Mümtaz mütefekkir Celadet Ali Bedirhan'in Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Yazdiği açık mektup
Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Gazi Paşa Hazretleri,
Türkiye Cumhuriyetinin 10 uncu senei devriyesi münasebetiyle umumi ve şumullü bir affın ilan olunacagını gazeteler bundan çok zaman evvel yazmağa başlamışlardı. Büyük bir ehemmiyetle bu affın dahil ve hariçte hususi ajanlar ve gazetelerle propagandasını yaptırmakta idiniz.
Nihayet mevcut olan gün geldi ve af ilan edildi. Herkes kemali hayretle gördüki hazırlayıp propagandasını yaptırdığınız af ile ilan ettiğiniz af arasında hemen hiç bir münasebet yoktu. Bu suretle efkarı umumiyeye iki af arz olunmuştu. Birisi proje halinde kalan umumi ve şumullü af, diğeri ilan ve tatbik olunan mahdut ve adeta mücrimini adiyeye mahsus af. Tabir caiz ve varit ise hükümet cumhuriyeleri zende ve gürbüz bir tıfıl af doğurmak istiyordu. Doğurmadı, iskat-ı cenin eyledi.
Paşa hazretleri, silsile-i mantıkıye icab ettirirki evvela aylarla hazırlayıp propagandasını yaptırmış olduğunuz affı tetkik ve sonra sebep saktı arayıp tesbit edelim.
Evet, birinci yani proje halinde kalan af hadisatın hükümet cumhuriyelerine ilham ettiği bir zaruretti. On senelik cumhuriyet devri esnasında Türkiye garip bir şekil almış ve mütareke zamanında ikilik tabiriyle ifade olunan vaziyet yeniden hadis olmuştu. Bir fark ile ki o zaman ikilik Türkiye hudutları dahilinde idi. Ankara, bütün Anadolu'yu ihtiva ediyor; İstanbul, padişah ve vüzerası ile şehir belediye dairelerinin mahdut hinterlandında imparatorluğu temsil ediyordu. Bu defaki ayrılık ve ikilik ise bu ikiden birinin Türkiye dahilinde ve diğerinin hariçte bulunması şeklinde tecelli eylemişti.
.....
ÖN SÖZ
Osmanli tarihine bir bakış
Osmanlı İmparatorluğu adıyla anılan ve Küçük Asya'nın tamamını, Afrika'nın kuzey sahillerini, Balkan Yarımadasını ve Karadeniz havzasının büyük bir kısmını ihtiva eden bu büyük devlet, ırki ve sosyal iç yapı bakımından, Akdeniz'in doğu kıyıları milletleriyle, Balkanlı, Küçük Asyalı ve beyaz renkli Afrikalı ırk ve milletlerin bir camiası idi.
Bu camiayı teşkil eden ırk ve milletler arasında tarih, dil, anane ve kültür bakımından birleştirici bağlar yok gibi idi.
İran, Bizans ve Arap İmparatorluklarının zevalini hazırlayan ekonomik ve sosyal amiller, bunlardan her birisini iç yapılarından kemirip yıkarken, Orta Asya'dan taşan iptidai ve barbar kavimler bu yıkılışlardan faydalanıyor, bu imparatorlukların kurduğu medeniyet dünyası bizzat kendi enkazı altına gömülüyordu. Bu enkaz üzerine kurulan siyasi varlıkların bir çoğu, ya eski mağlup medeniyetin potası içerisinde eriyip gitmiş veyahutta kendisi gibi başka bir Asyalı kavmin bünyesiyle kaynaşmış ve nihayet Osmanlı Oğullarının kurmağa muvaffak oldukları siyasi varlık meydana gelmiştir.
Takriben II asırlık bir fasıla ile Batı Roma İmparatorluğunun mukadderatını takip eden Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans), kendisini istihlaf eden siyasi varlığın hayatiyeti ve medenileşme kabiliyeti bakımından, büyük kardeşinin mukadderatından büsbütün farklı bir akibetle karşılaşmıştır.
Slav-Germen akınları altında ezilen Batı Roma'nın enkazı üzerinde bu iki ırkın aşısıyla yeni ve zinde milletler türemiş ve cihan mukadderatını elinde tutmuş olan eski Roma, yerini yine cihan mukadderatını elinde tutan yeni Avrupa milletlerine bırakmıştır.
Halbuki, Bizans ve Arap İmparatorluklarını istihlaf etmiş olan Orta Asya kavimleri ve bunların son mümessili Türkler, Cermen ve Olayların gösterdiği yerleşme, kaynaşma ve medenileşme istidadını gösterememişlerdir. Türkler yaşayış ve zihniyet itibarıyla, Osman Oğullarının kurduğu göçebe devlet karakteristiğini bu güne kadar muhafaza etmiş, altı asırdan beri istilaları vatanda olan arazide askeri müstevli bir kuvvet olarak kalmışlardır. Islamiyetin yardımıyla büyümüş, siyasi tefevvük temin etmiş Türkler, Islamiyetin banisi olan Arapların muhteşem medeniyetinden asla istifade edememiş, ekonomik ve sosyal durum, telakki ve zihniyet bakımından iptidai bir insan topluluğu halinde kalmışlardır.
Bu hal, yalnız Türkler için değil, Osmanlı boyunduruğu altına düşmek felaketine maruz kalmış olan diğer milletler için de, insanlık medeniyetinin ilerleyiş seyrini takip edemiyecek bir kötürümlüğe sebep olmuş ve garbın amansız ekonomik hakimiyeti Yakın-Doğuyu kolaylıkla istila edebilmiştir.
Türk-Osmanlı devleti, takriben dört buçuk yüzyıl, göçebe askeri devlet vasfını muhafaza etmiş, devam ve bekasını istilalarda aramış, islamlaştırarak ordusunu kabarttığı hüviyetsiz Yeni Çeri güruhuyla çapulculuğa ve soygunculuğa devam etmiş ve istila kuvvetinden mahrum kaldığı tarihten itibaren de, iç soygunculuğa, hükümran olduğu bedbaht milletlere çullanmağa başlamıştır.
Avrupa'da derebeyliği sosyal kurumu tasfiyeye uğrarken, Türk-Osmanlı devleti dahilinde en iptidai sosyal kurum ve .derebeyliği yan yana yaşıyor ve devleti asri şekillere uydurmak Türk ricalinin aklından bile geçmiyordu.
Batı devletlerinde istikrar ve suretle inkişaf eden burjuvazi hakimiyeti milli hudutları haricine taşmağa başlayınca, hemen ilk istila dalgaları salhurde Osmanlı İmparatorluğuna çarpıyor ve dahilde akisler uyandırıyordu. Bu iktisadi ve siyasi tehacüme sed çekmek için, Osmanlı Devleti de ondokuzuncu yüzyılda, iç siyasi ve sosyal tertibat almak zorunda kaldı. "Osmanlı Milleti" adıyla bir iç yapı birleşmesi meydana getirmeği teşebbüs etti. İmparatorluk dahilinde yaşayan muhtelif tarihi varlıkları (millet) çemberliyerek bir birlik yaratmağa çalıştı, fakat bu teşebbüs akim kaldı, çünkü:
Osmanlılaştırma adı altında, hak ve borçlarda eşit bir hukuki milliyet yaratılmak, her milletin kendi öz dil ve kültürü ile inkişafı temin edilmek icap ederken, bilakis bir türkleştirme gayesi takip edildi. Dilleri ve kültürleri Türklerinkinden pek çok ziyade inkişaf etmiş medeniyetleri Türklere model olabilecek milletlere, iptidai Türk dil ve kültürü zorla kabul ettirilmek yoluna gidildi. Bu yol, bir zamanlar din birliğiyle hüviyetlerini unutmak derecesine gelmiş, eski bir medeniyet ve kültüre malik milletlere tarihi hüviyetlerini hatırlattı, Türk olmayan İslam milletlerinde öyle bir tepki uyandırdı ki, onlar menşelerine, tarihlerine icrai nazar zarurietini duydular. Osmanlı sultanlarının dini vasfı (hilafet) etrafında toplanmış olan Islam milletlerin, bu mihvere bağlılıkları gevşedi, devlet dayandığı mesnetleri kaybetmeye başladı.
Müslüman olmayan milletlere gelince:
Bu milletler (Raya) ünvanı tahkiri ile tavsif edilen, asırlardan beri mal, can ve ırzından emin olmayan, Osmanlı devletine karşı durumu sırf köle ve esir durumundan ibaret olan bedbaht insan yığınlarından başka bir şey olmadıkları için, kurtuluş ümidiyle gözlerini batıya dikmiş, batıyı kendilerine kıblegâh ittihaz etmiş olmaları ferd ve kitle pisikolojisi bakımından pek tabii idi. Osmanlı İmparatorluğunu idare edenlerin bu ruhi hali taktir ederek asrın icaplarına uygun insani tedbirler almaları gerekirken, bu milletleri bağlılık ve itaat halinde saklamak için yegane çare olarak yağmacılık ve katliamlara müracaat ettiler.Türkün bu siyasi hareketini hem batı ve hemde doğu devletleri istismar ederek, hiristiyanlığı ve insan hakları korumak düsturu ile imparatorluğun iç işlerine müdahale fırsatını bulmuş, imparatorluğun bünyesinde çatlaklar yaratmış ve Osmanlı Hiristiyan milletler birer ikişer ayrılarak kendilerine müstakil milli varlıklar temin edebilmişlerdir.
İslamlaştırma ve türkleştirme siyaseti, göçebe askeri devlet zihniyetinin pek tabii inancını teşkil eden cebir ve ikraha dayandığı için, hüsran ile neticelenmiş ve yıkıntıları hızlandırmıştır.
Çapulcu ve göçebe Osmanlı devletinin Avrupa'dan kovulması, bu devleti idare edenleri nihayet kendi milli iç durumlarına icraınazara mecbur etmiş ve zavallı Anadolu'nun muharebelerde hesapsız harcanan biçare Türk köylüsünden de boşalmış olduğu acı hakikatıyla karşı karşıya bulundurmuştur.
(Zıllılah) ve (Halifei-rui-zemin) ünvanlarıyla böbürlenen sultanların diyarı, emperyalist devletlerin çiftliği haline gelmiş, ecnebi nüfuzu Türkün ve Türk idaresi altında yaşayan zavallı milletlerin mukadderatına hakim olmuş fakat bu faciaya rağmen Türk idarecilerinin intibak ve salaha doğru hiçbir ciddi meyil uyanmamıştır. Dış baskı zoruyla konan Meşrutiyet komedyası ve keza bir sergüzeşt harbı neticesinde ilan edilen Cumhuriyet yaldızı, Türk idareciliği karakteristiğinden hiçbir şeyin değişmemiş olduğuna delalet etmekte olması şöyle dursun, ecnebi üfürüğü ile şişirilen iğrenç bir şövenizm ve Türkçülük vasıflarını daha ziyade tebaruz ettirmiştir.
Bu ğulyabani islam milletlere musallat olmuş ve bunlar için çetin ve kanlı bir tarih sayfası açmıştır.
Arabı, Kürdü, Çerkezi, İlh, türkleştirmek ve Anadolu'nun zavallı Türk köylüsü gibi muhaberelerde sarf etmek, Türk azınlığını bu yol ile çoğaltmak imkansız olduğu, Türk olmayan İslam Osmanlı devlet ricali taraflarından birçok fırsatlarda dostane ve samimi tarzlarla Türk ricaline hatırlattırılmış ise de, kâr etmemiş ve tarih amansız seyrini takip etmiştir.
Büyük çoğunluğu Arap ve Kürtlerden müteşekkil Osmanlı Türk olmayan milletler, öz ana yurtlarında esir ve köle muamelesine maruz kalmağa, dilleri, ananeleri hakarete hedef olmağa devam etmiş, Türk idaresi bu milletler arasında iç fesat ve fitneler yaratmış, bu milletlerin çektiği ızdıraptan doğan ayaklanmaları kan içinde boğmuştur.
Türk ve İslam olmayan ve bugünkü Türk aydınlarının (!) Türk mimarisi, Türk nefis sanatı diye benimsediği bedieleri yaratan Ermeni milleti ise yarattığı medeniyetin enkazı altında ebediyen gömülmek istenmiştir.
Osmanlı Türk idaresinden gördükleri mezalim ve iğtisafat, Arap milletlerini dahi milli kurtuluş mücadelesine girmeğe icbar etmiş ve bu mücadele göçebe Türk saltanatının bu milletler üzerine çöken kabusun zevalıyla sona etmiştir.
Kürt milletine gelince:
İnsanlık tarihinin şafağı ağarırken adı anılan, bugün bile yaşadığı topraklarda önemli bir çoğunluk teşkil eden nevi şahsına has başlıbaşına bir dili, ananesi, folkloru, karakteristik milli inanç ve dini, en eski tarih ve coğrafyacıların bile tarif ve tavsif edebildikleri muayyen bir vatanı olan, bu vatanında uzun yüzyıllar bağımsız yaşamış, büyük istila dalgalarına rağmen bile hiç olmazsa yurdunun dağlarında benliğini merdane kurumuş olan bu millet için Türk hakimiyeti bir felaket ve facia devresi olmuştur. Çünkü:
İslamiyetin Kürtler arasında intişarından sonra, bir kısım Kürtler eski dini ananelerine bağlı kalmış, islam olan kitleler arasında ise çok geçmeden mezhep farkları meydana gelmiştir. Tarihin Kürt milletinin bünyesinde hasıl ettiği bu tezatlar, bir yandan din ayrılığı hesabiyle ırkdaş bir millete karşı huşunet duygularının ecnebiler tarafından istismarına ve diğer taraftan da Osmanlı-İran siyasi rekabet ve çarpışmalarında Kürdü her iki safta yer almağa sevketmiştir. Fakat tarihin bütün bu istihaleleri içerisinde, Kürt en önemli milli bağını, ana dili Kürtçeyi saklayabilmiş olduğu için, milli hüviyet ve karakteristiği-ne esaslı bir halel ariz olmamıştır.
İran şahları ve bilhassa Osmanlı sultanları, idareleri altında yaşayan Kürtlerin milli hüviyetlerini mahvetmek ve onları kendi bünyeleri içinde eritmek için, Kürt dilini ortadan kaldırılması hedefini gütmüşler ve bu hedefe varmak için de, Kürt nesillerini tahsilsiz ve maarif siz bırakmak gerektiğini hesaba katmışlardı. Fakat binlerce yıllardan beri meserretini, zaferini, aşkını, ızdıraplarını ve kahramanlıklarını bu tatlı dil ile teğanni etmiş olan Kürdün dudaklarından onu hiç bir kuvvet, hiç bir hile gasp etmedi.
Osmanlı sultanları, Kürdün cibilli civanmertliğini asırlarca istismar ederek muazzam komşulara karşı ona hudut muhafızlığı yaptırmış, Kürt çocukları bir çok defalar Türk ordularının başına geçerek Türke zaferler temin etmiş olmalarına rağmen, Türk idarecileri Kürtler arasında nifak ve şikak yaratmaya, kardeş katliamları tertip etmeğe kendilerine bir umde bilmişler ve bu siyasi meslek her asrın, her rejimin, her icraatın başında gelen değişmez bir anane haline gelmiştir.
Osmanoğullarının adını taşıyan imparatorluk tarihe mal oluncaya kadar, Kürtler de diğer milletler gibi istırablar çekmiş fakat tarihin feci bir cilvesi Kürdü, Türkün modern idaresinin kurbanı ittihaz etmiştir.
Anadolu Türk devleti, saltanat kelimesini cumhuriyet kelimesiyle değiştikten sonra dahi göçebe askeri devlet ve feodal kurumları ekonomik ve siyasi vasfını muhafaza etmiş olduğu için, seleflerinin yürümüş olduğu yolu takipte bir dakika bile tereddüt etmemiş, Türk soyundan olmayan unsurların son mümessili olan Kürt milletini cezri tasfiyeye başlamıştır.
Medeni dünya ile istihza kabilinden olmak üzere İnsan ve Vatandaş Hakları paktını imza ve bu suretle son zamanlarda yeni bir medeniyet maskesi dahi takınmış olan bu devlet, emperyalizmin taş kesilmiş olan vicdanı önünde insan ve vatandaş Dersim (1) Kürtlerini, kadın, kız ve yavru çocuklarını, tarihten önceki devirleri andıran vahşetlerle keza imha ve katliam etmekte hiç bir tereddüt göstermediği, onun batı demokrasisinin şımarık çocuğu mevkiini almış olması, şüphesizki bu demokrasinin ayarını ölçmek için mevcut delillerden birisidir.
Asri Türk devleti imhasına uğraştığı bedbaht milletlerin yalnız maddi servetlerini değil, tarihi ve manevi servetlerini dahi gasp etmek için elinden gelen bütün vasıtalara baş vurduğu, kiraladığı yerli ve ecnebi kalemlerle tarihi hakikatları tahrif ve hatta Kürdün kırk asırlık milli varlığını inkar yolunu tuttuğu şu devirde, ilk önce kendi öz kardeşlerimize ve daha sonrada bizzat zavallı ve cahil bırakılmış olan Türk çoğunluğuna, geniş halk kitlelerin tarihi hak ve hakikatları anlatmak kutsal bir görevdir.
İşte bu münasebetle Kürdün milli haklarının korunması için asırlardan beri yapmış oldukları mücadele ve muhaberelerden sarfınazarla ancak son yüz senelerden itibaren benliklerine karşı Türk saltanat ve cumhuriyet askeri tedhiş harekatının muhtasar tarihçesini öz kardeşlerimize bildirmeyi bir vazife bildim. Şöyle ki:
1788 / 1806 Abdurrahman Paşa Babani'in Süleymaniye'de yaptığı muharebeler yıllarca devam etmiştir.
1812 Ahmet Paşa Babani'nin Süleymaniye'de yaptığı muharebeler Bağdad havalisine kadar uzanmıştır.
1820 Zaza Kürt aşiretleri milli varlıkları için yaptıkları savaşlar Sivas mıntıkasına dayanmıştır.
1821 Emir Bedirhan Cezire'de Botan amaretini işgal ederek Kürdistan'ın Osmanlı idaresinden ayrılmasını istemiş ve nakti para mudavele ederek sikkesini (Botan emiri Bedirhan 1258 h.d.) diye ilan edip fetuhatını Van, Savuçpılak Revanduz, Musul, Sincar, Siirt, Veranşehir, Siverek ve Diyarbakır sürlerine kadar ilerletmişti. Bir ihanet ve muazem Türk orduları karşısında Aruh kalesine çekilerek sekiz aylık muhasara neticesinde mağlup olmuştur.
Osmanlı Türk hükümeti seneler sonunda bu muharabelerin muzafferiyat hatırası olarak Kürdistan madalyasını Aruh Kalesi 1846 diye neşir etmiştir.
1825 / 1829 Muhamed Paşa Babani, Hakkari, Revanduz, Turabidin mıntıkalarında yaptığı Kürt milli harekatı 1839 senesine kadar devam etmiştir.
1830 Sincar Dağında yapılan Kürt varlık isyanı üç sene devam etmiştir.
1834 Bitlis emiri Şerif Han amaretinin imtiyazı hakkında büyük isyanlar yapmıştır.
1862 / 1866 Derviş Paşa kumandasındaki Osmanlı Türk ordusu Dersim Kürtleri harekatında intizama uğratılmıştır.
1877 / 1878 Samih, Kurt (Kürt) İsmail ve Muhtar Ahmet Paşalar kumandalarındaki Osmanlı ordularının Dersim Kürtlerine yaptıkları harekatı askeriye tamamen akamete uğratılmıştır.
1879 Bedirhan Hüseyin Kenan ve Osman Paşaların Botan ameretini tekrar elde etmeleri ve muharebeleri neticesinde Osmanlı Türk hükümetinin hile ve desisesi galebe çalmıştır.
1881, Şeyh Übeydullah, Osmanlı Türk siyaseti şartiyle Şemdinan mıntıkasında Kürt dahil muhtariyetini istemiş ve şiddetli muhaberelerle İran ordularının müdahalesi üzerine harekat bastırılmıştır.
1889, Bedirhan Mithat ve Emin Ali tarafından Erzincan, Bayburt mıntıkalarında yapılan muhaberelerinde muvaffakiyet elde edilememiştir.
1895, Maktu bir vergi Musul vilayeti hazinesine verilmek suretiyle Kürdistan'ın Ararat Dağıyla mütessil Zagros Dağları bölümlerinden olan Zibar, Şirman, Şirin ve Barus gibi yüksek dağlar ve güneşli yaylalar, uzun vadiler ve muazzam ormanlarla süslenmiş Barzan, Margesor ve Müzevri (Erbil) bölgesinde bağımsız bir surette yaşamakta olan Kürt aşiretlerine Musul valisi Ferik Abdullah Paşa kumandasındaki Osmanlı Türk ordularının bir çok defa yaptıkları harekatı askeriye akamete uğratılmış ve Aşair şeyhi Abdusselam Barzani ve rufekası tarafından muhtariyeti idare rejimiyle Osmanlı sultanına bağlı kalacakları telgrafla Babialiye bildirilmişti. 0 sırada Kürt ekabirinden Diyarbakır'lı meşhur Sait Paşanın oğlu ve bir Yezidi Kürt anneden doğma ve turancılığıyla maaruf, İttihat Terakki Cemiyetine mensup Süleyman Nazif adında hain bir Kürt Musul valiliğine tayin edilmişti. Mumaileyh Barzan aşiretlerine muarız aşiretlerden teşkil ettiği kuvvetleri Türk ordularına öncü yapmak suretiyle Barzan bölgesine hücum ederek, tekaya ve Zevaya'yı tahrip ve birçok mezalim icra etmiş ve İran'a iltica tasavvurunda bulunan Şeyh Abdülsalam Barzani'yi bir ihanet neticesi Musul merkezine getirtmiş ve müretep divanı örfi teşkil ederek İstanbul'un tastikine iktiran etmeden kendisine devlet namına vermiş olduğu şeref vadi hilafına olarak üç arkadaşıyla birlikte Musul'da idam etmişti. Mezkur hadisenin tesiri uzamış, yıllar seneler boyunca devam eden harpler neticesinde dökülen kanların teranesiyle kurtuluş ve intikam Gününün güneşi ancak şu son devirlerde ayni bölgeyi nurlandırmıştır.
1906 / 1907, Dersim Kürtlerin hücum eden Neşet Paşa kumandasındaki Osmanlı Türk orduları yenilerek geri çekilmişlerdir.
1909, Dersim Kürt aşiretlerini tedibe giden İbrahim Paşa kumandasındaki ordular yenilmişlerdir.
1912, Dersim Kürtlerine mutasavvur cezri tasfiye geri kalmıştır.
1913, Molla Selim ve Şahabettin tarafından Bitlis'te yapılan Milli Kürt isteklerine Türk ordusunun müdehalesinden Molla Selim ve arkadaşı Rus Konsoloshanesine iltica etmeleri Türkiye hükümetinin Rusya'ya ilanı harp mucip olduğundan konsolosluk Molla Selim ve Şahabettini Türklere teslim etmiştir. İkiside Bitlis'te idam edilmişlerdir.
1916, Miralay Galatalı Şevket kumandasındaki Osmanlı Türk ordusunun Dersim Kürtlerine tecavüzü gerilenmiştir.
1920 / 21, Dersim Koçkiri Kürt İstiklal Savaşında Nurettin Paşa kumandasındaki Türk Ordusu ve Topal Osman emrindeki Laz miliz kuvvetleri çok zaiyata uğramışlardır.
1925, Kürt istiklal savaşlarında Şeyh Sait hareketinde Türk ordularına Fransızların yardımı ve yol açımı... Rusyanında siyasi menfaatini insani mebdenin üstünde tutarak Türk hükümetine manevi yardımı yüzünden Türk orduları karşısında Kürt milleti büyük mezalime uğramıştır.
1927 / 28 / 29 / 1930, İhsan Nuri Paşa kumandasındaki Ağrı Kürt istiklal savaşlarında evvel emirde Türk orduları aciz gösterdiler. 1930 sonlarında birkaç ordu ile başarı elde ettiler. Bu savaşın yalan olarak bir İngiliz parmağı olduğuna dair Türk idaresinin yatığı hilekâr siyaset yüzünden hemhudut bulunan doğu devletleri (Rusya-İran) insani mebdeini siyasi emellere feda etmek suretiyle mazlum Ağrı Kürtlerine iltica hakkını red ederek Türklere maddi ve manevi yardımda bulunmuşlardır.
1930, Ağrı savaşlarını desteklemek için Doğu Dersim isyan etmişti. Müşir Fevzi Paşa ordusuyla Kolonel Rüştü kumandasındaki askeri fırkalar Dersim isyanını bastırmağa gelmişlerdi. 27.10.1930 da kumandan Sırrı fırkası tamamen Kürtlere teslim olmuştu. 7.11.1930 da Ağrı'dan dönen üçüncü fırka komutanı Ömer Halis Paşa, Kolonel Rüştü kuvvetlerini takviye ederek harbe iştirak etmişti. Dersim dağlarında kış fırtınaları yüzünden Türk orduları Erzincan'a dönmeye mecbur kalmışlardı. Ağrı harbi neticesinde bir hulye (vehmi remz) bilinerek "Muhayyel Kürdistan burada medfundur" diye Milliyet gazetesinin yapmış olduğu karikaturu aşağıya derc ediyorum.
Kürdün hürriyet aşkı bir hülya telakki edilerek Osmanlı İmparatorluğu teşkil edip yine bir hülya bilinen Bulgaristan Yunanistan, Arnavutluk, Sıbistan, Romanya ve Arabistan toprakları milletlerinin geçtiği tarihi yoldan Kürt milletinin de geçerek er geç hedefine erişeceğini anlamamış bir tek Türk devlet adamı kalmış ise bu Türkler adına bir felaket olacağı kanaatindeyim.
1936/1938, Üç sene müddetle Türk orduları hava kuvvetleriyle Dersim Kürtlerine yaptıkları hücum ve zehirli gaz kullanmak suretiyle Roma kölelik devrinin gaddarlığını gölgede bırakan zülum ve katliamlar, tahcirler icra edildi.
İşte Osmanlı İmparatorluğunun doğu sınırlarını asırlarboyunca koruyan Kürt milletinin fedakârlığıyla karşı altmış asırlık mükemmel dilinin kendisine unutturulmak cehdi, milli umuruna hakaret, esir ve köle muamelesi, katliamlar,tahcirler, milli ızdıraplariyle, milli şeref ve namusuna karşı türlü hakaretler, Kürdün hür yaşamak azmini çeliklemiş,Kürt milletini artık hür ölmeye karar verdirtmiştir. Evet; Kürdistan, savaşlarında mukadder talihin makul cilvesi, teşkilatı ictimaiye ve orta halk tabakasının noksanlığı başarısızlığa sebebiyet vermekle beraber, Türk devlet adamlarının hilekar harici siyaseti yüzünden gerek doğu ve gerekse batı ecnebi ve hatta İslam devletlerinden hiç biri Kürdistan meselesiyle alakadar olmayıp bilakis Türk kuvvetlerini desteklemek suretiyle Kürdistan hadisatını söndürmeğe bilfiil amil olmuşlardır.
Esasen yapılan savaşlarbatı ve Doğu devletlerinin tahrikatına bağlı olmadan ancak Kürdün vicdanından kopan milli hürriyet aşkı dolayısıyla yapılmış ve kan dökülmüştür. Fakat dökülen bu kanların duygusuyla milli hisler kamçılanmış intikam için ruhlar alevlenmiş, milli kurtuluş aşkı her Kürdün vicdanında volkanlanmıştır.
Meşhur yazar Lucien Rambout mazlum bir Kürdün milli duygusunu Kürtçeden Fransızcaya tercüme ederken Kürt milli davası hakkındaki eserinin yüzelliüçüncü sayfasında açıkladığı aşağıdaki şiirin mefhumu iddiamızın müsbet delillerinden biri olsa gerektir:
"Mourir pour toi, Kurdistan, rien n'est plus beau
Etre maître chez soi et fierement chanter en kurde
Dans la flamme de nos armes célébrant la gloire
De notre race millénaire, de notre terre chérie
Etre libre, aimer, croire et mourir
Interroge cette fontaine, elle te dira
Que dans son murmure, il y a mille soupirs,
Mille larmes, mille révoltes et mille espérances".
Türkçesi:
Kürdistan, senin için ölmek kadar tatlı hiç bir şey yoktur
Yurdunda efendi olmak, ve gururla Kürtçe tegenni etmek
Silahlarımızın alevleri içinde senin şerefini
Binlerce yıllık ırkımızın, tatlı yurdumuzun şanını ilan etmek
Hür olmak, sevmek, inanmak ve ölmek
Sor şu çeşmeye... o sana diyecek ki:..
Çağlayışında bin ah, bin gözyaşı, bin isyan ve bin ümit var!
İşte bu mukaddes gaye ile birçok Kürt bilgin ve vatanperverleri hariç memleketlere sığınarak milli kurtuluş hakkında çalışmalarda bulunmuşlardı. Bu çalışmalar Türk hükümetinin nazarı dikkatini celb etmiş ve Türkiye Cumhuriyetinin onuncu yıldönümünü bahane ederek hilekar bir umumi af kanunu ilan etmişti.
Bu kanunun mahiyet itibarıyla Kürtlere aidiyeti sebebiyle 1933 senesi sonlarında Kürt müteffekirlerinden Celadet Ali Bedirhan, (Türkiye reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine açık mektup) adlı bir risale neşir ederek affın mahiyetini ve öteden beri Türk devlet başkanlarının Kürt milletinin varlığını inkarla tetrik, taktil ve tahcir siyasetini ve işbu yoketme rejimine karşı Kürdün azim ve irade ile benliğini ve hassaten öz dilini muhafaza etmekte bulunduğunu ilmi edebî bir surette açıklamıştı. İşbu mektubun kiymetini takdirle Arapça harflerle yazılmış olan nüshasını Latin harfleriyle tab ederek Kürt gençliğinin nazara dikkatine arz etmeyi çok faydalı gördüm.
Bu maksatla hürmetkarı bulunduğum vatansever Dr. Kamuran Ali Bedirhan'dan müsade istedim. "Mektubun neşriyle ağabeyimin ruhunu şad etmiş olursunuz". cevabını aldığımdan, müsadeleri hususundaki lutufkarlığa teşekkür eder ve merhum Celadet Bedirhan'ın ruhu önünde manevi bir tazimle eğilerek bu büyük alimin kaybindan Kürt milletinin duymuş olduğu elem ve kedere iştirak eyler, açık mektubunun aynısını ehemmiyetine binaen neşretmeyi bir vazife bilirim.
Halep
Dr. Mohamed Nuri Dersimi
(İmza)
(1) Kürt milletini askeri ordularla imha ve Kürdistan topraklarını kana boyadıktan sonra en son olarak Dersim.