TÜRKÇE BASKIYA ÖNSÖZ
"Acil kitaplar" dizisi Kerkük üzerine iki kitapla devam ediyor. Hukukçu - araştırmacı Nuri Talabani'nin "Kerkük bölgesinin Araplaştırılması" ve Kürtlerin modern tarihi üzerine yaptığı her biri kendi alanında referans olan çalışmalarıyla adından çok söz edilen Kemal Mazhar Ahmed'in "Tarihin ve vicdanın Kararı Kerkük."
Kitabın Türkçe baskısında bu kelimeleri kullanma gereği duymadık. "Tarih" derken tereddüt ettik, çünkü bu meselenin tarihsel boyutu Türk literatüründe de yeterince açıktır. Evliya Çelebi'nin "Seyahatname"sinden tutun Katip Çelebi'nin "Cihannüma"sına, daha yakın döneme gelirsek, Şemseddin Sami'nin "Kamus'ul-alem"inden Lozan görüşme tutanakları ve islam Ansiklopedisi'ne kadar birçok yerde Kerkük meselesi (doğrusu Musul meselesidir, daha doğrusu Kürdistan sorunudur) birçok veçhesiyle gayet açıktır. Türkiye'nin bugünkü Irak Kürdistanı politikasında tarihsel boyutun pek dikkate alındığı söylenemez. "Vicdan" deme gereği duymadık, çünkü bunun muhataplarımızda olmadığını biliyoruz. "Karar"da demedik, çünkü bu Türkiye'den verilecek bir karar değildir.
Bu kitabın baskıya verildiği günlerde ve sonrasında en ciddi kararı Kerkük ve çevresinde yaşayan insanlar verecektir. Enfal'de oğulları diri diri toplu mezarlara gömülen anneler, üzerinden 10 küsur yıl geçmiş olmasına rağmen karalar bağlamış ve ellerindeki fotoğrafları hâlâ gelip gidene gösterip soran, kocalarının bir gün geri döneceğine inanan dul kadınlar... ve bütün bir yaralı toplum verecektir. Üstelik topla tüfekle değil, karşılıklı diyalog ve demokratik yöntemlerle...
Durum buyken Türkiye'deki bu laf kalabalığını neye yormalı? Lafı eveleyip gevelemeden sorunu açık bir biçimde adlandıralım:
Bu Kürtlüğe karşı savaştır! Ve yayılmacı emeller peşinde koşmaktır. Zira Osmanlı'nın kaybedilen topraklarını hâlâ içine sindiremeyen, kaybedilen bu toprakları yeniden işgal etmeyi kendileri için hak gören bir anlayış, devlet katında ve toplumda çok yaygındır. Türkmenler bahane edilerek Musul ve Kerkük gibi zengin bölgelerin yeniden işgal edilmesi, bu tür insanların iştahını oldukça kabartmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürt olan her şeye karşı savaş açmıştır ve bu yeni bir politika değildir. Bu cumhuriyet, bunun üzerine inşa edilmiştir. Basın ve televizyonlardaki ırkçı histeri kimseyi şaşırtmıyor. Zira bu devletin ve basınının bakışı hiçbir zaman bundan daha iyi olmamıştır. Geçmiş gazete arşivlerine bir göz atarsanız bundan beter bir "üslup"la karşılaşırsınız.
Kürtler vargüçleriyle bir diktatörlüğün enkazı üzerinde demokratik bir düzeni tesis etmeye çalışırken Türkiye'nin tepkisi neden? Başında Talabani'nin bulunduğu bir Irak mı dünya ve Türkiye için daha tehlikeli ya da Saddam gibi bir diktatörün mü? Barzani başkanlığındaki demokratik bir devletle mi komşu olmak iyi yoksa Saddam'la mı? Karşılaştırma yapmak bile gereksizdir.
Türk devletinin kuruluşundan bugüne Irak Kürtleriyle ciddi hiçbir sorunu olmamıştır. Irak Kürtlerinin yüzyıldır hala aynı sorunlarla uğraşmasında Türkiye Cumhuriyeti'nin büyük bir payı ve sorumluluğu vardır. Ingilizler Kral Faysal'ı deve sırtında dört karısıyla birlikte Suriye'den getirtip, "Irak" diye yapay bir devlet icat ettiklerinde, yeni devletin bekası için Güney Kürdistan'ı da Irak'a dahil ettiler. Bunun iki önemli nedeni vardı: Birincisi Ortadoğu'da Ingiliz işgaline karşı direnen tek halk Kürtlerdi. Kraliyet Hava Kuvvetleri, Kürt başkaldırısını acımasız bir biçimde bastırdı. Tarihte toplumsal bir ayaklanmayı bastırmak için başvurulan hava bombardımanı ilk kez Kürt topraklarına karşı gerçekleştirildi. Şeyh Mahmud öncülüğündeki Kürt ulusal hareketi, Arapların aksine İngilizlerle değil genç Türkiye Cumhuriyeti'yle birlikte hareket etti. İngilizler Kürtlerden intikam almak için bütün topraklarını yeni ülkenin sınırları içine kattı. O gün bu gündür Kürt trajedisi devam ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti devleti eğer kan bağına değil, vatandaşlık esasına dayalı bir devlet ise, Irak'taki "Türkmen"lere (Türkiye aslında Türkmenlerle değil, paramiliter bir örgüt olan Irak Türkmen Cephesi, ITC'yle ilgilidir) gösterdiği hassasiyeti Kürtlere de göstermesi gerekiyor. Çünkü Türkiye sınırları içinde bütün Irak nüfusunun yarısından fazla Kürt yaşıyor. Modern zamanlarda devletlerin dış politikasının belirleyici argümanlarından biri "akrabalık" ilişkisiyse ve bu içerde, dışarda on yıllarca sürecek, büyük yıkımlara yol açacak bir savaşı göze almayı gerektirecek kadar önemliyse, bu kuralın Türkiye Cumhuriyeti'nin "eşit vatandaşları" olduğu söylenen Kürtler ve akrabaları için de geçerli olması gerekir. Bunu Kürtlerin Türkiye'den bir beklentisi olduğu için değil, Türkiye'nin argümanlarının ne kadar keyfi olduğunu göstermek için söylüyoruz. Tarihsel deneyimlerini gözönünde tuttuklarında ne Irak, ne Türkiye ne de Gürcistan veya dünyanın herhangi bir yerindeki Kürtlerin,* Türkiye'den bir beklentisi olamaz. Tek gerçekçi beklenti şudur: "Gölge etme başka ihsan istemez." Bu iki yüz yıllık deneyimle sabittir.
Tarihsel bağlar ve on yıl öncesine kadar süren trajedi bir yana, Türkler Ortadoğu'da Kürtlerden daha büyük bir dost bulamazlar Türkiye'de diplomatların telaffuz etmekten çok hoşlandıgı "Uluslararası ilişkilerde dostluk değil karşılıklı menfaatler esastır" düsturuna göre de Türkiye'nin farklı bir Kürt politikası geliştirmesi gerekiyor.
Onbeş-yirmi milyon Türkiye Kürdünü bir tarafa bırakalım. Hadi diyelim ki kafaları bulanık, şu anda ne istediklerini pek bilmiyorlar. Ama Irak Kürtleri ne istediklerini biliyorlar ve bunu açık bir biçimde bütün dünyaya deklere ediyorlar.
Kürtler, bağımsızlık haklarını her zaman saklı tutmakla birlikte son Körfez Savaşıyla birlikte Irak'ın birliğinden yana tavır aldılar. Kendilerine karşı kimyasal gazların kullanımı dahil her türlü insanlık suçunu işlemiş bir sistemin kalıntılarıyla bir arada yaşama iradesini ortaya koydular. Türkiye'de yansıtıldıgının aksine maksimalist taleplerde bulunmadılar. Bugünkü Kürt taleplerinin çoğu 71 Özerklik Anlaşmasında vardı zaten. Kürtler Araplardan intikam alma yoluna gitmediler. Kürtlerin elinde bu güç her zaman vardı, şu anda yeterince var. Ama yüz yıllık mücadele tarihleri boyunca tek bir sivil insan öldürmediler. Şu anda Kürdistan Bölge Hükümeti'nin elinde ciddi bir güç olmasına rağmen, ne savaş sırasında ne de sonrasında tek bir Arabın bile burnu kanamadı. Çünkü Kürtler yeni katliamların sadece Enfal askeri harekatı boyunca kaybedilen ve ne oldukları hala bilinmeyen 182 bin insanı geri getirmeyeceğini biliyorlar. Kendi yaşadıkları acıları başkalarına yaşatmadılar ve yaşatmayacaklar. Bugün de kamera karşısında kafası kesilen gençler; Kürttür, Asuridir, Süryanidir. Erbil'de hiçbir Arap saldırıya uğramamıştır ama Bakuba'da, "direnişin sembolü" Felluce'de sadece arabasının plakasında Erbil yazdığı için birçok insan saldırıya uğramıtır. Onlar "işbirlikçidir" diyeceksiniz, aynanın karşısına geçmeden. Sadece işbirlikçi mi? Kürtler, Kore'de de Amerika için savaştı. Kosova'ya Pêşmerge yolladılar. Afganistan'daki "çok-uluslu" gücün komutası da onlarda. NATO üyeliği de kapıda.
Kürtlerin "cephe gerisi" hiçbir zaman olmamıştır. Bu Sultan Selahaddin'den beri böyle olmuştur. Tam tersine Kürtler Erbil'de, Süleymaniye'de "Kürt-Arap Diyalogu" adıyla Irak'ı oluşturan bütün toplumsal grupların temsilcilerini bir araya getirdiler. Bu toplantılarda Enfal'de direkt olarak yer almış Baasçı subaylar bile affedildi. Kürtler merkezi Irak hükümetinde de sanıldığının aksine ağırlıklı bir konuma sahip değiller. Temsiliyetleri nüfus oranlarının gerisindedir. Sağlıklı bir nüfus sayımı yapıldığında bu görülecektir.
İlgili ilgisiz herkesin "kırmızı çizgi"si olur da Kürtlerin olmaz mı? Kürtlerin de kırmızı çizgileri var ve bunlar kimsenin solduramayacağı, hele hele dışardan sorumlu devlet adamı olmanın gerektirdiği gerçekçi temenniler yerine kabadayı ağzıyla, yakarız yıkarız tehditleriyle asla değiştirilemeyecek ilkelerdir. Bu ilkelerden ödün verilseydi, Şeyh Mahmud Berzenci, Mele Mustafa Barzani, Îbrahîm Ahmed verirdi. Mele Mustafa'nın 1975'te hareketinin bitişini göze alıp vermediği ödünü Mesud Barzani, Celal Talabani vermez. Nedir bu ilkeler?
Irak demokratik, laik, federal, çoğulcu bir ülke olacaktır. Dini tandanslı bir ülke, yani şeriat devleti olmayacaktır. Kürt Federe Devleti'nin sınırları, Kürdistan Bölge Hükümeti'nin yönetimi dışında kalan Kürdistan topraklarını içine alacak şekilde genişleyecektir.
Kürtler, daha önceki Irak anayasalarında ifade edildiği gibi; "Irak halkı Arap milletinin bir parçasıdır" kuralına asla razı olmayacaklardır. Salt Arapların iradesine dayalı bir Irak'a müsade etmezler. Kürtlerin ısrarlı olduğu Irak; tüm azınlıkların haklarını güvence altına alan, Kürt ve Arap milletinin eşitleğine dayalı, iki milletli, iki bölgeli federal bir Irak devletidir.
Kürtler bu ilkeler gerçekleştiği takdirde Irak'ın bir parçası olarak kalacaklarını belirtiyorlar. Irak veya Güney Kürdistan Türkiye'nin bir kolonisi değil, komşusudur. Türkiye kaygılarını bir komşu olarak dile getirebilir. Irak'ı işgal eden ABD'den daha emperyal ve en hafif deyişle nezaketsiz, hakaretamiz bir üslupla tehditler savurarak değil.
Türkiye'nin bu hususlarda gerçekçi bir politikası var mıdır? Olmadığı, bunun yerine ikame edilen gayrı insani "asarız, keseriz" nutuklarından bellidir. Bu tür sorunlar topla tüfekle çözülseydi, napalmlar, kimyasal gazlar ve toplu mezarlarla halledilseydi Saddam hallederdi, kimseye bir şey bırakmazdı. Bunların etkili olmadığı ve olamayacağı ortada. Kimse yerini doldurmaya çalışmasın çünkü Saddam bu alanlarda kimseye iş bırakmadı. Ve Iraklılar başta kimse özlemedi Saddam'ı.
Türkiye'nin Irak'a ilişkin çözüm önerilerinin, ülkenin bütün vatandaşlarının hassasiyetleri, kişilikleri gözönünde tutularak dillendirilmesi gerekir. Türkiye yirmibirinci yüzyılın başlarında ırki esaslara dayalı olmayan gerçekçi bir dış politika belirlediğinde çıkarlarının Kürtlerin talepleriyle örtüştüğünü görecektir. Bu arada şunu da belirtmekte yarar var: Kürtler açısından Irak'ta sözkonusu olan çıkar vb meselelerden çok bir varolma-yokolma meselesidir.
Türkiye kendi içinde laikliğin en jakoben versiyonunu uygularken, binlerce genç kızı türban taktığı için öğrenim hakkından mahrum bırakırken, Kürtlerin teokratik bir yönetime rıza göstermesini nasıl bekleyebilir? Üstelik 25 yıllık İran deneyimi ve Afganistan'daki trajedi hazin sonuçlarıyla ortadayken... Kürt "aşiret" kadınları sosyal hayatın her alanında var olmak istiyorlar. Iraklı kadınlar Saddam döneminden daha kötü şartlara razı olmazlar. "Asrı Saadet" döneminde bile olmayan bir sistemi Irak'ta oturtmayı kimse başaramaz. Kürtlerin yüzü Batı'ya dönüktür. "Üniter"liğin geldiği aşama ise kendini en iyi 80 yıllık cumhuriyet pratiğinde gösteriyor.
Kürdistan'ın asli sınırlarına gelince... Bu da Osmanlı salnamelerinden eski seyyahların kitaplarına kadar her yerde apaçık bellidir. Bu sınırlar, yüzyıllardır bütün soykırım, tehcir politikalarına rağmen demografik yapısını hâlâ koruyor. Kürdistan'ın sınırları Kerkük'le bitmiyor, Musul'dan Cebel Sîncar'a, (Yezidilerin yaşadığı Sîncar Dağı ve çevresi) Xaneqîn'den Cebel Hemrîn'e kadar uzanır ve bu coğrafyanın büyük çoğunluğunu hala Kürt nüfusu oluşturuyor.
1960'lı yıllardan başlayarak Kerkük ve çevresindeki Kürt nüfusu göç ettirildi. Son 40 yıl boyunca Kerkük ve çevresinden 300 binden fazla Kürt zorla çıkartıldı. Son 80 yıl boyunca da Kürtlerle merkezi yönetim arasındaki en önemli sorun Kerkük ve merkezi hükümetlerin, özellikle Baas'ın orada uyguladığı etnik temizlik politikası olmuştur. "Sözde" dediğiniz Kürdistan Parlamentosu'nun bugün bulunduğu bina bile merkezi hükümet tarafından 1971 Özerklik Anlaşmasına dayanılarak yapılmıştır. Irak Anayasasına göre ülke, iki kurucu unsur olan Araplar ve Kürtlerden oluşuyordu. Yönetimdeki en üst makamdan, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık, biri Kürtlere veriliyordu. Kürtleri ve Arapları temsil eden yeni bir bayrak dahi öngörülüyordu. Irak'ın 30'lu yıllarda Milletler Cemiyeti'ne kabul edilmesinin şartı da, Kürt özerkliğini tanımaktı.
Kerkük ve çevresinden çıkarılan Kürtlerin dörtte biri bile henüz geri dönmedi. Ordan zorla çıkarılan insanların tümü evlerine dönecektir. Kimsenin Saddam'ın etnik temizlik politikasını bıraktığı yerden sürdürme hakkı ve gücü yoktur.
Geçici hükümetin bugünkü yapısına bakıldığında Kürtlerin bu boyutta bir temsilinin sözkonusu olmadığı görülür. Adı üzerinde zaten "geçici" hükümet. Seçimler özgür bir biçimde yapıldığında herkes gücü oranında temsil edilecektir. Türk yetkililer, Kürtlerin merkezi hükümette temsiline karşı, mesela ITC'ye yüzde elli temsil hakkı verilse bir itirazı olmayacak. Hatta "ellerindeki Osmanlı nüfus kütüklerine göre, Irak'ta ITC selefi Türkmen nüfusunun yüzde yetmiş olduğunu" söyleyecek ve bunun "demokratik, hakça" bir temsil olmadığını iddia edecektir. Türk meclisinde Kürtlerin sıfırın altındaki temsilini sorgulamak ise kimin haddine. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne de olsa etnik esaslara dayanmayan özgür, demokratik bir devlettir. Içişlerine. karışılamaz. Zaten Türkiye'deki milyonlarca Kürt de Nazi zulmünden kaçıp devletin şefkatli kollarına sığınmıştır. Ne hazin hikaye! Türkiye'deki Kürtlerin meclisteki temsil hakkı, İsveç'teki, sayıları onbinlerle ifade edilen Kürdün temsil hakkıyla bile kıyaslanamıyor.
Devlet yetkililerinin son yıllardaki söylemi, 30'ların resmi ideolojisinden daha geri bir söylemdir. Zira o yıllarda "Türkler dışındaki anasırın tek bir hakkı vardı. O da Türklere köle olma hakkı." İnsan hakları yüzyılındaki Türk paradigması, artık Türkiye'nin sınırlarını aşıyor. Türkiye'nin yeni sloganı şu olmalı: "Irak'ta Kürtlerin bir tek hakkı vardır: O da 'eski efendilerinin' her dediğini yapma ve Araplara köle olma hakkı." Böyle giderse Türk yetkililerin bu rüyaları bir süre sonra kabusa dönüşür. Türkiye, Kürtlerin önünde bağımsızlık dışında bir seçenek bırakmak istemiyor galiba.
Son dönemlerde öne sürülen kart ise "Türkmen" kartıdır ama bunu "Irak Türkmen Cephesi" olarak okumak gerekir. Türkiye tarih boyunca dış Türklerle pek ilgili olmamıştır. Irak'taki Türkmenler ciddi baskılara maruz kalırken Türkiye sesini bile çıkarmamıştır. "Türkmenler" konusunda bu kadar hassas olan bir devlet, diktatörlük dönemindeki nüfus sayımlarında onlara Arap ya da Kürt seçenekleri sunulduğunda, kendilerini Arap saymalarını telkin etmiştir. Türk kamuoyunun İran'daki milyonlarca Türkmen ve Azeriden haberi var mı?
Türk devlet erkanı maalesef Türkmenlerin sorunlarıyla da pek ilgili değil. Kürtler "Geçici Konsey"de başından beri Türkmenlerin, Süryani-Keldanilerin ve diğer bütün azınlıkların haklarının en büyük savunucusu oldular. Irak Kürdistanı'nda yaşayan Türkmenlerin Türkmenistan'da yaşayanlarla bir karşılaştırması yapılsa, ortaya nasıl bir sonuç çıkar? Türkmenbaşı'nın yönetiminde yaşayan Türkmenler daha mı özgürdür acaba? Okul, TV vb her türlü kültürel hakları var. Türkmen olarak siyasal, sosyal hayata aktif olarak katılabiliyorlar. Bir kısmı Kürt listesinden yüzde beş kontenjanla Kürdistan Parlamentosu ve Irak Parlamentosu'na girecek. Bir kısmı Şiilerle hareket ediyor. Bunlar Türkiye'nin kapsama alanına girmiyorlar. Türkiye için varsa yoksa "Irak Türkmen Cephesi."
"Irak Türkmen Cephesi" Türkiye'de yakından tanınıyor. Devlet ve medya onlar dışında Irak'tan kimseyi kaale almadığı için, bol küfürlü konuşmalarına ve provakatif davranışlarına sık sık tanık oluyoruz. Her gün bir "soykırım" paketiyle televizyonlarda boy gösteriyorlar. Yayın organları hakaret ve dezenformasyondan ibaret, askerlerden çok bir medya danışmanına ihtiyaçları var gibi, yayın organları ve medyadaki tutumları, "Medya nasıl çok kötü kullanılabilir" sorusuna en iyi cevabı oluşturuyor. Bütün mitinglerinde Türkiye bayrağı (Kürdistan veya Irak'ta yaşayan birinin gözünde bir başka ülkenin bayrağı) taşıyorlar. 1992'de oluşturulan Kürdistan Parlamentosu'nda yer almayı reddettiler. Kürt otoritesini tanımıyorlar. Mesela dernek açacaklar, vilayetten izin almıyorlar. Ve Kürdistan Bölge Hükümeti, şimdiye kadar bütün bu şımarıklıklarına göz yumdu.
En vahimi, en büyük muhatapları özel kuvvetler. Süleymaniye'deki çuval olayı bu "parti"nin ofisinde vuku buldu. O ülke üzerinde tarihsel birtakım emelleri olan ve bunu her fırsatta emekli generaller vasıtasıyla dile getiren komşu bir ülkenin 11 özel güvenlik görevlisi, bir şehri yok etmeye yetecek kadar bombayla bu "siyasi parti"nin ofisinde yakalandı. Bu "parti"nin icraatları saymakla bitmez. İlgili kesimler de bu "parti"yle değil, Türkiye'yle muhatap oluyor bu yüzden. "Büyük devlet", Irak denklemine bu "parti"yle müdahil oluyor. Bu kesimin Türkiye'nin "dış politika"sını ipotek altına alması yetmezmiş gibi, bir de Denktaş gibi iç politikaya da müdahale anlamına gelebilecek bir söylem benimsemesi, sadece soydaşlıkla açıklanabilecek bir durum değildir. Seçimde İran ve Türkiye'den seçmen taşındığını iddia ettiler. Kimmiş bu Türkiye'den götürülüp Kerkük'te oy kullandırılanlar? Bunu en iyi bilecek durumda olanlar, devletin ilgili makamlarıdır. Neden açıklamıyorsunuz? Açıklayın ki herkes bilsin.
Türkiye'nin ITC'yle sınırlı "Türkmen" politikası, başta Türkmenlerin, hiç kimsenin çıkarına değildir. Türkiye bu kesimi "azap erleri" olarak kullanıyor ve hedef tahtası yapıyor. Irak gibi bir ülkede bu "parti"ye bağımlı Türkmenlere yapılacak bir saldırıyı müdahale gerekçesi olarak açıklaması, bu tür saldırılara davetiye çıkarmaktan başka bir anlam taşımıyor. Türkiye, Kürdistan'da Türkmenlere rağmen Türkmen haklarını savunuyor, tıpkı Kıbrıs'ta yaptığı gibi. Ama Kürdistan Kıbrıs değildir. Türkiye'nin bütün Irak halkına yapacağı en büyük iyilik, son yıllarda birkaç defa denediği türden tehlikeli teşebbüslere yeltenmemesidir. Suriye ve İran gibi "gizli" ve kirli işlere bulaşmamasıdır. Türkiye elini bir an önce Güney Kürdistan'dan çekmelidir. İki yüz yıldır "çağdaş uygarlık"tan dem vuran bir ülkeye yakışan da budur.
Sonuç olarak Kürt sorunu, Türkiye için bir dış sorun değil, iç sorundur. Türkiye'nin "çıkarları" Irak Kürtleriyle, kendi Kürtleriyle -varlıkları hâlâ tartışmalı da olsa- barışık olmayı gerektiriyor. Birkaç sene öncesine kadar yetkililer "Türkiye'yi parçalatmayız" diyordu. Bu, anlaşılabilir bir durum. Şu anda "Irak'ı parçalatmayız" diyorlar. Birincisi Irak'ın parçalandığı yok. İkincisi, bu politika Irak'ın parçalanmasını hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Üçüncüsü, bu Türkiye'nin sorunu değil. Türkiye'nin sorunu kendi Kürtleriyle. Sorunun kaynağı Kerkük, Musul değil; Diyarbakır, Van'dır; hatta orası da değil Ankara'dır. Türkiye'nin argümanlarının ne siyasi ne de ahlaki elle tutulur hiçbir tarafı yok.
Türkiye, kendi Kürtlerinden dolayı Irak Kürtlerini cezalandırmaya çalışıyor. Bu Irak'ın sınırlarıyla oynamaktan daha tehlikeli bir oyun. Tarih boyunca bu kadar ucube bir güvenlik stratejisi olmamıştır. Neymiş? "Irak Kürdistanı'nda kişi başına düşen gelir 2 bin dolara yükseldiğinde, güneydoğudaki Kürtler de oraya bakıp, 'Biz de aynısını isteriz' diyecek. Ve bu da Türkiye'nin parçalanmasına yol açacak." Burdan tek bir sonuç çıkıyor. O da şu: AB'yle müzakere sürecine başlayacak olan Türkiye kendi vatandaşlarının (doğrusu Kürtlerinin) gelir seviyesini, önümüzdeki 15-20 yıl boyunca 400 dolar seviyesinin üstüne çıkarmak istemiyor. Sefalet içinde yaşayan Cumhuriyet vatandaşı Kürtler, Habur'dan geçip sınırın öbür tarafından süt, toz şeker, sigara, portakal gibi günlük ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Devlet bu portakalların bile yarısına el koyuyor.
Suriye 40-50 yıllık bir devlet. Birçok açıdan Irak Kürdistanı'ndan daha büyük. Arap Birliği'ne üye. Arapların Türkiye'ye tarihten kaynaklanan husumeti biliniyor. Arap ülkeleri, dünya petrol rezervlerinin önemli bir kısmını ellerinde bulunduruyor. Batı'daki çok-uluslu şirketlerin çoğunda büyük hisseleri var. Ortadoğu'daki en aşırı ırkçı-fundamentalist dalga Araplar arasında boy gösteriyor. Sadece bölgede değil, dünyada da önemli bir sorun oluşturuyor bu durum. Türkiye ise İsrail'den sonra başta Amerika'nın, Batı'nın en büyük müttefiği. NATO üyesi. İsrail'le birçok askeri anlaşmaya sahip. Bütün bunlar Suriye'nin Hatay ve İskenderun'u, ki çoğunluğu Araptır, Türkiye'den koparmasına yetiyor mu?
Yetmiyor!
Kürtlerin büyük çoğunluğu, son birkaç yıldır Türkiye olgusunu pek sorgulamıyor. Türkiye'nin asıl büyük çıkışı burdan yapması gerekiyor. Bu, büyük bir şans ama zor olan da bu!
Büyük bir savaşın yaralarını hâlâ sarmamışken, kabuk bağlamaya başlayan bir yarayı kanatmanın kime ne faydası olacak? Onbinlerce insan kuytuluklarda, çöplüklerde kefensiz yatarken ve bunun yarattığı travma sokak sokak her yere yayılırken, yeni ceset torbaları mı ısmarlayacağız? Hani hepsi bizim insanımızdı! Önce ölülerimize karşı görevlerimizi yerine getirelim. Yeni toplu mezarlar değil, kefensiz ölülerimize bir keten ve mezar "hakkı" istiyoruz.
Türk resmi erkanı, Araplar ve Farslarla değil, Kürtlerle komşu olduğunu, hem de Suriye, Irak ve İran sınırının her iki tarafında da Kürtlerin bulunduğunu bilmelidir. Irak'ın veya "Arjantin"in Kürt sorununu halletmeden, kendi ülkesindeki sorunu çözmelidir. En verimli topraklara onyıllar boyunca milyonlarca mayın döşeyeceksin, yüzlerce kilometrelik alanları, ölüm ve "intihar" alanı haline getireceksin, nüfusu birçok devletinkinden fazla olan bir halkı yüz yıl boyunca prangaya vuracaksın, dilini, kültürünü, adını, her şeyini yasaklayıp kişiliğini rencide edeceksin; bir o kadar yıl daha gelirini 400 doların üstüne çıkarmamak için planlar yapacaksın, "demokratik açılımlar"la o halkın alfabesiyle, kamusuyla oynayacaksın... Bütün bunlar yetmedi, komşu bir ülkede onlarla çok "farklı bir yapıya" sahip bir halkı da aynı zalim uygulamalara maruz bırakmaya çalışacaksın. Neden? MS 2999 yılında Türkiye için tehlike arzedebilirmiş.
Irak Kürtlerinin tek suçu, biz Türkiye Kürtlerinin akrabası olmaları mıdır? Oraya da gidip Kürtçeyi mi yasaklayacaksınız?
Türkiye'nin neye ve kime hizmet ettiği belirsiz Irak Kürdistanı politikası, kendi Kürtleriyle olan mesafeyi arttırmaktan ve Kürtleri bu sisteme, bu devlete daha da yabancılaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. En büyük tepki de bu topraklardan yükselecektir! Bu da tıpkı 59'larda yaptığınız gibi tek tük çatlak seslerden de kurtulmanızı sağlayabilir. O zaman daha fazla tek dinli, tek dilli, tek ırklı, tek renkli... olursunuz. Olur da dışardan binleri sorarsa Saddam'dan bir tüyo verelim: "Hepsini cehenneme gönderdik" dersiniz. Saddam, Enfal'de kaybettirdiği 12 ve 70 yaş arasındaki Kürtlerin akibeti sorulduğunda bu cevabı vermişti. Cehennemi bu tarafta yaşattığınızdan emin olabilirsiniz. Günün 24 saati hayatın her alanındaki aşağılamalarınız, küfürleriniz, horlamalarınız hayatımızı çoktan cehenneme çevirmiş zaten.
Türkiye'nin imparatorluk tebaası içinde kendisiyle birlikte hareket eden, kader birliği yapan tek halk olan Kürtlere, muhtemelen yüz yıldır bunun cezasını çekiyorlar, kendi Kürtlerine yaptığı o eski uğursuz "Erzurum hikayesi"ndeki Rusların tutumundan farklı olmamıştır.
Hikaye şu:**
Bir kalenin alınması sırasında, dostum Zdaneviç yoldan geçiyormuş.
Her iki tarafta kılıçtan geçirilmiş Türk askerleri yatıyormuş. Herbirinin sağ kolunda ve başında bir kılıç darbesi varmış. Dostum sormuş:
"Niçin hepsi de sağ kolundan ve başından kılıçlanmış?" Ona şu yanıtı vermişler:
"Çok basit: Teslim olurken hep sağ kollarını kaldırırlar."
Görüyoruz. Bilmelisiniz...
Abdullah Keskin
* Türkiye dünyanın neresinde olursa olsun Kürtlerin devlet hakkına değil yaşam hakkına da müdahil olmaya çalışıyor. Burda sadece tarihsel bir anekdotu aktarmakla yetineceğiz. Yirminci yüzyılın başları. Gerisini kitaptan olduğu gibi aktarıyoruz:
"Kuşkusuz, bütün Kürtler Türk uyrukludur" diye söyledi Paşa yumuşakça, "bir anlaşmanın bir yerinde böyle deniliyor."
"Ama Efendim, Belucistan'ın tam Hindistan sınırında da bazı Kürtler yaşamaktadır. Bunların da Türk uyruklu olduğunu iddia ediyor musun?"
"Bakın, neden olmasın? Eğer bunlar sınırı geçip size saldırırlarsa, Sultanın bundan haberi olsun. Sultan olabildiğince kısa sürede onları cezalandırmak için asker gönderecektir."
W. A. Wigram-Edgar T. A. Wigram; insanlığın Beşiği, Kürdistan'da Yaşam, İngilizceden Çeviren: İbrahim Bingöl, s. 272, Avesta, İstanbul, 2004.
** Viktor Şklovski, Zoo ya da aşktan sözetmeyen mektuplar, 29. Mektup: Rusya Merkez Yürütme Komitesine yazılmış dilekçe, İngilizceden Çeviren: Sema Rifat, YKY, s. 88-89, birinci baskı, İstanbul, 1992.
Kemal Mazhar Ahmed - Günümüz Kürt tarihçilerinin en ünlüsüdür. 1970 yılından beri Bağdat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Modern Tarih Anabilim Dalında yaptığı öğretim üyeliği görevinin yanı sıra otuzdan fazla kitap, Kürtçe, Arapça ve Rusça dergilerde yüzlerce araştırma, inceleme ve makale yayımladı. Bazı eserleri yabancı dillere de çevrilen yazar, Modern tarih alanında yapılmış onlarca master ve doktora tezinin danışmanlığını üstlenmiş, bölgesel ve uluslararası birçok konferansa katılmıştır. 70'li yıllarda Bağdat'ta Kürt Bilimler Akademisi'nin kurulmasında, faaliyetlerinin yürütülmesinde ve onun Kürdolojiye yönelik dergisinin çıkmasında etkin rol oynadı. Şerefxan Bedlîsî ve Muhammed Emin Zekî'den sonra Kürt tarihine bilimsel bir çehre kazandırma, bunu kahramanlık hikayeleri formatından çıkarıp ilmi kaynaklara, belgelere ve olaylara ilişkin bilimsel analizlere dayalı ciddi araştırmalara kavuşturma şerefi ona aittir. 1937 yılında Süleymaniye'de doğan yazar, Bağdat Üniversitesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1963 yılında modern tarih alanında yaptığı "1918-1932 yılları arasında Irak Kürdistanı'nda ulusal özgürlük hareketi" ve 1970 yılında aynı alanda yazdığı "1918-1958 yılları arasında Irak Kürdistanı'nda ulusal özgürlük hareketi" adlı tez çalışmalarıyla Sovyet Bilimler Akedemisi'nden doktora diplomaları aldı. 1970 yılında Bağdat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde başladığı öğretim üyeliği görevini halen sürdürmekte, burada doktora öğrencilerine ders vermekte, onların Irak ve Yeni Yakındoğu tarihi alanındaki tezlerini yönetmektedir. Kürtçe, Arapça ve Rusça olarak onlarca kitap, inceleme, araştırma ve makale yayımlamıştır. Burada birkaç tanesine işaret edeceğiz;
- 1918-1932 yıllarında Irak Kürdistanı'nda ulusal özgürlük hareketi (Rusça), Bakü, 1967.
- Birinci dünya savaşı yıllarında Kürdistan, Bağdat, 1975.
- Sovyet oryantalizminde yirmi devrimi, Bağdat, 1977.
- "Têgiyîştinî rastî" gazetesi ve Kürt basınındaki yeri (Kürtçe), Bağdat, 1978.
- Irak 1920 devriminde Kürt halkının rolü (Arapça), Bağdat, 1978.
- Uluslararası Ortadoğu problemleri üzerine bazı değerlendirmeler, Bağdat, 1978.
- Tarihte kadın: Tarihsel ve toplumsal özet bir çalışma (Kürtçe), Bağdat, 1981.
- Irak işçi sınıfı: Oluşum ve ilk hareketler (Arapça), Beyrut, 1981.
- Tarih: Tarih ilmi, Kürtler ve tarih üzerine kısa bir araştırma (Kürtçe), Bağdat, 1983.
- Çağdaş İran tarihi üzerine araştırmalar (Arapça), Bağdat, 1985.
- Kürt halkının tarihinden sayfalar (Kürtçe), 2 Cilt, Bağdat, 1985.
- Krallık döneminin son Başbakanı Ahmet Muhtar Baban'ın anıları (Arapça), Ürdün, 1999.
- 1925 yılı Türkiye Kürdistanı isyanı: Analitik bir araştırma (Arapça), Beyrut, 2001.