, örf ve adetleri, özgün karakteriyle, köy, Ermenice edebiyatta, 19. yüzyıldan önce hemen hemen hiç gözükmez.
Ermenice edebiyata köyün ilk. gerçek anlamda ve ciddi biçimde girişi, 19. yüzyılda Haçadur Apovyan ile olmuştur. Kendisi gibi Doğu Ermenicesi ile yazan Broşyants, Raffi, Muratsan. Leo. Aharonyan, V. Papazyan, Şirvanzade gibi yazarlar, bazı eserlerinde Ermeni köylüsünü betimlemişler, Kamar Katiba. Hovhannesyan ve Isahagyan da bu temaya şiirlerinde yer vermişlerdir. Batı Ermenieesinde ise halk şarkılarına, ortaçağın "aşuğ” şiirlerine ilk eğilen, (Peder) Gevont Alişan'dır. Özellikle Van ve Muş yöresinde matbaa, gazete ve okul kurarak edebi bir atılıma öncülük eden (Peder) Hırimyan Hayrik, “Dede ve Torun" adlı eserinde Ermeni köyünü, köy yaşamını betimleyip yorumlar. Onun öğrencisi de olan (Peder) Karekin Sırvantsdyants ise, karış karış dolaştığı Anadolu’da derlediği ürünlerle Ermeni folklorunun kuruculuğunu yapmış. Ermeni halk hikayelerinin ve şarkılarının zengin bir antolojisini yayınlamış, gezi notlarıyla da Ermeni köyü ve köylüsünün en ilginç betimleyicilerinden biri olmuştur. Onun folklorik çalışmalarını Çituni zenginleştirirken, edebi yönünü de Palulu Melkon Gürciyan (1859-1915). Muşlu Keğam Der Garabedyan (1865-1918), Harputlu Hovhannes Harutyunyan (1860-1915) ve Siverekli Rupen Zartaryan (1874-1915) sürdürmüştür.
Ermenice edebiyat başta İstanbul ve Tiflis olmak üzere, Venedik, Paris, Viyana, Moskova, İzmir gibi çok farklı metropollerde gelişmiştir. Taşra edebiyatının da en civcivli merkezi İstanbul olmuştur. Bu tür. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Anadolu'nun çalkantılı siyasal, toplumsal ortamının ürünü olarak, kendisini adeta aşağıdan zorlamayla dayatmış, İstanbul Ermeni edebiyat çevrelerinde İstanbul-taşra ikilemi çerçevesinde yoğun tartışmalar yaratmıştır.
1915'ten sonra taşra edebiyatı temsilcilerinin çoğunun yaşama veda etmesiyle bu türün örnekleri Anadolu'dan çok uzakta, başka ülkelerde verilir olmuştur. Buna en çarpıcı örnek, 1913’te Amerika'ya göçen ve orada Hamasdeğ mahlasıyla yazan Harpııt'un Perçenç köyünden Hampartsum Gelenyan’dır.
Taşra edebiyatının İstanbul'da artık örneklerini vermez gözüktüğü Cumhuriyet döneminde, Erzincan'ın Arımdan köyünden Hagop Mıntsuri (1886-1978), adeta közler içinden yeni bir alev olarak belirir ve Gabuyd Luys (1958), Arnudan (1966). Grung Usdi Gu Kas (1974) adlı eserleriyle, taşra edebiyatından yeniden söz edilmesini sağlar.
Okuyucunun Türkçe'de Tarih Vakfı yayınları arasında çıkan “İstanbul Anıları" adlı kitabıyla tanıdığı Mıntsuri’nin genç çağdaşı Margosyan ise, Mıntsuri ile birlikte “artık bitti” denilen taşra edebiyatının bu kez yeni bir düzlemde gündeme gelmesine neden olur.
İstanbul'da 1940'tan beri yayın hayatını sürdüren günlük Ermenice gazele Marmara’da yayınladığı ve ilk kez. 1984'te “Mer Ayt Goğmerı” adıyla kitaplaştrılan öykülerinde Diyarbakır yöresini anlatan Margosyan, objektifini özellikle 1940'lı, 1950’li yıllarda Diyarbakır'daki sıradan insanların günlük yaşamlarına odaklayarak bu tarihi, kozmopolit şehirden ilginç kesitler sunar ve birçokları için yeni, sevecen bir pencere açar.
Mıntsuri, 21 Kasım 1974’te Marmara gazetesinde yayınlanan Margosyan’ın “Halil İbrahim” adlı öyküsünden etkilenerek, yazara gönderdiği ve yine 18 Mart I976’da Marmara'da yayınlanan mektubunda şöyle der: “[Öykünü kağıtlarımın arasında bulunca] sevindim ve tekrar okudum. Gene güzel buldum. Öykün kadar, söyleme biçimin de tam benim sevdiğim türden. Ben de öyle yazarım. Bir madendi çıkardığın, hayır, topraktan değil, kendi ocağındandı, kendi içinden. Bilir misin, her zaman olmaz, bu. Bu, saf altındı, taşa, toprağa bulanmıştı, silip temizlememişim. Taşralı rengini korumak için isteyerek bırakmıştın, diyorum ben...” Yazar hakkında daha fazla söz etmektense, elinizdeki kitabı sunmakla yetiniyoruz. Taşra edebiyatına gelince... “herhalde bu son" gibi bir yargı erken olsa da, halihazırda, İstanbul Ermeni yazarları arasında Margosyan’dan başka bu tür eser verene rastlanmamakla, ancak gene gazete sütunlarında zaman zaman eski kuşaktan insanların yayınladıkları kimi anılar göze çarpmaktadır.
Ve son olarak, bu kitapta yer alan öykülerin bir bölümünün Ermenice’den çeviri olmayıp, doğrudan doğruya Türkçe yazılmış olması, Margosyan'ın salt Ermenice edebiyat içinde değil, aynı zamanda Türkçe edebiyat içinde de değerlendirilmesi gereğine işaret etmektedir.
Aras Yayıncılık
“Pışt Bemurad, Pışt”
Bizim oralarda, bizim yörelerde, Diyarbakır’da, Dicle kıyılarında, ulu Tanrı’mızın güneşi, özellikle yaz aylarında güneş olmaktan çıkar, ateş topuna dönüşür, başımızdan aşağı acımasızca yağar, avlumuzun zavallı yaşlı siyah taşlarına çöreklenirdi. Toprak evimizin bu yaşlı taşları da gün boyu durmadan başlarını gök yüzüne çevirir, gelen geçen bulutlardan bir damla yağmur, iki damla gözyaşı dilenir, yaşam kavgasında ‘su, su, suuu’ diye inlerlerdi.
Anam Hıno, avlumuzun taşlarının taş kesilerek sonsuza dek susmadıklarını, aksine ‘suu, suuu' diye yalvarıp yakardıklarını hisseder, o andaki işini yarım bırakır, avludaki kuyudan birkaç kova su çeker ve ‘şaarrr’ diye dilenci taşların başından aşağı boca ederdi. Avlumuzun ...
Mıgırdiç Margosyan
Söyle Margos Nerelisen?
Aras
Aras Yayıncılık Öykü Söyle Margos Nerelisen? Mıgırdiç Margosyan
Yayın hakları Mıgırdiç Margosyan ve Aras Yayıncılık’a aittir
Kapak Fotoğrafı ‘Puşi’cilik yapan dört Ermeni gencinin Dağkapı’da çektirdikleri Diyarbakır Hatırası. 1947 Soldan sağa: Bedros Başak. Yakup Bostancı (Keke Yako). Giragos Başak. Oturan: Rişar (Reşit) Taşçıyan
Kapak Tasarımı Vartan Paçacı
Baskı Mart Matbaacılık Ltd. Şti. Tel: (212) 2)2 03 39
1. Baskı: İstanbul / Nisan 1995 6. Baskı: İstanbul / Ağustos 2000
Yazılarında, bizim oraları anlattım, gördüğüm ve yaşadığım gibi. Tipleri ve adlarını hemen hemen aynen verdim, değiştirmeden, oldukları gibi. Onlardan, o "baco"lardan, o dayılardan, o amcalardan çoğu öte tarafa göçmüşlerdir. Adları, hatıraları biraz da bu satırlarda, bu kitapta yaşasın.