"Şehir şakisi", "eşkiya", "militan", "anarşist"... Türkiye'nin 70'li yılların başından bu yana duymaya alıştığı, hatla belli oranda içine sindirdiği bile söylenebilecek tanımlamalar. 1984 yılından sonra özellikle Güneydoğu bölgesi ile ilgili her haberin özneleri haline gelen bu tanımlar daha da çeşitlendirildi: "bölücü", "ayrılıkçı", "kansızlar", "hainler"...
Cumhuriyetin ilanından hemen sonra, 13 Şubat-31 Mayıs 1925 tarihleri arasında yaşanan Şeyh Sait İsyanı'ndan, 1938 yılındaki Dersim İsyanı'na kadar devam eden Kürt isyanları, 38'de noktalanmış gibi görünüyordu. Ancak devletin istihbarat birimleri, bugün yine ciddi bir ayaklanma ihtimalinden bahsediyorlar. 1991 yılı Kasım ayında Milliyet gazetesi tarafından manşetten verilen haber bu açıdan oldukça dikkat çekici; "Devletin en üst birimlerinde PKK değerlendirmesi: Ayaklanma Hazırlığı" başlığıyla verilen ...
İçindekiler
Sunuş / 7
Giriş / 11
Çanakkale Bayramiç Artık Sakin! / 19 Konya, Eskilerle Bile Anlaşamıyorlar / 30 Adana, Biz Hep Buradaydık / 43 Mersin Mahalleler Sınır / 55
Söyleşiler; Hagop Sivaslıyan, Kendimizi Azınlık Olarak Kabul Etmiyoruz / 61 Yıldırım Koç, Birleştirici Zamk Sendikalardır / 72 Murat Belge, Milliyetçilik Virüs İstilası Gibi / 80 Günay Aslan, Türk’ün Yaşamında Kürt'e Yer Yok / 93 Ümit Fırat, Türkler'in Milliyetçi Olma Hakları Yok / 103
Basında Kürt Sorunu / 111
SUNUŞ
1991 yılı Türkiye'deki milliyetçi kabarışlar açısından oldukça verimli bir yıl olarak başladı ve bitti. Bu kabarışın etkileri 92'de de sürüyor. Çalışmayı hazırlamaya başladığımız 91 yaz aylarında amacımız bu tehlikeye dikkat çekmek, birbiri ardına yaşanan olayların ardından insanların yaşananları nasıl değerlendirdiğini sergilemekti. 70 yıllık Cumhuriyet Türkiyesi'nde zaman zaman uykuya yatmış görünen, ancak uygun zemin ve vesile bulur bulmaz şiddetle kabaran milliyetçilik, şimdi "Kürt sorunu" üzerinde kuluçkaya yatmış durumda.
Ele aadığı olguların neredeyse tümü "Kürt sorunu" ile ilgili olmasına karşın Biz ve Onlar aslında çok eski bir konuyla, ayrımcılıkla ilgili. Öyle ya, ayrımcılıkta ve milliyetçilikte yeni acılardan, yeni düşmanlıklardan başka yeni olan ne var? Fransız, Bulgar, Alman, Türk / İslam ya da Kürt olsun bütün milliyetçilikler "biz ve onlar" önyargısıyla can bulur. Bu önyargı çözülemeyen sosyal ve ekonomik sorunların ötesinde berisinde dolanan bir hayalet gibidir. Tarih içinde ve farklı coğrafyalarda ne isim alırsa alsın, "yerli / göçmcn", "yerleşik / yeni gelen", "siyahlar / beyazlar", "aleviler / sünniler", "vatandaşlar / yabancı işçiler" ya da "yassı kafalılar / sivri kafalılar", bu hayalet hep insan kanıyla, acılarıyla beslenmiştir. Onu geçmişten miras yalanlarla, klişeleşmiş düşüncelerle, inatla, kanla yaşatmak çok kolaydır. Zor olan önyargıdan kurtulmaktır: Doğru sorulara dürüst cevaplar verebilmektir.
İşte böyle iki soru: Türkiye farklı dil, din ve ırktan insanların birarada yaşadığı bir devletin adı mıdır, yoksa Türkler'in Türkiyesi midir? Türkiye'de etnik kökeni ne olursa olsun insan hak ve özgürlükleri gerçekten güvence altında mıdır? Bu soruya, anayasal hukukta, kağıt üstünde yazılı olanlarla ya da niyet ve temennilerimizle değil, fiili "resmi devlet politikası" ile, resmi "milli eğitim" ile, toplumun en küçük gözeneklerinde yașanan gerçeklerle cevap verilmelidir. Cumhuriyet dönemi boyunca topluma —özellikle Türkler'e— ısrarla kabul ettirilmeye çalışılan "Anadolu topraklarının sahibi Türkler'dir" fikri, her bunalım döneminde iktidarların çıkış yöntemlerinden biri olarak kendini gösterdi. Kıbrıs sorununun Türkiye'deki azınlıklara, özellikle de Rumlar’a karşı girişilen şiddet olaylarının mihenk taşını oluşturması, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya'dan esen milliyetçi havanın vergilerden günlük yaşantıya kadar her alanda Ermeni ve Rum cemaatini hedef alması ve bu ideolojinin Türk halkını da yanına çekmeyi başarması, bu tecrübelere sahip ortalama Türk vatandaşının şimdi yeniden taraf olarak meydanlara çekilmesini de kolaylaştırıyor.
"Türk'ten başka dostu olmayan Türk" paranoyasıyla yaşamaya alışan —alıştırılan— Türk halkının bugünkü konjonktürde yeni —ya da uzun bir süreden sonra tekrar— düşmanı Kürtler. Kürtler’e karşı oluşturulacak "gönüllü ordu"yla olayların çözümleneceğini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. DYP-SHP koalisyonunun başlattığı yumuşama süreci henüz ortalama vatandaşlar arasında yankı bulmuş değil. Üstelik bu yumuşama Türkiye'nin kendi deneyiminden bilerek isteyerek çıkardığı ve ikna olduğu bir sonuç olmaktan ziyade, dünyanın bugünkü konjonktürüne uyum çabası olarak ortaya çıktı. Tek tük Türk aydınlarından gelen sesler ise şimdilik sadece küçük gruplar arasında tartışılıyor. Birbiri ardına sürdürülen operasyonlar ve bu operasyonlar sırasında potansiyel bölücü olarak yorumlanan Kürt halkı üzerindeki baskı ise medya aracılığıyla, Türk halkına, "bunu hak ediyorlar!" şeklinde yansıtılıyor. 70 yıl boyunca "onlar" kısmının öznesi değişse de "yanlız ulus Türkler"e hâlâ aynı masal anlatılıyor; "biz, onları ve herkesi döveriz!"
Çalışmamız üç bölümden oluşuyor: 91 yılına damgasını vuran çatışmaları, tanıkları ve bizzat yaşayanlarıyla yaptığımız röportajlarla yansıtmaya çalıştığımız ilk bölümü; Türkiye’de etnik ayrımcılık üzerine Hagop Sivashyan, Ümit Fırat, Murat Belge, Yıldırım Koç ve Günay Aslan'la yapılan söyleşiler takip ediyor. "Basında Kürt Sorunu" adlı son bölümde ise özellikle köşe yazarlannın sütunlarında, "sokaktâki adam böyle düşünüyor" başlığı altında sergilenen milliyetçi bakışı, makalelerinden yaptığımız alıntılarla aktarmaya çalıştık.
Başta da belirttiğimiz gibi amacımız, Türkiye'de büyük bir hızla kendini dışa vuran saldırgan etnik ayrımcılığa ve bunun çevresinde önümüzdeki günlerde ortaya çıkması muhtemel çalışmalara dikkat çekmekti. Kitabın hazırlanma süreci içinde hızla yeni olayların yaşanması, endişemizin haklılığını ortaya koyuyor. Belki de kitap kitapçıların radarına konmadan Türkiye yeni olaylara sahne olacak. Yaşananlar, olayların polisiye tedbirlerle engellenemeyeceğini, yaklaşık yüzyıla yakın bir süredir izlenen asimilasyon politikalarının sonucu olarak sorunun artık kronikleştiğini herkese göstermiş olmalıdır. Son yedi yılda Güneydoğu bölgesinde uygulanan baskı ve sindirme operasyonlarının, uygulanan.polilikaların başarısı da ortadadır.
Artık sorulara dürüst cevap vermenin zamanı bir kez daha geçmek üzeredir.
Şengün Kılıç
Giriş
"Şehir şakisi", "eşkiya", "militan", "anarşist"... Türkiye'nin 70'li yılların başından bu yana duymaya alıştığı, hatla belli oranda içine sindirdiği bile söylenebilecek tanımlamalar. 1984 yılından sonra özellikle Güneydoğu bölgesi ile ilgili her haberin özneleri haline gelen bu tanımlar daha da çeşitlendirildi: "bölücü", "ayrılıkçı", "kansızlar", "hainler"...
Cumhuriyetin ilanından hemen sonra, 13 Şubat-31 Mayıs 1925 tarihleri arasında yaşanan Şeyh Sait İsyanı'ndan, 1938 yılındaki Dersim İsyanı'na kadar devam eden Kürt isyanları, 38'de noktalanmış gibi görünüyordu. Ancak devletin istihbarat birimleri, bugün yine ciddi bir ayaklanma ihtimalinden bahsediyorlar. 1991 yılı Kasım ayında Milliyet gazetesi tarafından manşetten verilen haber bu açıdan oldukça dikkat çekici; "Devletin en üst birimlerinde PKK değerlendirmesi: Ayaklanma Hazırlığı" başlığıyla verilen haberin spotlarından bazıları şöyle; "Bölücü faaliyetlerini yoğunlaştıran PKK'nın Güneydoğu bölgesinde 'toplu ayaklanma' başlatmak için hazırlık yaptığı yolunda 'önemli istihbarat' alındığı belirtiliyor... Hükümet yetkililerine göre, PKK Türkiye'yi Saddam'ın durumuna düşürme çabası içinde. Ayaklanma başlatıp, orduyu sert önlemler almak zorunda bırakmayı, sonra da 'Kürtler öldürülüyor' diye dünyayı ayağa kaldırmayı planlıyorlar."
Özellikle 20 Ekim genel seçimlerinden sonra HEP kökenli SHP milletvekilleri Leyla Zana ve Hatip Dicle'nin TBMM’de yeminlerini Anayasal zorunluluk altında ettiklerini söylemeleri ve Zana'nın Türkçe ...
Şengün Kılıç
Biz ve Onlar
Metis
Metis Yayınları Siyahbeyez Dizisi 5 Biz ve Onlar Türkiye'de Etnik Ayrımcılık Araştırma - Röportaj Şengün Kılıç
Metis Yayınları Başmusahip Sok. 3 / 2 Cağaloğlu / İstanbul