Edvâr-ı Âlem’den Parçalar
Kâzım Öztürk
Bürhaneddin Erenler Matbaası
“Edvâr-ı Âlem Maaz-ı Cismâni” namındaki eser için müellifi tarafından yazılan aşağıdaki mukaddeme, kitabımıza bir başlangıç olmak üzere buraya aynen ve teberrüken dercedilmiştir.
Hâlik-ı lemyezel hazretlerine hamd-ü sipâs, ve şükr-ü bî kıyâs ederiz ki avâlim-i kevn-ü fesadı kudret-i fatıra-i samadaniyesiyle halk ve icâd buyurup hakayık-ı eşyâyı vahdaniyet-i kibriyâpenahîsine mir’ât-ı ibret ve basiret ittihaz eylemiştir.
Salevât-ı kâfiye ve teslimât-ı vâfiye ol sebeb-i hilkat-i âlemin olan fahr-ül-mürselîn sallallâhü ıtaâlâ aleyh-i ve sellem efendimiz hazretlerine se-. zâvâr-ı aız-ü ithafdır ki mahbûb-u hass-ı rabb-i zül-izze olmak ile zât-ı akdes sıfât-ı nübüvvet-lerinin meâli-i mukaddese-i risâletpenâhileri me-râtib-i ikan-ı beşerden müteâlidir.
Âl ve ashâb-ı zevil ihtiramlarının kadr-i is-£tisna ve şeref-i müstesnaları tarziye ve tekrimât-ı mü’minin ile bir kat daha ârâyişpezir-i mevki-i ibcâl ve ifdaldir.
.....
ÖNSÖZ
“Edvâr-ı Âlem’den parçalar” ismi altında neşrettiğim bu kitap, asrımızın büyük âlimlerinden Seyyid Ahmed Hüsâmeddin hazretlerinin (1313-1897) senesinde (Trablusgarb) de yazdıkları “Edvâr-ı Âlem Maaz-ı Cismânî” namındaki eserin “El Mirsâd” mecmuasında çıkan kısımlarından iktibas edilmiştir.
(Muavvizeteyn) sûrelerinin te’vil suretiyle mânâlarını ihtiva eden bu büyük eserin aslı (1334 - 1915) senesinde vukua gelen Fatih yangınında, müşârünileyhin yüzden fazla olan diğer eserleri meyanında, yanmış bulunmaktadır.
Hâlen, yarım asırdan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen, kıymetinden hiç bir şey kaybetmemiş bulunan bu mühim eseri, mümkün olduğu kadar aslına sâdık kalarak, yaşayan lisanımızla tabı ve meraklılarının istifadesine arz etmeği ve bu vesile ile Ahmed Hüsâmeddin hazretlerinin hâl tercemelerini okuyucularıma hulâsaten bildirmeği vazife addettim.
Seyyid-i müşârünileyh hazretleri (H. 1264 - 1848) senesinin Zemherire tesâdüf eden Rebiül-evvel ayının üçüncü haftası Dağıstan’ın Rükâl şehrinde dünyaya gelmişlerdir. Pederleri (Seyyid Mehmed Said-i Rükâlî) hazretleri ve valideleri (Şerife bint-i Abdullah) dır. İsm-i şerifleri (Ah-med) künyeleri (Eb-ül Haydar) lakabları (Sefer Hüsâmeddin, Tevfik, Hamdi ve Abdülgafûr) olup mühr-ü siyâdetleri (Ni’m-er - Refik Ahmed Tevfik) dir. Tecelli eden esmâ-i ilâhiyeden (Ga-fûr) ism-i şerifine mazhar olmuşlardır.
Pederi Said-i Rükâlî hazretleri Rus hükümet ve idâresini kabul etmediğinden oğlu Hüsâmeddin hazretleri ile birlikte ( 1277-1861 ) senesinde Kafkasya’dan (Puti) yoliyle İstanbul’a hicret etmişlerdir.
Zamanın sadrâzamı Alî paşa, sâdât olmaları hasebiyle, maaş ve arazi vermek istemiş ise de Said-i Rükâlî hazretleri bu teklifi kabul etmeyerek oğlu ile birlikte hac maksadiyle Mekke-i Mükerreme’ye gitmişlerdir. Pederlerinin vefatı üzerine yalnız kalan Hüsâmeddin hazretleri yaya olarak Medine-i Münevvere’ye gitmişler; orada hâlini kimseye arz etmeden münzeviyâne bir hayat sürerek Hazret-i peygamberin ruhaniyetin-den feyz almışlardır. Bilâhare mânevî bir emir ile Medine-i Münevvere’den ayrılarak Yanbuk da kaymakam bulunan Halil paşanın delâleti ile İzmir’e çıkmışlar, pederlerinin vasiyeti üzre Denizli’de Şeyh Hacı Haşan Feyzi efendi ile buluştuktan sonra (1286-1870) Uluburlu’da pederlerinin dostu Şeyh Hacı Mustafa efendinin nezdine giderek zaman-ı mev’ûdun hulûlüne kadar tedris-i ulûm ile iştigal buyurmuşlardır. Burada bulundukları müddet zarfında İlmî ve fennî bir çok eserler vücûda getirmişlerdir. Hacı Mustafa efendi, Hüsâmeddin hazretlerinin ilim ve fazlını ve siyâdetini bildiğinden baldızını vererek akrabalık şerefini kazanmıştır.
(1300-1884) tarihinde cedd-i âlâları hazret-i Resûlullah S. A. den telâkki buyurdukları bir emr-i mânevî üzerine Ankara vilâyetine bağlı Sivrihisar kazasına giderek orada halkı hak ve hakikat yolunda irşad ve Kuı’ânın mânâsını açıklayarak öğretmek lütfunda bulunmuşlardır. Kısa bir zamanda memleketin bütün münevverleri müşârünileyhin etrafını alarak, hazret-i Resûlullahtan gelip kendilerinden akseden feyz ve bilgileri almağa cehd ve gayret etmişlerdir.
Kur’ân-ı kerimden ahz ve iktibas ettikleri bu günkü ilim ve fen ile dinin hakikatlerini ve insanların maddî ve mânevî terakki ve tekâmül yollarını halka tebliğ ve irşad buyurdukları sırada etrafa şayi olan İlmî şöhretleri bâzı garaz sahibi kimselerin nefislerini tahrike vesile olduğu cihetle, sırf islâmiyetin yükselmesine vücûdunu hasreden bu muhterem seyyidi saraya başka türlü jurnal etmişlerdir. Müvesvis ve evhamlı padişah Abdülhamid keyfiyetin Ankara valisi Âbidin paşadan sorulmasını irade etmiştir. Âbidin paşa da seyyid-i müşârünileyhe Ankara’yı teşrifleri ricasında bulunmuştur.
Hüsâmeddin hazretleri, iki sene kadar Ankara’da kaldıktan sonra İstanbul’a ve bir müddet sonra da (1305-1889) tarihinde Bursa’ya giderek, burada kalmayı tercih etmişler ve Maksem civarında bir medrese, bir mescit ve bir de ev inşa ettirerek, ilim tedris ve talimi ile meşgul olmuşlardır. Memleketin nadiren yetiştirdiği Hacı Kara Yusuf, Dağıstânî Hacı Mustafa, İçelli Mustafa ve Bagavî zade Hacı Sadık efendiler gibi bir çok kıymetli âlimler sohbetlerine devamla zâhirî ilimlerini mânevi feyizle tamamlamışlardır.
Bir takım cahiller ve garaz sahibi kimseler seyyid-i kerimi burada da rahat bırakmayarak saraya jurnal etmişlerdir. Abdülhamid, maaşlarına 250 kuruş ilâvesiyle Trablusgarb’de ikametlerini irade etmiş, o zaman Bursa valisi bulunan Münir paşa Hüsâmeddin hazretlerine bu iradeyi bizzat tebliğ etmiştir. Bir müddet İstanbul’da kaldıktan sonra da müşârünileyh Canik vapuru ile Trablusgarb’e hareket etmişlerdir. (1313-1897)
Trablusgarb’de bulundukları onbir sene zarfında bir çok âsar vücûda getirmişlerdir. Ezcümle “Tefsir-i kebir” ile “Müşahhasât-ı süver-i kur’âniye” namındaki değerli eserler burada yazılmaya başlanmıştır.
Trablusgarb’de, başta Müşir Recep paşa olmak üzere, askerî ve sivil erkân muntazaman sohbetleriyle müşerref olmuşlardır. Bu arada, bilhassa, Fransız konsolosu sık sık ziyaretlerine gelerek kendilerinden ilim tahsil etmiş ve Recep paşaya (Bizim memleketimizde olsa bu zâtın altından heykelini dikerdik. Sizin nasıl bir hükümetiniz var ki ilim ve fazlından istifâdeyi düşünmeyerek kendilerini buraya nefyetmiş.) diyerek hayret ve teessüflerini gizliyememiştir.
Hürriyetin ilânından sonra Trablusgarb’den Recep paşa ile birlikte İstanbul’a gelerek yirmi gün kadar kaldıktan sonra Bursa’ya azimet buyurmuşlardır. (1324-1908)
Bir buçuk sene kadar Bursa’da kaldıktan sonra İstanbul’a avdetle Topkapı caddesinde Çapa civarında sabık Konya valisi Ârifî paşanın konağını satın alarak (1334-1918) tarihine kadar burada ikamet buyurmuşlardır. Bu müddet zarfında, Sivrihisar’da bulundukları zaman yazmış oldukları, “Hakayık-üt-tecrid fi Menâzil-üt-tev-hid” namındaki eser ile “Müşahhasât-ı süver-i Kur’aniye”den bazıları tab olunmuştur.
(1331-1915) tarihinde Sivrihisar’daki dostlarının rica ve istirhamları üzerine oraya giderçk iki sene kadar ikamet ettikten sonra tekrar İstanbul’a avdet etmişlerdir.
(1334-1918) tarihinde İzmir’e giderek yirmi gün kadar kalmışlar, avdetlerinin üçüncü günü vukua gelen Fatih yangınında yirmi odadan ibaret hane ve müştemilâtı kâmilen yandığı gibi Seyyid-i müşârünileyhin kendi el yazısı ile tahrir buyurdukları âsar ve müellefattan yüz ciltten fazlası her tarafı kaplayan yangın ateşinden kurtarılamayarak kül olmuştur. Ancak, kerimeleri seyyide Fâtımatüzzehra tarafından yangından iki gün evvel bir sandık içine konulan «Müşahhasât-ı süver-i Kur’âniye» ile diğer bazı kitaplar ve risaleler kurtarılmıştır.
Yangından on beş gün sonra Bursa’daki hanelerine giderek bir buçuk sene kadar burada kalmış, bilâhare Balıkesir’e azimetle iki ay kadar ikamet eylemişler ve her gün ziyaretlerine gelen yüzlerce muhibbine sûre-i (Fâtiha) dan başlayarak (Fil) sûresine kadar olan süver-i kur’âniye-nin müşahhasât-ı celilesini tefsir ve takrir buyurmuşlardır. Balıkesir’den Bandırma’ya gelerek burada da iki ay kaldıktan sonra (1337-1921) Şubatında İstanbul’u teşrif buyurmuşlardır.
Bu tarihten sonra Cerrahpaşa hastahanesi civarında bir ev satın alarak İstanbul’da ikameti ihtiyar etmişlerdir.
Memleketimizde arapcaya vâkıf kimselerin günden güne eksilmekte olduğunu dikkate alarak halkın maddî ve mânevi ihtiyaçlarını vasıtasız tatmin edebilmesi için Kuı’ânı kerimin nihayetsiz olan mânâsını burada yeniden takrire başlamışlardır. (Amme), (Tebâreke) cüz-ü şerifleri ile (Kehif) ve (İsrâ) sûreleri Türkçe oarak basılmış, ayrıca bu tefsir-i şeriften her cüzün havi olduğu huruf ve kelimât-ı müteşâbihat ve nükte ve ıumûzâta ait (Vecize-tül-hurûf alâ manâtık-ıs-süver) namındaki külliyatdan (Amme) cüzüne ait olan (Esıâr-ı Ceberût-ül Âlâ) namındaki eser de yazılarak basılmıştır. Bunlardan başka, evvelce (Semerat-üt-tubâ min ağsân-ı âl-iabâ) namındaki arapca eser (Mevâlid-i Ehl-i Beyt) ismi altında Türkçeye çevrilerek (Maka-sid-i Sâlikin) ve (Zübde-tül Meratib) namındaki eserlerle birlikte tab edilmiştir.
Bütün hayat ve mesailerini hakayık-ı dinîyeyi talim ve halkı irşad ve tenvire hasreden ve insaniyetin yükselmesine çalşan bu seyyid-i muhterem 11. Nisan. 1341 - 1525 tarihinde 1343 Ramazanının 18 ine tesadüf eden Cumartesi günü öğle vakti intikal-i dâr-ı beka eylemişlerdir.
Seyyid-i muhteremin hal tercemeleri yukarıda kısaca deıcedilmiştir. Hayatları, tedkik ve tetebbüe lâyık, bıraktıkları eserle ise, bugün İslâm âleminde misli meydana getirilemeyecek derecede, yüksek bir İlmî kıymeti haizdir.
Ömürlerini; mübarek cedleri hazret-i Resûlul-lahın ümmete tebliğ buyurduğu Kur ân-ı azîmde gizli olan mânâ ve hakikatleri, fen ve sanayii halka izaha ve anlatmaya vakfeden bu seyyid, tefsir ve müşahhasât ile, çeşitli İlmî ve fennî yüzlerce cilt eser yazmışlardır, ilâmların ilmen ve ahlâkan salâh ve saadetlerine sebep olacak dinî ve İçtimaî hususatı, hayat mücadelesinde terakki ve tekâmül yollarını göstererek medeniyet ve insaniyeti şerh ve tefsir buyurmuşlardır.
Eserlerinde Astronomi, Jeoloji, Biyoloji, Tabâbet ve diğer ilim ve fenlere dair mevzularda henüz keşfedilmemiş ve malûm olmayan bir çok noktalara tesadüf edilir. Bütün bu değerli eserlerinin yegâne me’hazi Kur’ân-ı azîm-üş-şandır. Bu eserleri tedkik ve mütalea e-edenler (râtıb ve yâbis) her şeyi muhit olan Allahın kitabının, insanlara dünya ve ahrette saadet ve selâmetlerini tekeffül eden ne büyük İlâhi bir lütuf olduğuna kanaat hasıl ederler.
Kendisiyle görüşmek şerefini kazananlar, ruhî bir inşirah içersinde saatlerce huzurundan ayrılmak istemezlerdi. Tefrik etmeksizin, herkese lütuf ve mülâyemetle muamele buyururlar, fukarayı doyurmağı severlerdi. Fakir veya zengin herkese aynı tarzda hitap ederek hatırlarını sorarlar, refah ve saadetlerine dua buyururlardı.
Konuşmalarını dâimâ Kur’ân-ı azîm-üş-şanın sûre ve âyetlerinin izah ve tefsirine hasr buyururlar ve lüzum olmadıkça dünya işlerinden bahsetmezlerdi. Kurtuluş ve yükselmemiz imkânlarının ancak elimizdeki kur’ân-ı azîm-üş-şanda olduğunu ifade ve beyan buyurarak, mânâlarını zamanın ihtiyacına göre şerh ve tafsil eyleyerek, bu mukaddes kitabın ne büyük bir İlâhî mucize olduğunu, şümul ve ihâtasını beliğ ve açık bir dil ile izah buyururlardı. Her bahsi etrafiyle tahlil ve izah ederek itiraz ve tereddüdü mucip hiç bir karanlık nokta bırakmadıkları için dinleyenlerde tam bir inanış ve itminân hasıl ederlerdi.
Hüsâmeddin hazretleri bütün hayatlarını Türk milletinin tahsil seviyesini yükselterek cehaletten ve bilhassa taassuptan kurtulmasına hasretmişlerdir. Bu keyfiyet eserlerinde aşikâr olarak görülmektedir. Bundan yarım asır evvel (yer yüzünde mevcudiyetimizi isbat edemezsek mülk ve milletimiz hüsrandadır.) buyurmuşlardır.
Derin ve çok uzak görüşlü olan mübarek seyyid, İstiklâl harbi yıllarında millî harekâtın her safhasını yakinen takip etmişlerdir.
(1338-1922) tarihinde Atatürk’e yazdıkları bir mektupta “Uzun bir Zamandan beri milletin felâketiyle, salâh ve felâhiyle uğraşıyorsunuz. Metanet gösteriniz.” Sözlerinden sonra muzafferiyetin yakın olduğunu tebşir buyurmuşlaıdıı.
Atatürk’e karşı duydukları büyük itimat ve muhabbeti de şu sözlerle ifade etmişlerdir.
“Çi gam divâr-ı ümmet râ ki bâşed çün tü püştibân”
“Çi bâk ez mevc-i bahrân râ ki bâşed Nuh keştibân.”
Bu beyti kendileri şu şekilde tefsir buyurmuşlardır:
“Sizin gibi âli bir kumandan sefine-i ehl-i beyt muhabbeti mıntakasına dahil olunca emvac-ı me-saipten ne zahmet çeker.”
Yeşilköy: 1 Mart 3953
Kâzım Öztürk
Mukaddeme
“Edvâr-ı Âlem Maaz-ı Cismâni” namındaki eser için müellifi tarafından yazılan aşağıdaki mukaddeme, kitabımıza bir başlangıç olmak üzere buraya aynen ve teberrüken dercedilmiştir.
Hâlik-ı lemyezel hazretlerine hamd-ü sipâs, ve şükr-ü bî kıyâs ederiz ki avâlim-i kevn-ü fesadı kudret-i fatıra-i samadaniyesiyle halk ve icâd buyurup hakayık-ı eşyâyı vahdaniyet-i kibriyâpenahîsine mir’ât-ı ibret ve basiret ittihaz eylemiştir.
Salevât-ı kâfiye ve teslimât-ı vâfiye ol sebeb-i hilkat-i âlemin olan fahr-ül-mürselîn sallallâhü ıtaâlâ aleyh-i ve sellem efendimiz hazretlerine se-. zâvâr-ı aız-ü ithafdır ki mahbûb-u hass-ı rabb-i zül-izze olmak ile zât-ı akdes sıfât-ı nübüvvet-lerinin meâli-i mukaddese-i risâletpenâhileri me-râtib-i ikan-ı beşerden müteâlidir.
Âl ve ashâb-ı zevil ihtiramlarının kadr-i is-£tisna ve şeref-i müstesnaları tarziye ve tekrimât-ı mü’minin ile bir kat daha ârâyişpezir-i mevki-i ibcâl ve ifdaldir.
.....
Kâzım Öztürk
Edvâr-ı Âlem’den Parçalar
Erenler Matbaası
Bürhaneddin Erenler Matbaası
Seyyid Ahmed Hüsameddin külliyatından: 1
Edvâr-ı Âlem’den Parçalar
Kâzım Öztürk
İstanbul 1953
Edvâr-ı Âlem’den Parçalar
Seyyid Ahmed Hüsâmeddin
Hazretlerinin eserlerinden iktibas edilmiştir.