La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Kürdistan'da bir gece


Éditeur : Avesta Date & Lieu : 2003, İstanbul
Préface : Ömer TürkeşPages : 254
Traduction : Nice DamarISBN : 975-8637-62-2
Langue : TurcFormat : 130x215 mm
Code FIKP : Liv. Tr. 1840Thème : Littérature

Kürdistan'da bir gece

Kürdistan'da bir gece, toprağın ve ruhun kitabı

"Kürdistan'da bir gece", şaşırtıcı, iki bölümden oluşan hikayesinin ilk bölümündeki kanlı sahnelerle, belki biraz da irkiltici bir roman. Savaşçıların mızraklarla ve yaylarla donandığı bir zamanda, -adı üzerinde- Kürdistan'dayız... Bir Nasturi köyüne saldırmayı planlayan Kürt aşiretinin soylu savaşçısı Saad çıkıyor karşımıza. Jean - Richard Bloch, okuyucusuna bir yandan Saad ve mensubu olduğu aşiretin hayatını tasvir ederken diğer yandan bir Nasturi köyüne çeviriyor yüzünü. Gördüğü ve gösterdiği, aynı coğrafyayı paylaşan iki farklı din, iki farklı topluluk, iki farklı kültür ve onları birleştiren bir düşmanlıktır...

...Hikayeye masalsı bir atmosfer katan yazar, Doğu'nun egzotik, vahşi, esrarlı ve güzel doğasını daha ilk sayfalardan başlayarak öne çıkarmış; kadın erkek ilişkilerindeki şehveti, savaş sahnelerindeki şiddeti çok ayrıntılı bir biçimde resmediyor. İnsan doğasının bir parçası olarak kavranan bu iki duygu, romanın akış yönünü de tayin etmiş; o gece hiç tatmadığı hazları yaşayan ve ardından döktüğü kanla alt üst olan Saad'ın ruhunu kurtaracak yegane duygu aşktır artık...

A. Ömer Türkeş

 

İçindekiler

Türkçe baskıya önsöz - A. Ömer Türkeş / 7
Prelüd / 15
Toprağın kitabı / 21
Süvariler yürüyüşte / 123
Ruhun kitabı / 131

KÜRDISTAN'DA BİR GECE

A. Ömer Türkeş

"Kürdistan'da bir gece", şaşırtıcı, iki bölümden oluşan hikayesinin ilk bölümündeki kanlı sahnelerle, belki biraz da irkiltici bir roman. Savaşçıların mızraklarla ve yaylarla donandığı bir zamanda, -adı üzerinde- Kürdistan'dayız... Bir Nasturi köyüne saldırmayı planlayan Kürt aşiretinin soylu savaşçısı Saad çıkıyor karşımıza. Jean - Richard Bloch, okuyucusuna bir yandan Saad ve mensubu olduğu aşiretin hayatını tasvir ederken diğer yandan bir Nasturi köyüne çeviriyor yüzünü. Gördüğü ve gösterdiği, aynı coğrafyayı paylaşan iki farklı din, iki farklı topluluk, iki farklı kültür ve onları birleştiren bir düşmanlıktır...

Anlatısını geniş zaman kipi üzerinden aktaran ve böylelikle hikayeye masalsı bir atmosfer katan yazar, Doğu'nun egzotik, vahşi, esrarlı ve güzel doğasını daha ilk sayfalardan başlayarak öne çıkarmış; okuyucuyu etkilemek için doğa, toplum ve insan tasvirlerine ağırlık veriyor, kadın erkek ilişkilerindeki şehveti, savaş sahnelerindeki şiddeti çok ayrıntılı bir biçimde resmediyor. İnsan doğasının bir parçası olarak kavranan bu iki duygu, romanın akış yönünü de tayin etmiş; o gece hiç tatmadığı hazları yaşayan ve ardından döktüğü kanla alt üst olan Saad'ın ruhunu kurtaracak yegane duygu aşktır artık...

Serüvenci bir ruhu olduğu kadar üzerinde yaşadığımız coğrafyanın doğusuna nasıl baktığımızı, dolayısıyla kendimizi nasıl gördüğümüzü de sergileyen uzak diyar anlatıları, ilk yazılı metinlerden beri çıkar karşımıza. Homeros'un, Herodotos'un, Strabon'un, Ksenophon'un, Marko Polo'nun ya da Evliya Çelebi'nin metinleri okuyucuya yalnızca uzak diyarları tanıtmakla kalmamış, Batı'da o diyarlarla ilgili kalıcı tasavvur ve tahayyüllerin oluşmasında önemli roller oynamışlardı. Ancak "bilinmeyen" yerler edebiyattaki asıl karşılığını roman sanatıyla bulmuş, Daniel Defoe'nin, Swift'in, Poe'nun, Melville'in, Jules Verne'nin fantastik dünyaları bu tarz maceralı seyehatleri bir edebi "tür"e çevirmişti. Aydınlanmacı bir dünya görüşünün etkisindeki Avrupa romanında okyanusları çiğneyip geçen, dış dünyayı fethetmeye azimli küçük burjuva insanının serüvenlerini okumuştuk. Yıllar boyunca romana yansıyan emperyal bakış, dünyanın hiçbir köşesinde -Batılı kişi işin içine katılmadan- söz edilmeye değer bir yaşam, tarih ya da kültür olamaz demişti okuyucuya; burjuva toplumunun var olan kurumlanna, bu kurumların otorite ve iktidarına bağlı bütün bir toplumsal göndergeler sistemini içeren her roman, diğer romanlardan miras aldığı bir "gerçekliği" geliştirip sürdürmüş, Oryantalist, Afrikanist ve Amerikanist söylemler tarih yazımı, resim ve popüler kültürlerle birlikte roman sanatı içinde zikzaklar çizerek gelişmişti.

Elinizdeki roman da işte bu sürecin bir ürünü... "Kürdistan'da Bir Gece"nin yazarı Jean - Richard Bloch, romanın girişinde sözünü ettiğim mirasın varisi olduğunu açık bir dille ifade ederken Doğu'ya duyduğu aşkı "imgelem ürünlerine", yani Batının roman birikimine -ilk olarak Kipling'in "Orman Kitabı'na- borçlu olduğunu itiraf ediyor ve Prelog'unu şu cümlelerle noktalıyor; "anlatılacak hikayede töre ve geleneklerle sorunlar yoktur. O yalnızca, kainatın ve zamanın ötesinde, dostları aramak ve rastlamak için yola çıkarak köklerinden koparılmış bir ruhun gezisidir".

Anlıyoruz ki, İspanya iç savaşında cumhuriyetçilerden yana tavır alan ve ülkesi Fransa'da saygın bir aydın olarak anılan Bloch da, tıpkı bu türün büyük ustası / yalancısı Karl May gibi, hiçbir zaman gezip görmediği diyarlarda yaşayan hiç karşılaşmadığı insan topluluklarının hayatlarına dair bir hikaye anlatıyor bize... Tanımayanlar için kısa bir bilgi vereyim; Karl May, Alman edebiyatının popüler kolunun en çok sevilen isimlerindendi. 1842-1912 yılları arasında yaşayan yazar, sınır tanımayan hayal gücü ile ürettiği Vahşi Batı'dan Kızılderileri, Doğu'dan Arap, Türk, Kürt, Yezidi, Nasturi ve daha nice milletleri kapsayan romanlarıyla -ve yalancılığıyla- ün salmıştı. Mesela "Winnetau" romanında anlattığı Kızılderililerle dostluğunun kanıtı resimler muğlak, Kızılderili şefin hediyesi Balta ve mızrak ise Alman bir demirci ustasının yapımıdır. Mısır, Orta Doğu ve İstanbul'u ziyaret ettiğine dair kendisi dışında bir tanık da yoktur aslında. Ancak bütün bunlar için kanıtlar ve tanıklar da beklemek ve onu gidip görmediği coğrafyaları hikaye etmekle itham etmek de haksızlık olur. Çünkü o bir tarih ya da toplumbilim kitabı değil, doğrusunu söylemek gerekirse seyehat ve macera türünü sevenlerin çok sevebileceği masalsı romanlar yazmıştır.

Yazılı bir kültüre dayanmadığından, Doğulu toplumların tarihi ne yazık ki seyyah ya da misyonerlerin elinden çıkma metinlere dayalıdır. 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz ve Amerikan kiliselerine bağlı misyonerlerin Hıristiyanlığı yayma faaliyetleri esnasında tutulan günlükler ve iletilen raporlar, Kürt, Nasturi, Keldani, Asuri, Durzi, Yezidi, Mutazi, Türkmen toplulukların yaşantılanna bir miktar ışık tutmakla birlikte, kaleme alınanların tek yanlı, abartılı, misyonerlerle Hıristiyan toplulukları övme amaçlı oldukları iddia edilebilir. Avesta yayınları arasında bulabileceginiz bu seyehat kitaplarına bir göz gezdirirseniz eğer, Karl May'in romanlarının ya da az sonra okumaya başlayacağınız Jean - Richard Bloch'un "Kürdistan'da Bir Gece"sinin o kitaplardan, yani metinlerarasından türetildiğini hemen farkedeceksiniz. Ancak romanların asıl önemi de tam da bu üretiliş biçiminden; yazarların tanımadıkları toprakları ve toplulukları resmetmelerinden, o resmi sözünü ettiğim metinlerden kopye etmelerinden geliyor. Çünkü böylelikle Batılı insanın Doğu'yu nasıl tahayyül ettiğini, kendisi ve öteki hakkındaki düşüncelerini çok daha iyi anlayabiliyoruz.

Eski Doğu'ya ait tarihi yazanlarsa kuşkusuz gidip görmüşlerdi anlattıklan diyarları. Ne var ki bakmak ve görmek dolaysız bir faaliyet değildir; bakmak ve görmek bir tasavvur oluşturmaktır! Doğu'yu tasavvur etmekse, sömürgecilikten emperyalizme, oradan ulusal bağımsızlık hareketlerine uzanan sıcak bir çatışmada ya da Oryantalizmle direniş kültürü arasında aynı sıcaklıkta sürüp giden teorik ve ideolojik savaşta bir taraf olmak demektir. Doğu'yu sevsin ya da aşağılasın, ilk seyyahların hemen hepsinin kaleminden çıkan Doğu, şaşırtıcı biçimde örtüşür; o, güçlü sultanların, her yanından zenginlik fışkıran sarayların, kışkırtıcı cinsellikleriyle güzel kadınların var olduğu, uzun yıllar boyunca Batılı insanda, gizemli, vaadkar ve keşfedilmeyi bekleyen topraklar fikriyatını yerleştiren bir Doğu'dur.

Her kültür, daha derinlemesine egemen olmak ya da bir biçimde denetim altında tutmak istediği yabancı kültürlere ilişkin tahayyül tasavvurlar oluşturmak eğilimindedir. Geçmişte Yunanlı olmanın her zaman Barbarların varlığını, bugün Batılı olmanın ise Afrikalıların ve Doğuluların varlığını, gerektirmesi gibi, kültürel kimliklerin oluşmasında bu tasavvurların büyük rolü var. Çünkü hayatlarımız onu anlamlı kılmak için kendi kendinize yaptığımız anlatılarla bir değer kazanır. Bireysel düzeyde olanı genişlettiğimizde, ulusların da tarihi kendine mal etmek, geçmişi tarihleştirmek ve sonuçta bir toplumu icat etmek amaçlı birer anlatı olduğunu farkederiz. Aslında tarih, felsefe, sosyoloji ve özellikle edebiyatı kapsayacak şekilde, bütün toplumbilimler büyük anlatı metinleridir. Çıkarları çatışan iki insanın, iki ulusun, iki dinin, iki vs.nin aynı tarihi farklı farklı anlattıklarını biliyoruz. Açığa kavuşturulması gereken, Batı'nın yüzlerce yıldır egemen olan anlatısını kuran, ona gücünü, yetkisini veren, başka anlatılar üzerine iktidar kurmasını, başka anlatıların suyüzüne çıkışını engellemesini sağlayan dinamikleridir.

Bu noktada yeniden roman sanatına dönebiliriz. Çünkü roman tarih sahneşine çıktığı andan başlayarak hayatı anlatmayı hedefleyen yegane edebi türdür ve bu ayrıcalıklı yeri nedeniyle Batı'nın sömürgeci kültürünün yayılmasında önemli rol oynamış, en yeni, en Batılı, en kapsayıcı ve en ansiklopedik kültürel biçim olarak, bir hayat tarzının dünyanın her köşesinde meşrulaşmasını kolaylaştırmıştır. Çünkü estetik ideoloji, kendisini ideolojinin diğer alanlarına nasip olmayan kolaylıktaki yollarla doğallaştırarak, taşıdığı fikirleri ideolojik olarak masum bir biçimde sunabilir. İşte bu nedenle iyi "okumak" gerekiyor bu türden metinleri; çünkü "okumak", bu doğallık ve masumiyetin örtüsünü kaldırma yani, ideolojik ürünün ideolojik olarak deşifre edilmesi eylemidir.

Edebi metnin içinde barındırdığı gerçeklikle bahsi geçen tarihsel ve toplumsal olayların doğrudan ilişkilendirilmesini edebiyata edebiyat dışı ölçütler getirmek biçiminde yorumlamak ya da sözünü ettiğim romanlara ve yazarlarına söylemediklerini söylettiğimizi iddia etmek mümkün elbette. Ne var ki simgesel anlamlar taşıyan kişiler, kültürel çatışmalar, ürkütücü coğrafyalar, kendini hiç unutturmayan bir şiddet, bu romanlardaki sömürgeci mirası tartışmak için pekâlâ yeterlidir. Elbette -Jena - Richard Bloch veya Karl May gibi- metinlerarasından üretilmiş romanların Doğusever yazarlarının emperyal kültürün ajanları olduklarını ya da onların ideoloji, sınıf ya da iktisadi tarih tarafından mekanik bir biçimde belirlendiklerini iddia edecek değilim. Yalnızca, kendi toplumlarının tarihi içinde yer aldıklarını, o tarihle ve kendi toplumsal deneyimleriyle -farklı ölçüde- biçimlendirme ve biçimlendirilme ilişkisinde olduklarını, bütün estetik biçimleriyle kültürün tarihsel deneyimlerden türediklerini ve edebi anlatıların somut güç ilişkileri ile bağlantılı olarak ele alnması gerektiğini söyleyebilirim. Üstelik emperyal politikaların bilinçli veya bilinçsiz bir parçası olmaları bu romanların sanatsal değerlerinde bir kayıp da yaratmaz; tersine, Walter Benjamin'in, "aynı zamanda barbarlık belgesi olmayan hiçbir uygarlık belgesi yoktur" tesbitini doğrulayacak biçimde, hegemonyayı sağlayan şey, onların bu değişmeyen yüksek sanatsal değerlerinde gizlidir.

Cumhuriyet'in vaaz ettiği modern kimliklerine bürünmelerinin hemen ardından, seyehati aşk ve macera ile birleştiren romanlar -özellikle 1960'lara kadar- Türk yazarlarını da cezbetmiş, onlar da hiç görmedikleri diyarları ve hiç karşılaşmadıkları insan topluluklarını, kimi zaman dönemin siyah beyaz Holywood filmlerindeki egzotik Doğu yolculuklarının, kimi zaman o günlerin sevilen romanlarının, kimi zaman da seyyahların gezi notlarının etkileriyle, ama birinci el kaynaklardan daha renkli, heyecanlı ve sevimli hikayelerle aktarmışlardı.

Şimdi geriye dönüp baktığımızda, Cumhuriyet'in ilk yıllarında "vahşi"lerin dünyalarına yönelen Türk yazarlarının en çok bitki türleri, vahşi hayvanlar ve güzel yerli kadınlarla ilgilendiklerini ve bu ilgilerini medeniyet söyleminin etrafında hikayelediklerini görebiliyoruz... Biliyoruz ki her metnin kendi toplumunun ortak söylemi ile belli bir ilişkisi vardır. Dolayısıyla romanları da hem yazıldıkları dönemin siyasi ve ideolojik söylemleri hem de o dönemde yaygınlaşan seyehat kitapları ve bu kitaplara duyulan ilgiyle birlikte ele almak gerekir. Cumhuriyet ideolojisinin Batılı giysilerine bürünen yazarlar için medeniyetin iyiden iyiye fetişleştiği bu yıllarda, uzak diyarlardaki "vahşiler" kendi modern kimliklerini tarif etmek için çok uygun bir araçtır...

Doğu'ya, Uzak Doğu'ya, Afrika'ya gitmenin çok zor olduğu bir devrin düşgücüne hitap ediyordu bu anlatılar. Gidilmesi imkansız topraklarda kendilerinin yaşamalarının mümkün olmayan maceraları kovalamak isteğiyle edebiyata başvurulduğu, uzak diyarların egzotik atmosferinin romanlar ve filmler aracılığıyla teneffüs edildiği, dünyanın keşfedilmemiş bir karış yer kalmayacak kadar küçülmediği ve bu nedenle insanların hâlâ hayal kurabildiği belki çocuksu ama bugüne göre kuşkusuz çok daha heyecan ve umut dolu günlerde yazılmıştı onlar. Aslında bazı edebiyat kuramlarına göre bu, sözkonusu diyarlarda başıboş dolaşmaktan daha da gerçekçiydi.


Prelüd

O, çok sevdiğim Fransa, aralarında çok istekli ve çok coşkulu yaşadığım ve mücadele ettiğim Fransa halkı, senden doğmuşum, sana doğmuşum gibi duyumsarım. Ama, dilinin çekiciliği arzumdan daha yüksek sesle çağırır.
Yine de bak bana. Aranızdan çıkmış bir insanım ben. Onurunun tanıdık bilgisinde, yanlışlıklarını severek büyütüldüm.
Okullarında oğullarına aşıladığın disiplini tutkuyla içime çektim. Sonradan yoldaşlarımın derin saygılarımı sunan usta yazarlar tarafından oluşturuldum. Senin edebiyatının Morillo'su Daudet beşiğimi salladı on beşimde, aşırı duyarlılıklarında; Anatole France gizlice öğretti bana yargılayan aklın ironisini; Maupassant berrak, kesin ifade tarzının modeli olarak verildi bana.
Ayırdın bana tüm çocuklarına yaptığın gibi, iyi yurttaşlarının peşine düştüğü moral hedefleri; Galile tarzının Renan inceliğiyle kıvama getirilmiş, Seneca'nın erdemini oluşturdun önümde. Dikkat ettin aklımın Pascal'ı Voltaire'le ve Calvin'i …

Jean - Richard Bloch
Kürdistan'da bir gece, toprağın ve ruhun kitabı

Avesta basın yayın

avesta | Z.: 159 | 4
La nuit kurde (1912)
Türkçe çeviride “A night in Kurdistan”
(1930, Londra) esas alınmıştır
Kürdistan'da bir Gece
Jean - Richard Bloch
İngilizceden Çeviren:
Nice Damar

Editör: Abdullah Keskin
Kapak: Ahmet Naci Fırat
Tashih ve mizanpaj: Avesta
Birinci baskı: 2003, İstanbul
Baskı: Berdan matbaacılık

Çevirinin yayın hakları Avesta'ya aittir, izinsiz kullanılamaz

Avesta basın yayın reklam tanıtım müzik dağıtım ltd. şti.
Evliya Çelebi mah.
Aybastı sok. no: 48 / 4
Beyoğlu / İstanbul
Tel: (0212) 251 44 80 - 243 89 74
Fax: (0212) 243 89 75

Ekinciler caddesi
Nurlan apt. giriş katı no: 2
Ofis / Diyarbakir
Tel-Fax: (0412) 222 64 91

ISBN: 975-8637-62-2


Jean - Richard Bloch - Fransız yazar. (Paris, 1884 - 1947) Oğrenimini tarih dalında tamamladı, daha sonra edebiyat çalışmalarına yöneldi. Levy (1912) adlı hikayesinde ve Et Cie (Ve Ortakları) (1918) romanında Yahudi tiplerini ele aldı. 1912'de La nuit kurde (Kürdistan'da bir gece) adlı romanını yayımladı. 1942'den sonra Moskova'ya gitti ve Radio - France'ta spiker olarak çalıştı.

PDF
Téléchargement de document non-autorisé.


Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues