Alevi kimliği
T. Olsson,
E. Özdalga,
C. Raudvere
Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Alevi uyanışı, 1980'lerin sonundan bu yana Türkiye gündeminin hep ilk sıralarında yer alan bir kavram oldu. Yüzyıllar boyunca kapalı bir cemaat halinde var olan Aleviliğin kamusal alanda görünürlük kazanmasına, Alevilik-Bektaşilik literatüründe yaşanan gerçek bir patlama eşlik etti. İstanbul'daki İsveç Araştırma Enstitüsii'nün 25-27 Kasım 1996 tarihleri arasında düzenlediği "Osmanlı ve Modern Türkiye Alevilerinde Din, Kültürel Kimlik ve Toplumsal Örgütlenme" başlıklı konferansa sunulan tebliğlerin derlemesinden oluşan bu kitap, Alevi kimliğini ve Ali odaklı mezhepleri tarihi/efsanevi arka plan, tarih inşa süreci, günümüzdeki "uyanış"a eşlik eden kentleşmenin getirdiği yeni sorunlar ve yeni söylemler bağlamlarında ele alıyor. Sabetaycılık, Ehl-i Hak, Nusayrilik, Dürzilik gibi bazı marjinal heterodoks akımları irdeleyen makaleler ise kimlik inşa sürecinin hem "iç" dini tarih, hem de "dış" siyasal ve toplumsal yönleri üzerinde duruyor.
ÖNSÖZ
Uluslararası kitle iletişim araçlarında, Türkiye’deki Alevi topluluklarından bahsedilirken sık sık, “liberal Müslümanlar”, “aşırı Şii mezhepleri” ya da “zındıklar” gibi çeşitli sıfatlar kullanılmaktadır. Böylece, Alevi cemaatlerinin belirsiz ve birbiriyle çelişen imgeleri üretilmekte ve çoğaltılmaktadır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Nur Baba (1922) romanında anlatılan ortam, uzun bir süre boyunca, Alevilerin geri kalmış ve boş inançlara dayanan yaşamları hakkında bir önyargı prototipi oluşturmuştur. Bektaşi dervişleri hakkında anlatılan fıkralara dayanan bu roman, Alevileri yeni kentleşmiş Anadolulu köylüler, tekkeleri de çürüme ve çöküş mekânları olarak gösteren aşağılayıcı klişeler yerleşmesine neden olmuştur. Günümüz Türkiyesi’nde Aleviler önemli bir “öteki” rolü oynamaktadır ve kamuoyunun görüşü, büyük oranda, bir dizi dramatik olay sonucunda oluşmuştur: 1979 yılında Kahramanmaraş ve 1980 yılında Çorum’daki çatışmalar, 1993 yılında Sivas’taki kundaklama ve 1995 yılında İstanbul Gaziosmanpaşa’daki ayaklanmalar. Hemen akla gelmese de, uzun vadede daha büyük bir önem taşıyan durum ise, günümüzde Alevi folkloru, sözlü gelenekleri ve dini törenlerine karşı duyulan coşkunun artmasıdır. Kültürel ve dini toplantıların merkezi olan cemevlerinin sayısının artması, Alevilerdeki tutum ve kendini tanımlama bağlamında ortaya çıkan bu değişiklikler açısından önem taşımaktadır.
Bu kitap, İstanbul’daki İsveç Araştırma Enstitüsü’nün 25-27 Kasım 1996 tarihleri arasında düzenlediği “Osmanlı ve Modern Türkiye Alevilerinde Din, Kültürel Kimlik ve Toplumsal Örgütlenme” başlıklı konferansta sunulan tebliğlerin derlemesinden oluşmaktadır. Yapılan bu toplantı, Prof. Elisabeth Özdalga’nın yürüttüğü iki yıllık “İslam kültürü” programının bir parçasını oluşturmaktaydı.
Konferanstaki konuşmacılar, tarihsel olduğu kadar antropolojik ve sosyolojik analizler yapmışlar ve sunulan tebliğlerin birçoğu, komşu bölgelerdeki marjinal dini grupları konu almıştır. Hem içeriden (emıc), hem de dışandan (etic) bakış açıları sunulmuş olsa da, özellikle Batı Asya’daki Ali odaklı cemaatlerin dini yönleri üzerinde durulmuştur. Konferansa katılanların bazıları Alevi toplulukları içinde etkin olarak yer aldığı için, politik ve ideolojik konular konferansta sürekli gündeme gelmiştir.
Aleviliği tartışmak, milliyetçilik, sekülerleşme yönündeki politikalar, kentleşme ve göç gibi, modern Türkiye tarihinin en önemli konularına da temas etmek anlamına gelmektedir: Sonuç olarak, bu kitapta sürekli tekrarlanan bir tema da, kimliğin ve toplumsal belleğin, efsanevi tarihte yer alan önemli olayların seçimine göre nasıl kurgulandığını ele almaktadır. Bu tür Alevi anlatıları, başka şecereler ve başka kimlikleri vurgulayarak, pek çok açıdan, resmi Türk tarih yazımıyla çelişmektedir. Tarih yoluyla türdeş ve güçlü bir Alevi kimliği oluşturmak için gösterilen çeşitli çabalar, efsanevi olsun ya da olmasın tarihsel olaylann kullanımı analiz edilirken, Benedict Anderson’ın “hayali cemaatler” konusundaki irdelemesinin bir örneği olarak ele alınabilir.
Çeşitli Alevi topluluklan, kendilerini farklı biçimlerde tanımlamakta ve kimliklerinin toplumsal, siyasi ya da dini yönlerini vurgulamaktadır. 1970’lerden itibaren yapılan sol vurgu, gittikçe artan oranda, kültürel ve dini geleneğin bilincine varmaya ve bu gelenekten övünç duymaya dönüşürken, eskiden Alevileri Anadolulu köylüler olarak kabul eden önyargılı görüş değişmektedir. 1980’li ve 1990’lı yıllarda ayn bir Alevi toplumsal ve entelektüel elit tabakası ortaya çıkarken, Aleviliğin çok çeşitli yönlerini ele alan bir yığın kitap ve dergi yayımlanmıştır. Bazı yazarlara göre, Aleviliğin İslamiyet içinde bir gelenek olduğunu vurgulamak önemlidir.
Başka yazarlarsa Aleviliği, kendilerini mutlaka dini açıdan tanımlamaları gerekmeyen, daha çok alternatif yaşam biçimlerinin formüle edilmesi için bir temel olarak gören toplulukların oluşturduğu bir küme olarak düşünebilmektedir. Bazı kesimler Aleviliğin teolojik kökenlerinin Şiiliğe dayandığını vurgularken, bazı gruplar ise tam aksine, yaptıkları dini yorumlar için liberal gelenekleri öne sürmektedir. Aleviler, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) tarafından hiçbir zaman ayrı bir topluluk ya da dernek olarak tanınmamıştır. Bu nedenle, böyle bir tanınmanın sağlanması Cem dergisi çevresindekiler için hayati önem taşıyan bir amaç oluştururken, başka Aleviler, böyle kalabalık bir topluluğu kamusal alanın dışında tutan devlet stratejisinin sonucunda ortaya çıkmış olan gizli muhalefet imgesine sarılmaktadır.
Bu kitap Aleviler konusunda yoğunlaşmakla birlikte, daha geniş bir bağlamda kimlik sorununu da tartışmayı hedeflemektedir. Türk Alevilerinin son on beş yılda tutarlı ve kendilerine özgü bir imge yaratmak için eskisinden çok daha büyük bir çaba sarfetmeleri, onları benzersiz kılmıyor. Başka etnik ve dini gruplar da aynı kaygıyı paylaştıklarına göre, burada onlann tecrübelerini bir ayna gibi kullanmak önemli oluyor. Sabetaycılar ya da dönmeler örneğinde karşımızda bir azınlık grubu var; hayatta kalabilmek için güçlü bir irade göstermelerine rağmen dağılmışlar.
Lübnan’daki Dürziler örneğinde ise düşmanca bir çevrede hayatta kalabilmek ve yerel bir kimliği koruyabilmek için uygulanan takiyye stratejisinin çeşitli yönleri tartışılıyor. Şu halde, kitap esas olarak Aleviler, tarihteki kökenleri ve bugünkü gelişmeler üzerinde odaklansa bile, seçtiğimiz teorik perspektif, Alevi cemaatinin sınırlarını aşan bir etnik ve dini kimliği tartışmayı gerekli kılıyor. Kimlik oluşumu temasının tartışılması ve daha geniş karşılaştırmalı bir perspektif yaratılması, karmaşık ve çok yönlü bir sorunun yeni ve gizli yönlerini keşfetmekte yeni olanaklar sunuyor.
Kitabın doğrudan Alevi kimliğine yönelik birinci bölümü, Prof, irene Melikof’un, Bektaşi tarikatının tarihsel kökenlerini ele alan ve özellikle tarikatın Kızılbaş gruplarla ilişkisine dikkat çeken bir makalesiyle başlamaktadır. Profesör Melikoff, konunun genel bir özetini vermekte ve koşutlukları gözler önüne sermek amacıyla teolojiyle ritüel uygulamalar arasındaki farklılıkları karşılaştırmaktadır. Bu tarihsel makalenin ardından, Büyükelçi Erik Cornell’in Balkanlar’da Bektaşilik üzerine gündeme getirdiği tartışma yer almaktadır. Bu yüzyılın başlarında Balkanlar’dan Türkiye’ye kitlesel göçlerin önemi ve bu göçlerin modern Bektaşi cemaaderi üzerindeki etkisi göz önüne alındığında, bu konunun ne kadar önemli olduğu anlaşılabilir. Tarihsel bakış açısı, Alevi kültürünün oluşturulmasında kültürel mirasın ve tarihin günümüzdeki kullanımını irdeleyen David Shankland tarafından daha da geliştirilmiştir. Shankland, Alevi kültürünün karmaşıklığına yönelik incelemelerde bağlamın daha çok dikkate alınmasını, klişelerden kaçınılmasını ve kendi deyimiyle “kültürel yeniden yaratma süreci”ne önem verilmesini savunmaktadır.
Son on yıl boyunca Alevi yayınlarında görülen padama göz önüne alındığında, Karin Vorhof’un makalesinin geleceğe yönelik bir rehber hizmeti göreceği söylenebilir. Vorhof’un, Alevilik ve Bektaşilikle ilgili akademik ve daha çok popüler yayınlar konusundaki irdelemesi, şemsiye kavram olan Aleviliğin ayrışıklığını vurgulamaktadır. Vorhof’un yaptığı bir diğer önemli saptama, Alevi yayınlarının yalnızca söylemsel bir düzlemde yorumlanmaması gerektiği, çünkü, bu yayınların Alevilerin kendi evlerinde, Alevi bilincinin işareti ve simgesi görevini gördüğüdür. Bu kitapların göstergebilimsel açıdan konuyla ilgileri, sadece cemaat dışındakilerle ilişkili olarak değil, Alevi cemaatlerinin kendi içinde de büyük önem taşımaktadır; masanın üstüne daha liberal olan bir Cem dergisi koymakla radikal Cemal Şener’in kitaplarını kütüphanede bulundurmak birbirinden oldukça farklıdır.
Faruk Bilici, Alevi-Bektaşi teolojisini, Sünni Ortodoksluğun aksine, “özgürleşme teolojisi”nin farklı bir biçimi olarak yorumlamaktadır. Bilici, 1970’lerde gelişen ve günümüzde tasavvufı dinsel boyutlarla birleşen yeni biçimiyle bir Marksist Alevi ideolojisine dikkat çekmektedir; Bilici’ye göre, bu ideoloji liberal yorumlar ve alternatif bir teoloji için bir araç oluşturmaktadır. Bununla birlikte, birçok Alevi topluluğunun, kendileri hakkındaki “ilerici” imgeleri, siyasal alanın eleştirel bir özetini sunan Ruşen Çakır tarafından sorgulanmaktadır. Ruşen Çakır, özellikle kadınların konumu söz konusu olduğunda, üzerinde çok konuşulan ideallerle toplumsal gerçeklik arasındaki keskin karşıtlığa dikkat çekmektedir. Bu tartışma yaratacak makalede, Alevi bilincinin yükselmesi, gayet inandırıcı bir biçimde, İslamcı gruplar içindeki canlanmayla karşılaştırılmaktadır.
Almanya diasporasındaki Alevi cemaatlerinde yaşayıp ülkelerine geri dönüş yapmış kişilerin günümüz Aleviliği üzerindeki etkileri, Helga Rit-tersberger-Tılıç tarafından ele alınmaktadır. Bu “Almancılar”ın muğlak konumu, dikkate değerdir: Bazen hali vakti yerinde olsalar da, her zaman Batı kültürü tarafından kirletilmişlerdir. Böylelikle Aleviler istemeden de olsa, Türk ulusal kimliğine meydan okumakta ve bu nedenle de, açıkça tanımlanmış bir Alevi kimliğine doğru itilmektedirler. Reha Çamuroğlu, Doğu Avrupa’daki sosyalist blokun çöküşü, İslamcı köktendinciliğin yükselişi ve Kürt sorununun ortaya çıkışının ışığında, Alevilik içinde yakın zamanda beliren eğilimleri irdelemektedir. Bu gelişmeler, Alevileri değişik, kimi zaman da birbiriyle çelişen yönlerde etkilemiştir ve bu durum da, Alevi hareketinin içindeki karmaşıklığa işaret etmektedir.
Fuat Bozkurt, cemaatin içinden bir kişinin bakış açısıyla, öğretilerin ve ritüel uygulamalarının yerel gözle genel bir özetini sunmaktadır. Bozkurt ayrıca, eğitimle ilgili sorunlara ve yeni cemevlerinin ortaya çıkışına özel bir vurgu yaparak, devletle modern Alevilik arasındaki ilişkinin yapısını tartışmaktadır.
Kitabın ikinci bölümü, Türkiye’deki Alevilikten farklı odak noktalarını vurgulayan ve farklı dini toplulukları, Alevi anlayışı bağlamında ele alan altı makaleden oluşmaktadır. Bu makalelerden bazıları, devletle marjinal konumda olan dini gruplar arasındaki karmaşık ilişkiye işaret etmektedir. İlber Ortaylı’nın Yahudi dönmesi, karizmatik lider Sabetay Sevi’nin (öl. 1666) takipçileri olan “Dönmeler” hakkındaki makalesi, uzun yıllar boyunca kamusal söylemin içinde yer almayan, fakat popüler kültürde kendisinden çokça söz edilme konusunda Alevilerle aynı konumu paylaşan, azınlıklar içindeki bir azınlığı tanıtmaktadır.
Jean During, Kürdistan ve Luristan’daki Ehl-i Hak’lar konusunda yaptığı tarihyazıcılığı niteliğindeki araştırmasında, yerel toplumlardaki marjinal statünün, bu cemaatlerin tarihinin ve mirasının akademik açıdan irdelenmesi üzerinde nasıl bir etki yarattığını tartışmaktadır. Ehl-i Hak’ların kendilerini farklı tanımlayış biçimlerinin ana hatlarını vermeye çalışan During, Ehl-i Hak’lar arasında, Türkiye’deki Alevilere benzediğini düşündüğü açık fikirli bir ideoloji de tespit etmektedir.
Bundan sonraki iki makale, Lübnan’daki ve İsrail’deki Dürzi cemaatlerini ele almaktadır. Jakob Skovgaard-Petersen, takiyye (gizleme) kavramıyla yakın zamanda ortaya çıkan modern sivil toplum anlayışı arasındaki ilişkiyi incelerken, Aharon Layish, Şeyh Amin’in vasiyetnamesinin sonuçlarını irdelemektedir. İsrailli Dürzilerin bu ruhani liderinin ölümü, otoritenin hangi koşullarda muhafaza edildiği ve iktidar pazarlıklarının araçları hakkında bir tartışma başlatmıştır.
Marianne Aringberg-Laanatza ise makalesinde Suriye Alevileri (Nusayriler) ile Türkiye Alevileri’ni çağdaş bir perspektiften karşılaştırmaktadır.
Tord Olsson, Batı Asya’daki Ali odaklı cemaatlerin ortak özelliklerini irdelemektedir. Olsson, Suriyeli Alevilerin çevresel ve kültürel koşullarını ortaya koymakta ve metinsel çözümleme yoluyla, bu cemaatin karmaşık kozmolojik öğretilerini izah etmektedir.
Kitabın sonsöz bölümünde Catharina Raudvere, kent araştırmalarıyla dini araştırmaların kesişme noktasıyla ilişkili sorunları tartışmaktadır. İslamiyet’in moderniteyle daha etkin bir biçimde karşılaşması, yeni politik forumların ortaya çıkmasına ve İslami kültürün yeni bir görünürlük kazanmasına yol açmıştır. Bu nedenle, kentli laik elit kesimin kültürel egemenliği ciddi bir meydan okumayla karşı karşıyadır. Tord Olsson ise “Sonsöz” makalesinde, modernleşme koşulları altındaki Ali odaklı toplulukların yazıya aktarma süreciyle nasıl derinden bir değişim yaşadıklarını göstermektedir.
Bu kitabın editörleri olarak, konferansa katılan herkese ve büyük bir cömertlik göstererek konferansa ev sahipliği yapan İstanbul’daki İsveç Araştırma Enstitüsü’niin müdürü Bengt Knutsson’a ve çok değerli sekreteri Kari Çağatay’a en içten şükranlarımızı sunmak isteriz. Enstitü’nün mütevelli heyeti üyelerine, cömert maddi destekleri ve teşvikleri nedeniyle de özellikle teşekkür ederiz. Ayrıca, İngilizce baskıda kullanılan fotoğrafların büyük kısmını temin eden, Türkçe baskının da kapak fotoğrafını sağlayan Cem dergisi genel yayın yönetmeni Murat Küçük’e de bu dostça yardımları nedeniyle teşekkür ederiz.
Editörlerin amacı, bu kitapta sunulan makalelerle, geçmiş ve günümüzdeki durumuyla Alevi kimliğinin karmaşıklığı üzerine ışık tutulmasıdır.
İstanbul, Şubat 1999
Tord Olsson
Elisabeth Özdalga
Catharina Raudvere
Birinci Bölüm
Alevi Kimliği Üzerime
Bektaşilik/Kızılbaşuk:
Tarihsel Bölünme ve Sonuçları
İrene melikoff
Hem Bektaşilik hem de Alevilik, erken dönemlerinde dini senkretizmlere örnek teşkil etmektedir. Ne var ki, bu kadar kısa bir yazıda bu senkretizmlerin oluşumunu açıklamak ya da bunları oluşturan öğeleri incelemek mümkün değildir.1 Bu nedenle, esas olarak bu fenomenlerin kaynağını ve farklı evrimlerini anlatmaya çalışacağım.
Aleviler ya da daha önce bilinen adlarıyla Kızılbaşlar gibi, Bektaşiler de inançlarının kaynağını Hacı Bektaş Veli’ye dayandırırlar. Bundan dolayı, yazıma, her ne kadar karizmatik ve efsanevi bir kişilik olsa da, aslında tarihsel gerçekliği de bulunan bu veliyi inceleyerek başlayacağım ve Hacı Bektaş’ı yaşadığı toplumsal arka planın içine yerleştirerek anlatmaya çalışacağım.
1239-1240 yıllarında Selçuklu İmparatorluğu’nu sarsan Babaı isyanının2 en önemli liderlerinden birisi olan Baba İlyas’ın soyundan gelen 15. yüzyıl tarihçisi Âşıkpaşazade, Hacı Bektaş’ın kendi atasının müridi olduğunu ...
1 Bu konuda, şu makalelere bkz: I. Melikoff, "Recherches sur les composantes du syneretisme bektaşi-alevi", Studia Turcologica Memoriae Alexii Bombacı Dıcata, Napoli 1982 s 379- 395; I. Melikoff, "L'lslam heterodoxe en Anatolie: non-confor-misme-syncrdtisme-gnose, TURCICA, XIV, 1982, 142-152. Yeniden basımları: Sur les traces du Soufisme turc - Recherches sur l'lslam populaıre en Anatolie içinde, ISIS yay., İstanbul, 1992.
2 Babai isyanı hakkında bkz: Claude Cahen, El2, "Baba'î” maddesi; C. Cahen, 'Baba Ishaq, Baba llyas, Hadji Bektash et quelques autres', TURCICA I, 1969, s. 53-64; C. Cahen, "A propos d'un article recent et des Baba'î", Journal Asmtıque, CCLXVIII 1980, fas. 1-2, s. 69-79; A. Yaşar Ocak, La revolte de Baba Resul ou la formation de İd heterodoxie musulmane en Anatolie, TTK, Ankara, 1989; A. Yaşar Ocak, Ba-bailer İsyanı - Aleviliğin Tarihsel Altyapısı yahut Anadolu'da Islom-Türk Heterodok-sinin Teşekkülü, İstanbul, 1996