Yaşayan her dil bir halktır !
Kürt siyasal hareketleri içinde bir sorun öteden beri yavaş yavaş işlenmekte ve giderek tartışma cephesini genişletmektedir. Toplum bilimlerinin kendimize özgü kurumlarından mahrum oluşu nedeniyle, çoğu kez bu tür tartışmalar, tartışmaya katılan tarafların siyasal görüşlerine göre şekil almakta ve böylece bilimsel çerçeveden uzaklaşılmaktadır. Bunun sonucu olarak, yine çoğu kez olduğu gibi burada da ya duyguların ya da siyasal nedenlere dayalı kaygıların egemenliğini görmek mümkündür. 'Ulusal birlik' adına duyulan bu kaygılar teorik formlarla işlenerek tehlikeli bir ideoloji haline getirilmektedir. Kaygılardan doğan yargılar ve bu yargıların mantıki uzantıları olarak, bulunan 'immanent hakikat', politik alanda da sosyal bir hakikatmış gibi mutlaklaştırılmaktadır. Oysa ne tarih alanında ne de diğer bilimlerde 'mutlak doğru' kavramı hiçbir zaman tasvip edilen bir kavram olmamıştır. Lenin'in akıllı idealizm olarak adlandırdığı felsefi çevrelerde bile durum buyken, diyalektik materyalizm açısından kesinleşmiş böylesi bir mutlaklıktan bahsetmek imkansızdır. Dolaysıyla 'immanent hakikat'in yani düşüncelerin ve düşüncelerden meydana gelen yargıların ilgi sahasına aldığı objelerle ne derece uygun olduğu araştırmanın doğruya ulaşması bakımından bir zorunluluk arzetmektedir. Ancak buradaki zorunluluk, olgu ile yorum arasında varolan, geçmiş, bugün ve gelecek boyutundaki ilişkinin nesnelliğidir.
İçindekiler :
Tek ulus, tek dil çalışmalarında çağımızın neresindeyiz / 5
Zazaca ya da Dımıli dili şive değil, bir lehçedir / 25
Anadolu türklüğü, türklük'le eşit midir? / 45
O halde ulus nedir? / 59
Kürtlük tek bir soy boyu değildir. / 71
Sonuç / 87
Tek ulus, tek dil çalışmalarında çağımızın neresindeyiz?
Kürt siyasal hareketleri içinde bir sorun öteden beri yavaş yavaş işlenmekte ve giderek tartışma cephesini genişletmektedir. Toplum bilimlerinin kendimize özgü kurumlarından mahrum oluşu nedeniyle, çoğu kez bu tür tartışmalar, tartışmaya katılan tarafların siyasal görüşlerine göre şekil almakta ve böylece bilimsel çerçeveden uzaklaşılmaktadır. Bunun sonucu olarak, yine çoğu kez olduğu gibi burada da ya duyguların ya da siyasal nedenlere dayalı kaygıların egemenliğini görmek mümkündür. 'Ulusal birlik' adına duyulan bu kaygılar teorik formlarla işlenerek tehlikeli bir ideoloji haline getirilmektedir. Kaygılardan doğan yargılar ve bu yargıların mantıki uzantıları olarak, bulunan 'immanent hakikat', politik alanda da sosyal bir hakikatmış gibi mutlaklaştırılmaktadır. Oysa ne tarih alanında ne de diğer bilimlerde 'mutlak doğru' kavramı hiçbir zaman tasvip edilen bir kavram olmamıştır. Lenin'in akıllı idealizm olarak adlandırdığı felsefi çevrelerde bile durum buyken, diyalektik materyalizm açısından kesinleşmiş böylesi bir mutlaklıktan bahsetmek imkansızdır. Dolaysıyla 'immanent hakikat'in yani düşüncelerin ve düşüncelerden meydana gelen yargıların ilgi sahasına aldığı objelerle ne derece uygun olduğu araştırmanın doğruya ulaşması bakımından bir zorunluluk arzetmektedir. Ancak buradaki zorunluluk, olgu ile yorum arasında varolan, geçmiş, bugün ve gelecek boyutundaki ilişkinin nesnelliğidir.
Doğru olan ise, ortada duran ve kendisine çözüm bekleyen 'kaygı'nın kendisidir. Oysa kaygının süjesi doğal olarak belirli bir toplumsal guruba bağlı olan insandır. Ve dolaysıyla buradaki 'insan' tarihin en temel konusudur. Bireyin içinde yaşadığı toplumsal çevreyi determine eden yapıları incelemeden toplum bilimine ilişkin ne derece ilerleme gösterebilir, ne kadar doğru sonuçlara varabiliriz? Toplumsal ve siyasal mücadele karekteri gereği, kendi ilgi alanı içine giren zemin üzerinde bulunan değişik kültürel ve etnik guruplarla nasıl diyalog kurulacağı, onlarla nasıl bir siyasal birliğe gidileceği sorununu ister istemez tartışmaya ve yorumlamaya açacaktır. Bu tarih ister istemez yazılacaktır. Çünkü tarih genel olarak insanların yapamadıklarının değil, yaptıklarının kaydıdır. Kaygımız da buradadır. İşte bu 'yapılanlar' içinde nelerin olmadığı sonradan ezik bir suçluluk duygusuyla tesbit edilebilir. Modern Kürt tarihi ve politik etkinliği henüz daha yeni yeni meyvelerini vermektedir ve bu nedenle önünde geçmiş tarihin zengin örnekleri bolca 'yerinde' kullanılmaya hazırdır. Yeterki bu konuda politik bir istek olsun. Kayda geçeçek tarihin halklararası ilişkilerde -geçmişte bolca görüldüğü gibi katliam tarihi değil- zengin bir demokrasi örneği oluşturması için volontarist bir irade oluşsun. Eğer bu irade politik yapıya bilinçle işlenirse bölge devletlerinden herhangi birinin elini herhangi bir Kürt örgütüne atması da olanaksız ve zor hale gelebilir.
Bizim gerçekliğimizde bu durum kendisini Zaza-Dımili sorunu olarak gösteriyor. Güney Kürdistan'da da aynı tip sorunların değişik boyutlarda varlığı biliniyor.
Eskiden görülmeyen, "ulusal birlik" adina önemsenmeyen farklılıklar, sorunun kendisini daha belirgin hale getirmesiyle ön plana çıkmaya başladı. Farklılıklar ortaya çıktığı, kendisini şu veya bu tarzda ifade etmeye başladığında buna karşı tepkiler de kendisini gösterdi. Tepkilerin esas kaynağını bugüne kadar 'Kürdistan'da Kürtlüğe ait herşeyin Kurmanç' yapısı içinde görme alışkanlığında bulabiliriz. Her türlü eleştiriden uzak tutulan yaklaşımın bu yönü nerdeyse siyasal bir tarz haline gelmiş ya da getirilmiş durumdadır. Bu noktada tehlikeli bir şekilde bilerek ya da bilmeyerek ırksal bir ulus kavramının hayata geçirilmeye çalışıldığı görülmektedir. şüphesiz ki bunun değişik nedenleri var. Ancak nedenler ne olursa olsun, eğer bu tür görüşlere bugün yeterli tepki gösterilmezse, kendilerini belirli siyasal yapılar etrafında şekillendiren bu 'a priori' bilgilerin tehlikeli birer teori haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Henüz o noktada değiliz ve bu nedenle söz konusu görüşlerin en önemli eksikliğinin Kürt toplumsal yapısında var olan değişik etnik ve kültürel yapıların bilimsel temeller üzerinde değil, 'oldu bitti'yle karışık bir kabullenme sonucu gözardı edilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Var olan 'a priori' bilgiler bilimsel araştırmaların ilk hareket noktaları olabileceklerken, tersine, hiç bir bilimsel araştırmanın sujesi bile olmadan politik yapıların temel görüşleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Tehlike de zaten burada: Çünkü bu noktadan sonra karşımıza kendi elimizle yarattığımız tabular çıkmakta ve bu tabularla uğraşmak başlı başına bir sorun olmaktadır.
Hasan Yıldız
Yaşayan her dil bir halktır!
Pêrî yayınları
Birinci baskı:
İstanbul, Temmuz-1998
Dizgi:
Özgür tanıtım
Editör:
Ahmet Önal
Kapak:
Özgür tanıtım
Film:
Ersin basın ve yayıncılık
Baskı:
Kayhan matbaası
Cilt:
Yalçın mücellit
Yönetim yeri
Pêrî yayınları
Guraba Hüseyin ağa mhl.
Dağarcık sok. Sultan Mehmet han.
No: 32, kat: 3, daire: 26
Fatih / İstanbul
Tel-fax:( 0. 212) 621 32 21
ISBN: 975-8245-07-4