La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Mardin, Aşiret-Cemaat-Devlet


Auteurs : | | |
Éditeur : Tarih Vakfı Date & Lieu : 1999, Ankara
Préface : Pages : 566
Traduction : ISBN : 975-7306-67-3
Langue : TurcFormat : 170x240 mm
Code FIKP : Liv. Tr.Thème : Histoire

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Mardin, Aşiret-Cemaat-Devlet

Mardin, Aşiret-Cemaat-Devlet

Suavi Aydın,
Kudret Emiroğlu,
Oktay Özel,
Süha Unsal

Tarih Vakfı


"Gerek Mardin gerekse bulunduğu coğrafi mekân, tarihin en eski çağlanndan beri çok sayıda etnik ve dinsel topluluğun yurdu olmuştur. Eski dünyanın pek az bölgesinde yerleşik ve göçebe ekonomiler arasındaki çatışma, bu denli yoğun ve bu denli uzun süreli yaşanmıştır. Yazarlar, Mardin ve çevresindeki süreklilik ve kopuşların tarihine; kültürel, toplumsal, ekonomik çeşitlilik ve aşiret, cemaat, devlet örgütlenmeleri çerçevesinde bir giriş denemesinde bulunmuşlardır."



"Merdiven yolların kaç basamaktan oluştuğundan, kemer kavislerinin açı derinliğinden, çatıların hangi kurşun levhalarla kaplandığından söz edebilirim sana; ama şimdiden biliyorum, hiçbir şey söylememiş olacağım sonunda. Zira bir kenti kent yapan şey bunlar değil, kapladığı alanın ölçüleri ile geçmişinde olup bitenler arasındaki ilişkidir: Bir sokak lambasının yerden yüksekliği ve orada idam edilen zorbanın sallanan ayakları ile yer arasındaki uzaklıktır; o lambadan karşı parmaklığa gerilen ip ve kraliçenin düğün alayının geçeceği güzergâhı süsleyen festonlardır; parmaklığın yüksekliği ve şafakta onun üzerinden atlayıp kaçan gizli sevgilinin sıçrayışıdır; bir saçağın eğimi ve aynı pencereye süzülen bir kedinin o saçak üzerinde koyarcasına yürüyüşüdür..."

ltalo Calvino

"Değişim her şeyi değişime zorlar ve değiştikten sonra değişmez bir hal alır."
Narsai, Süryani Düşünürü, V. Yüzyıl

ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR

Kent tarihi yazmak, aslında bir "mekân tarihi" yazmanın ötesinde, bu mekânla bağlar kuran insanın kültürel, toplumsal, ekonomik çeşitliliğini ve örgütlenişini; o mekânın oluşumunda temel belirleyici olan bu değişkenlerin başka kentlerle benzerlik ve farklılıklarını, ele alman mekânın diğer mekânlarla birlikte daha üst boyutlardaki örgütlenişini, kademelenişini yazmaktır.

Tarih, sürekliliklerin ve kopuşların ya da tedrici değişmelerin sahnesidir. Mardin kenti çok uzun bir zamandır tarihin bu aksiyomuna direnerek, mekânın dönüşümü bakımından "pek değişmeden" yakın zamanlara kadar gelebilmiştir. Bugünkü Mardin, yani "eski" Mardin kent yapısı, mahalleler, mimari doku açısından neredeyse sekiz yüz yıl önce, Artuklular zamanında kazandığı nihai yapısını esas olarak korumuş, aradan geçen uzun yüzyılların getirdiği katkılar bu yapıda, onu fazlaca dönüştürmeden eklemlenmenin dışında, çok köklü bir değişikliğe yol açmamıştır. Mardin örneğinde, akan zamanın adeta dışında, kendi iç ahengi ve dinamiğiyle bugüne uzanan tarihsel süreklilik, yalnızca kentin fiziki yapısında kendini göstermemektedir; benzer olguyu kültürel boyutta da takip etmek mümkündür. Tarihsel olarak Hıristiyan, Arap, Kürt ve Türk unsurların birlikte oluşturduğu ve yine kendi doğal akışında yaşattığı bir çeşit kozmopolit kültürel yapı, her ne kadar bu unsurların bir kısmı artık "yok" ise de, günümüze ulaşabilmiştir. Mardin kentinde, bugün hemen herkes üç dil konuşabilmekte, yüzyıllardır gündelik yaşamın ortak dili olan Arapça, son on yıldan bu yana yerini Kürtçeye bırakmaktadır. Mardin halkı, patlıcana "Abdülhamid meyvesi", paraya "Abbasi", Türk'e "Rumi", eski Bağdat'ı kuşatmaya giden Osmanlı ordusunun geçtiği yola "tarik-i mehter", şehri kuşatan Timur ordusunun karargâhının yerleştiği ve Kâsımiye Medresesi'ne bakan tepeye "Timur Tepesi", yaylak-kışlak yollarında Türkmen aşiretlerinin geçtiği yola "Türkmen Deresi", çarşılara "sûk" demeye devam etmektedir. Bütün bunlar, tarihsel sürekliliğin ve kentin iç dinamiklerinin gücünü gösteren küçük örnekler olarak görülebilir.

Ya kopuşlar? Son bin yılının tarihine bakıldığında, tarihsel kopuş olarak nitelendirilebilecek olay ya da olgular, yukarıda anılan türden sürekliliklerin yanında, daha "önemsiz" olmamakla birlikte, daha sınırlı kalmaktadır. Mardin kentinin ve çevresinin şahit olduğu, tarihsel kopuşu simgeleyen en önemli olaylar, hemen hemen tamamen son yüzyıla sıkışmıştır. Mardin'in asırlarca asli unsurlanndan birini oluşturan Ermeni nüfusun trajedisi iyi bilinmektedir; onlarla birlikte kentin bir uzvu, dolayısıyla da tarihin bir parçası, bir daha geri gelmemecesine "yitmiştir". Tarihin en eski Hıristiyan topluluğu olan Süryanilerden, Mardin merkezinde yalnız otuz-kırk aile kalmıştır. Manastırlar ve kiliseler öksüz durmaktadır. Mardin, sadece en eski Hıristiyanların değil; ilk Hıristiyan heterodokslannın da ortaya çıktığı coğrafyada yer almaktadır ve bugün artık hiç Nasturi kalmamıştır. Tükenen Yahudiler ve Şemsilerin yanında, sadece birkaç köyde Yezidi nüfus kalmıştır.
Kentin, yine bu dönemde büyük ölçüde yitirmiş göründüğü, "tarihsel" unsurlanndan birisi de köklü aileleridir. Uzunca bir dönem kentin kaderine damgasını vuran Milliler, aynı şekilde tarihsel Mardin'in "mütemmim cüz"lerinden Munganlar ve daha birçokları gibi. Bu ailelerin bir kısmı, bugün yalnızca silik birer "anı" olarak hatırlanırken çoğu, zamana inat, hâlâ Mardin'i terk etmeyen birkaç mensubuyla "kopuş"a direnmektedir.

Süreklilikleri ve kopuşlanyla bir kentin tarihi, yalnızca kente sıkışarak yazılabilir mi? Bunun yanıtını yine tarihin kendisi vermektedir. Yukanda bir kısmına değinilen özgün yapısıyla Mardin, ait olduğu hatta bir neticesi olduğu daha büyük bir "kozmos"un parçasıdır; adeta o büyük evrenin bir küçük örneği, bir mikrokozmosudur. O halde, bu kentin tarihini yazmak, aynı zamanda onun yakın çevresinin de tarihini yazmaktır. Bu çevre, tarihin çeşitli evrelerinde genişleyebilir, daralabilir, hatta kent bakımından zamanla etkisizleşebilir; ama kent tarihi yazımı açısından ihmal edilemez. Kaldı ki, eğer tarihi yazılan kent, tarımın çeşitli türlerine has bir ekonominin ve bu ekonominin etkisinde bir toplumsal ve kültürel yapının ürünüyse, bu kırsalın önemi bir kat daha artar. Bu çalışma, bu anlamda, yalnızca Mardin kent merkeziyle sınırlı değildir; Mardin'in organik bir parçası olduğu yakın çevresinin de tarihidir.

Öte yandan, bir kentin tarihini yazabilmek, o kenti tam da "o" kent yapan havayı uzun uzun ve "içerden" soluyabilmekle yakından ilgilidir. Tarihi yazan açısından oralı olmak hiçbir zaman mümkün olmayacaksa da, oralı olanlar için "yakın" bir tanıdık olabilmeyi başarabilmek önemli ve gereklidir. Bu çalışma için ayrılan zaman, ne yazık ki bütün bunlar için yeterli olmaktan uzaktı; ulaşılabilecek yazılı kaynakların tamamını hakkıyla inceleyebilmek, araştırma konusu olan tarihsel zamanlardaki ekonomik, toplumsal ve kültürel yapı ya da yapıların, başta yazarlar olmak üzere, herkesi tatmin edecek bir çözümlemesini yapabilmek, çok daha uzun süreli bir çalışmayı gerektiriyordu. Bu çalışmanın kısıtlı süresi içinde, her ne kadar bir bütün olarak Mardin'i "anlayabilmek" için yoğun çaba sarf edilmişse de, ortaya çıkan ürünün bu noktadaki başansı ya da başarısızlığı şüphesiz ki tartışmaya açıktır.

Bir kent tarihi yazmanın, üstelik uzun bir tarihi kendi özgün rengini kaybetmeden kaleme almanın gereklilikleri ve zorlukları ile ilgili bu değerlendirmelerin dışında, kent tarihi yazımının kuramsal boyutları olduğu da bir gerçektir. Türkiye'de kent tarihçiliğinin çok gelişmiş bir alan olduğunu söylemek güç olduğu gibi, bu türden bir çalışmanın kolayca ilişkilendirilebileceği, anlamlı bir bağlamda birbirini besleyebileceği zengin ve iyi işlenmiş bir kuramsal çerçevenin de oluştuğunu ileri sürmek kolay değildir. Türkiye'de, sınırlı kent tarihçiliği örneklerinin çok büyük bir bölümünün amatör heyecanlarla, yaşadığı yörenin ya da kentin kültürel yaşamına yapılmaya çalışılan mütevazı ama renkli yerel katkılarla, akademik tarihçiliğin yine oldukça sınırlı, belli türden arşiv kaynaklarına dayalı, kısa dönemleri ele alan ve genellikle 'uzman' okuyucuya hitap eden çalışmalarından oluştuğu rahatlıkla ileri sürülebilir.

Her iki türün erken örneklerini, 19. yüzyıla kadar geri götürmek mümkündür; bunların bir ayağı, örneğin, bu çalışmanın konusu Mardin'in tarihiyle ilgili olarak Abdüsselam Efendi'nin Arapça kaleme aldığı Ümmü'l İber'i ile büyük ölçüde ondan yararlanan Abdülgani Efendi'nin Mardin Tarihi gibi el yazmalarıyla, Hüseyin Hüsameddin'in bir kısmı basılmış meşhur Amasya Tarihi türünden çalışmalara uzanmaktadır. Diğer ayağı ise, yine yüzyıl başlarının belli tür arşiv malzemesine dayalı sınırlı çalışmalarıyla, yeni Cumhuriyetin yarattığı heyecan ve kimlik arayışları içinde, özellikle 1930'lar ve 40'larda ivme kazanan halkevi etkinlikleri çerçevesinde kaleme alınan yan amatör tarih araştırmalarına eklemlenmektedir. Esas olarak bu gelenek üzerinde kurulan, ancak Cumhuriyet döneminin öncü tarihçilerinin kısmen akademik alana taşıdıkları kent ya da bölge tarihçiliğinin, 1960'lardan itibaren akademik tarihçiliğin gündeminde daha ağırlıklı bir yer edinmesine rağmen, özellikle 1980'lerden bu yana bu çerçevede yapılan araştırmaların yalnızca içerik açısından değil, yöntemsel ve kuramsal bakımdan da eleştiriye açık olduğu bir gerçektir.

Bunlar bir yana, son otuz yılda Türkiye'de kent ya da bölge tarihçiliğine en önemli katkı, daha geniş ve karşılaştırmalı bir malzeme üzerinde çalışan, sosyal bilimlerin kavramsal ve kuramsal çerçevelerine aşina ya da bunları kullanan, olgusal-ampirik araştırmalardan gelmiştir. Özer Ergenç'in Ankara ve Konya'sı (Ankara, 1995), Necmi Ülker'in henüz basılmamış The Rise of İzmir'i (Michigan, 1974), Robert Mantran'ın XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul'u (İstanbul, 1990; 1991) ve Heath Lowry'nin Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesinden (İstanbul, 1981; 1999), Suraiya Faroqhi'nin bir dizi çalışması arasında özellikle Osmanlı'da Kentler ve Kentlilerine (İstanbul, 1993), Andre "Raymond'un Osmanlı Döneminde Arap Kentleri'nden (İstanbul, 1995), The Ottoman City and Its Parts (New York, 1991) ya da Doğu Akdeniz'de Liman Kentleri (İstanbul, 1994) gibi derlemelere kadar uzanan çalışmalar, her şeyden önce, özellikle zengin Osmanlı arşiv malzemeşinin sağladığı geniş potansiyeli göstermesi açısından önemlidir. Kent odaklı bu çalışmaların yanı sıra, daha geniş boyutlu, kırsal artalanıyla birlikte bir yöreyi ele alan Nejat Göyünç'ün Mardin Tarihi'nden (İstanbul 1969; Ankara, 1991) Bahaeddin Yediyıldız'ın Ordu Kazası Sosyal Tarihi'ne (Ankara, 1985), Feridun Emecenin XVI. Asırda Manisa Kazası'ndan (Ankara, 1989) Mehmet Öz'ün XV. - XVI. yüzyıllarda Canik Sancağı'na (Ankara, 1999), artan sayıda bölge araştırması, bu zenginliğin diğer boyutlarını göz önüne sermektedir.

Asıl olarak, bu olgusal tarih araştırmalarından ve fakat bir yandan da sosyoloji, kent planlama ve mimari, arkeoloji ve sanat tarihinden beslenen kent tarihçiliğinin metodolojik ve kuramsal boyutları, Türkiye'de çok daha sınırlı bir biçimde ele alınmakta ve tartışılmaktadır. Her ne kadar daha erken dönemlerden başlasa da, özellikle 1960'lardan itibaren, bilim çevrelerinde daha artan bir katılımla canlanan, genel olarak İslam ve Ortadoğu dünyası üzerinden Osmanlı kentlerinin genel karakteristiklerine, ayıncı ve benzer özelliklerine uzanan tartışmalar İra Lapidus'tan Albert Hourani'ye, oradan Andre Raymond'a, birçok ismin katkısıyla giderek zenginleşmiş bir literatürü doğurmuştur.

Bu tartışmalarda, bir yandan "İslam kenti" ve "Ortadoğu kenti" gibi kavramsallaştırmalar ortaya çıkmış, ardından "Türk-İslam" ya da "Osmanlı kenti" gibi tanımlamalar da tartışmaya eklemlenmiştir. Bunun yanı sıra, büyük ölçüde Marksist gelenekten beslenen "sanayi-öncesi kenti" ya da Marshal Hodgson'un önerdiği "agrarianated city" (tanmsal alanla bütünleşmiş kent) kavramları, bütün diğer tanımlara daha geniş bir ekonomik-sosyolojik çerçeve oluşturmaya devam etmiştir. Bu yaklaşımlanrı her birinin izini, örtük ya da açık bir biçimde, yukarıda anılan çalışmalarda bulmak mümkündür. Son yıllarda, Türkiye'de kent tarihçiliği tartışmaları, bu kavramsal düzlemlerin genel çerçevesinde, bir yandan yukarıda anılan, genellikle Osmanlı dönemi ağırlıklı akademik çalışmaların kullandıkları arşiv malzemesinin ortaya koyduğu sorunlar bağlamında, karşılaşılan teknik ve metodolojik problemler üzerinde ya da yapısal-kurumsal çerçeve ile mimari-mekânsal analiz boyutunda yoğunlaşmış gözükmektedir.

Elinizdeki kitap, bütün bu bilgi birikimi, kavramsal çerçeve ve farklı analiz yöntemlerinin sunduğu olanakların farkında olan, fakat hiçbirini tek başına doğrudan çıkış noktası olarak ele almayan bir çalışmadır. Belki, kimilerince büyük bir handikap olarak değerlendirilecek bu özelliği, büyük ölçüde çalışmanın kapsamı ve sürenin kısıtlılığından kaynaklanan, zorunlulukların dayattığı tercihlerin sonucudur. Her şeyden önce, yukarıda anılan örneklere rağmen, genelde oldukça sınırlı bir kent tarihçiliği geleneği ortamında ve ciddi ikincil araştırmaların bile oldukça yetersiz kaldığı, bazen hiç bulunmadığı bir alanda "en erken zamanlardan bugüne" tarzında bir kent tarihi yazmaya kalkışmanın pek "akıl kârı" bir iş olmadığı teslim edilmelidir. Böyle bir araştırmanın olgusal malzemesi, arkeolojik buluntulardan mimari özelliklere, tarihsel-coğrafyadan ekonomi-politiğe, kütüphanelerdeki basılı ya da el yazması birincil ve ikincil kaynaklardan özellikle Osmanlı arşivlerindeki bir kısmı el değmemiş malzemeye ve nihayet etnik-etnolojik-sosyolojik alan araştırmasından sözlü tarih malzemesine oldukça kapsamlı ve çeşitlilik arz eden bir alana yayılmaktadır. Bu çalışmada en kapsamlı araştırmalar, anılan malzemelerden göreli olarak en rahat ulaşılabilir ve kısıtlı sürede en kolay değerlendirilebilir olanlar üzerinde yürütülmüştür. Bunlar arasında, bütün bu alanlardaki mevcut bilgi birikimini içeren ikincil kaynaklar ya da seyahatnameler, salnameler, periyodikler gibi basılı birincil kaynakları içeren kütüphane araştırması gelmektedir. Ardından, çalışmanın son bölümlerinde de görüleceği gibi, yaşayan tanıklıkları içeren sözlü tarih yer almaktadır.

Çalışmanın değişik bölümlerinde değerlendirilen arşiv malzemesi ise, Osmanlı arşivlerinin potansiyel olarak sunduğunun oldukça mütevazı bir kısmından ibarettir; kullanılanlar da, birkaç istisna dışında, oldukça sınırlı ve yüzeysel bir değerlendirmeye tabi tutulabilmiş, çoğunlukla da çalışmaya yer yer olgusal zenginlik ve bir bakıma bir "çeşni" katmaktan öteye gidememiştir. Bu bağlamda, yaklaşık dört yüz yıllık bir dönemin en azından üçte ikilik bir kısmını kapsayan ve Osmanlı dönemi kent tarihinin belki de en önemli arşiv kaynağını oluşturan Mardin seriye sicilleri, bilinçli olarak dışarıda tutulmuş; çok sınırlı bir tarama dışında bu çalışmada kullanılmamıştır. Uzmanları bilirler ki, mevcut olduğu halde kentin iç dinamiklerini, toplumsal yaşamın ayrıtilarını sunan bu zengin kaynağın kullanılmadığı bir kent tarihi, büyük bir kısmı eksik kalmış; kuru bir bedeni çevreleyen 'sıska' bir et yığınından ibaret, adeta 'cansız' bir kent tarihidir. Bunun bilincinde olan yazarlar, sınırlı zamanı en etkin şekilde kullanmak için daha baştan, bu çalışmada en genel hatları ile kentin ve çevresinin yerel dinamikleri ile İstanbul'la ilişkisinin evrimi ekseninde bir Mardin tarihi çıkarmakla yetinmek, bu amaçla da ağırlığı Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nin değişik kısımlarındaki çeşitli belge koleksiyonlarına vermek yönünde bir tercih yapmak zorunda kalmışlardır.

Bununla birlikte, alt başlığından da anlaşılacağı gibi, çalışmanın bir ana ekseni mevcuttur; tarihsel gerçekliğin çok boyutluluğu ve zenginliğini tek bir eksen etrafında cimrice sunulmuş bir metne indirgememeye özellikle özen göstermemize rağmen, çalışmanın bütününde, bölge merkezli bir aşiret-cemaat-devlet ilişkisinin, bazen açık bazen örtük öne çıktığı görülecektir. Özellikle Osmanlı döneminden itibaren daha bariz kendini gösteren bu eksenin, Mardin tarihini bugüne bağlayan anlamlı bir izlek sunduğunu düşünüyoruz. Çalışmada, bu izlek mümkün olduğunca kolay takip edilebilir şekilde, aynı zamanda bütün zenginliği ve boyutlarıyla ortaya serilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak hedeflenen, kullanılabilen birincil kaynaklarla ancak ete-kemiğe büründürülebilen Mardin tarihinin, belli çizgileriyle bir silik fotoğrafını çıkarabilmek, onun bize gösterdiği kadarıyla kentin ve yörenin 'ruhu'nu aksettirebilmekten ibarettir. Bu silik fotoğrafı canlandırmak, belki de sakladığı daha farklı bir gerçeği ortaya çıkarmak, Osmanlı arşivleri ile söz konusu sicillerin sunduğu labirent içinde yapılacak daha uzun bir yolculukla mümkün olabilecektir.

Bu yönüyle elinizdeki kitap, her boyutuyla orijinal, yeni bilgilerin eksiksiz ortaya konduğu bir çalışma olmaktan ziyade, yazarlarının ve araştırmacılarının değişik uzmanlık alanlarının, sınırlı tecrübe birikiminin, mevcut sınırlar ve koşullar içinde gerçekleştirilebilen maksimum bir sentezi niteliğindedir. Bu yönden, eğer bir katkısı ve bir yeniliği varsa, bu birliktelikte, bu ekip çalışmasında ve nihayet ortaya çıkan ürünün bu kapsamı ve niteliğinde aranmalıdır. Bu haliyle ortaya çıkan, Mardin'in "bitirilmiş" tarihi değil, bundan sonra yapılacak daha derinlikli ve sınırlı çalışmalara genel çerçeve sunan bir "giriş"ten ibarettir ve bu gözle okunmalıdır.

Mardin'in, Anadolu'nun birçok kenti gibi sahip olduğu zengin etnik ve dinsel yapısı, gerek araştırma gerekse yazım aşamasında, birtakım güçlükleri de beraberinde getirmiştir. Bunların en başta geleni, dil sorunudur. Yukarıda da değinildiği gibi Mardin, tarih boyunca Arapça, Süryanice (Turoyo), Kürtçe, Ermenice, Türkçe ve hatta Yunancanın yazılıp konuşulduğu ve bugün de bunlardan birkaçının konuşulmakta olduğu bir bölgedir. Hıristiyan grupların yanı sıra, Museviler ve Yezidilerle Şemsiler de bölgenin sakinleri olmuşlardır. Yirminci yüzyıl boyunca, hızla Müslümanlaşmış olsa da, bu dinlerin kente sinmiş etkisi her adımda hissedilebilmekte, görülebilmektedir.

Bu yüzyıl boyunca, bölgeden önce İstanbul'a, ardından da Türkiye dışına yönelik sürekli göçler, giden grupların birçok bilgiyi ve belgeyi de yanlarında götürmelerine, bazı kütüphanelerin kaybolmasına ya da tahrip edilmesine neden olmuştur. Bölgenin ve kentin yerleşik halklarından Süryaniler, Ermeniler ve Yezidiler hakkındaki çalışmalar, daha çok Türkiye dışında yapılmaktadır. ABD'deki Ermeni cemaati ve İsveç'teki Süryani cemaati ile son anlarda ilişki kurulabilmiş, karşılaşılan yakın ilgiye rağmen, zamanın sınırlı oluşundan dolayı bu kanallardan ulaşılabilen ve kullanılabilen kaynaklar sınırlı kalmıştır.

Yazılı kaynaklarda bulunmayan, ancak toplumsal hafızada yer tutan bilgileri ve tanıklıkları derlemek amacıyla, gerçekleştirilmesi düşünülen sözlü tarih çalışmasına ilişkin, daha başta iki seçenekle karşı karşıya kalınmıştı: Ya tanıklıklarına başvurulacak kişilerle görüşme yapılmadan önce, taslak da olsa, yazılı kaynaklardan yapılan araştırmada, boşlukta kalan konuların öne çıkarılacağı bir soru listesi oluşturulması ve görüşmenin bu sorular çerçevesinde yapılması ya da toplumsal hafızaya müdahaleden kaçınılarak mümkün olan en az ve olmazsa olmaz sorularla yetinilmesi, hatta hiç soru sorulmaması. Mardin'in ve yakın tarihinin tanığı olmuş çeşitli kişilerle yürütülen sözlü tarih sürecinde, büyük ölçüde bu ikinci yol izlenmiş, önceden hazırlanmış bazı soruların ise "toplumsal hafıza"nın çok uzağında ya da tamamen dışında kaldığı ortaya çıkmıştır. Bu deneyim, Mardin çalışması vesilesiyle bir kaynak derleme tekniği olarak sözlü tarihe ilişkin bir terim uydurmamıza olanak vermiştir: "Kayıt dışı sözlü tarih". Anlatıcılar, çoğu zaman ses kayıt cihazının açılmasını kabul etmemiş, kabul edenlerin de bir bölümü zaman zaman cihazın kapatılmasını istemişlerdir.
Bu bağlamda, en azından değinme gereği duyduğumuz son bir nokta ise, okunduğunda da görüleceği gibi, çalışmada en "mesafeli" durulan zaman diliminin, bugüne en yakın olan 1960 sonrası oluşudur. Araştırmacı ve yazarlann tamamının kişisel tarihiyle şu ya da bu ölçüde çakışan bu dönem, göreli de olsa, öznelliğin etkisinin en çok görülebileceği dönem olduğundan, söz konusu mesafe tercihten öte, böyle bir araştırma için bir zorunluluk olmuştur.

Türkiye Toplumsal ve Ekonomik Tarih Vakfı tarafından Suavi Aydın, Kudret Emiroğlu ve Oktay Özel'den oluşan ekibe Ağustos 1998'den başlamak üzere önerilen bu çalışmaya süreç içinde değişik alanlardaki uzmanlıklarıyla Süha Unsal, Nejdet Gök ve Mehmet Çelik araştırmacı olarak katılmışlardır. Mehmet Çelik'ten beklenen katkı maalesef gerçekleşememiş, Süha Ünsal'ın görevi ise öngörülen sınırların dışına taşmış, baştan beri sürdürdüğü sözlü tarih ve kütüphane süreli yayın tarama çalışmalarına, metnin yazımına katkı da eklenmiş; böylece Unsal, çalışmanın yazarları arasına katılmıştır. Kitapta yer alan ve altında kaynak belirtilmeyen haritalar Suavi Aydın tarafından üretilmiştir. Çalışmanın yazım sonrası danışmanlığını ise değerli eleştiri ve katkılanyla Uygur Kocabaşoğlu ve İlhan Tekeli yapmışlardır.

Elinizdeki çalışmanın, ortaya çıkış süreci ve niteliğiyle ilgili, okuyucunun önceden bilmesi gerektiğini düşündüğümüz bu noktaların belirtilmesi sırasında da görüldüğü gibi, bu araştırma boyunca, birçok kişi ve kurumun desteği, katkısı ve yardımına başvurulmuştur. Öncelikle, kullanılan bilgi ve belgelerin birçoğuna ulaşılması ve kullanılması sürecindeki anlayış ve yardımları için başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi (İstanbul), Cumhuriyet Arşivi (Ankara), Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadime Arşivi (Ankara), Milli Kütüphane (Ankara), Kebikeç İhtisas Kütüphanesi (Ankara), İl Halk Kütüphanesi (Mardin) ve nihayet Tarih Vakfı (İstanbul) yetkililerine ve çalışanlarına teşekkürlerimizi iletiyoruz. Bu vesileyle, İstanbul ve Ankara'daki arşiv çalışmasının çok büyük bir kısmını üstlenen ve yürüten Dr. Nejdet Gök ile, Kuyud-ı Kadime Arşivi'ndeki tahrir defterlerinin kullanılabilmesinde yardımcı olan Dr. Yılmaz Kurt'a böyle bir araştırmada gösterdikleri "meslektaş" dayanışması için; Tarih Vakfı'ndan Aylin Örnek ve Bergüzar Sanciş'e sağladıklan koordinasyon ve iletişim hizmetindeki nezaket, anlayış ve sabırları için ve kitabın yayım hazırlığına özel katkılarından dolayı Berna Akkızal, Nihal Boztekin, Şöhret Kumcu ve İlhami Mısırlıoğlu'na şükranlanmızı sunuyoruz.

Aynı şekilde, araştırmanın değişik aşamalannda, yayın taramadan çeviriye kadar uzanan çeşitli konularda karşılıksız sıcak destek ve yardımlarını esirgemeyen Esra Danacıoğlu, Ahmet Yüksel, Ömer Türkoğlu, Ethem Coşkun, Ümit Uzmay, Handan Aydın, Elif Keser, Erdal Keser, Derya Yalcıklı, Zehra Yılmazer, Elif Yardımcı, Sibel Özbudun ve Nurten Canbeyoğlu'na, yurtdışındaki bazı kaynaklara ulaşmamızı sağlayan Jak den Exter, Fehmi Bargello, Yakub Bilge, Muzaffer Baytürk, Raffi Kojian, George Aghjayan, Frank Fokke Fenverda, Ruth Alexander ve özellikle Dr. Hilmar Kaiser ve Ara Sarafian'a içten teşekkür ve şükranlanmızı sunuyoruz. Kısıtlı süre içinde bu çalışma ortaya çıkabildiyse, bu, çok büyük ölçüde onların katkısıyla mümkün olabilmiştir.

Mardin Tarihi kitabı, her ne kadar çalışmaların büyük bir kısmı Ankara ve İstanbul'da yürütülmüşse de, Mardin'den tamamen uzakta yazılmadı. Araştırmanın değişik aşamalarında, gerek kütüphane gerekse saha ve sözlü tarih çalışması için kısa dönemli de olsa Mardin'e gidildi, "Mardinlilerle tanışıldı, sohbetlerde ve bilgi alışverişinde bulunuldu, mütevazı da olsa, yörenin belli başlı mekânları ve coğrafyaları, "kültür adacıkları" görüldü. Sanki, Mardin'in zengin kültürel haritasının gündelik hayatın ritmi içinde, kendi iç armonisiyle nasıl işlediğini bizlere göstermek istercesine, aynı döneme denk gelen ramazan günleri ve Noel kutlamalarıyla, Mardin'in "ruhu"na yakınlaşılmaya çalışıldı. Koltuklarının altına sıkıştırdıkları sıcak pide ekmekleriyle iftara yetişmek üzere telaşla koşuşturdukları ve ezan sesiyle boşalan dar Mardin sokaklarının etkileyici gün batımıyla, Mardin Kırklar ya da Midyat Mar Şmuni Kilisesi'nde sabah alacalığında başlayan, "tıpkı bir Müslüman bayramı gibi" devam eden Süryani Noel ayinini aynı günlerde "idrak" etmenin biraz hüzünlü biraz buruk tadına, birçok Mardinlinin sıcak ilgi ve desteği eşlik etti. Kentte ve bölgede, çalışmamızı kolaylaştıran tutumlarıyla Mardin Valiliği ve Belediyesi'ne, Hava Radar Mevkii Komutanı Binbaşı Ozan Ozansoy'a, bilgi ve destek için kendilerine başvurulan Mardin Vilayeti İl Planlama Müdürlüğü'nden İkbal Orundaş'a teşekkür ediyoruz. Sanayi ve Ticaret Odası, Nüfus Müdürlüğü, İl Halk Kütüphanesi ile Arkeoloji Müzesi müdür ve çalışanları, muhtemel bürokratik engelleri ortadan kaldırarak yardım ve destek verdiler. Kendilerine teşekkür borçluyuz. Bu ortamda, bilgi ve görüşlerine başvurduğumuz Kırklar Kilisesi Papazı Gabriel Akyüz'e, Tur Abdin Metropoliti Sayın Samuel Aktaş'a ve Deyrulumur Manastırı idari görevlisi Sayın Yusuf Bektaş'a, Deyrüzzaferan Manastırı Başrahibi Sayın İbrahim Türker ve Rahip Gabriel Akort'a gösterdikleri yakın ilgi ve misafirperverlik için içten teşekkürlerimizi ve şükranlanmızı sunuyoruz. Mardin ziyaretlerinde, esirgemedikleri ilgi ve yardımları için Veli Murat Erdoğan, Fevzi Önal, Hakan Mungan ve Ata Kanayran'a teşekkür ediyoruz. Aynca, araştırmanın başından sonuna kadar, bizlerin Mardin'deki "ayağı" olarak her türlü yardımı sağlayan, zor koşullarda derlediği yöresel hikâye ve masalları aktararak Mardin'i kavramamızı kolaylaştıran Necmi Cınk'a ve sözlü tarih çalışmamıza yaptığı katkı ile Neval Erdoğan'a, ilk kez ortaya çıkarmaya çalıştığımız haritaların kaliteli olarak sunulmasına katkısı için Harita Mühendisi İskender İğdır'a* ve Atlas Dergisi'ne, kitabın görsel zenginliği için çaba gösteren dostlarımıza, fotoğraf veren ailelere, fikir ve fotoğraf desteği için Bünyad Dinç'e, gösterdikleri anlayış ve dostluk için bilhassa şükranlanmızı sunuyoruz.

Araştırma süresince, özel bir önem verilen sözlü tarih çalışması için İstanbul, Ankara ve Mardin'de yaşayan birçok "Mardinli" şahsiyetle ilişki kuruldu. Ankara Marevin yönetici ve üyelerine, ayrıca Sayın Tahsin Milli, İbrahim Aysoy, Faruk Mungan, Şerafettin Elçi, Ayten Demir, Cemil Olgaç, Talat Oğuz, Halil Avuka, İzzet Avuka, Fazıl İlhan, Nejat Eldem, Yahya Özyardımcı, Muhittin Özyardımcı, Abdülfettah Șatana, merhum Abdullah Cizre, Hacı Selim Yardımcı, Sabir Yardımcı, Elize Donat, İlye Kırılmaz kendileriyle görüşme önerimizi kabul ederek katkılarını esirgemediler. Her birine tek tek teşekkür ediyor, saygılanmızı sunuyoruz.

Çalışmamızın başından itibaren, sadece özel arşivini ve kütüphanesini açmakla kalmayan, gösterdiği büyük ilgi ve duyduğu heyecanla her sorumuzu özenle ve samimiyetle cevaplandıran Tomas Çerme ve eşi Vartanuş Çerme olmasaydı, bu kitap oldukça eksik kalacaktı. Kendilerine duyduğumuz şükran, herhangi bir teşekkürle ödenemeyecek kadar büyüktür.

Kitabın metnini okuyarak bize düşüncelerini iletenlerin ve daha adını anamadığımız sayısız Mardinlinin, dolaylı dolaysız yardımlarını gördük; hepsine tek tek teşekkür ediyoruz. Bütün bu yardım ve desteğe rağmen, çalışmanın tüm sorumluluğu, elbette ki yazarlarına aittir.

Suavi Aydın - Kudret Emiroğlu
Oktay Özel - Süha Unsal
Nisan 1999, Ankara

*Bu çalışma yayıma hazırlandığı sıralarda iskender İğdır'ı, Ağn Dağı'na tırmanırken başına gelen bir kazada kaybettik, iskender İğdır, kendi deyişiyle "yaşam ue ölüm arasındaki ince çizgi"yi Ağrı'nın doruklarında geçti. Ölüm, yine kazandı. Kendisini saygıyla anıyoruz.



I. Bölüm

Çevre ve İnsan

"Amcamoğlu buradayım
otların gürültüsüne, taşların tarihine bak
Mezopotamya'dayım "

Murathan Mungan


Mardin yöresi, tarih öncesinde ve tarih çağlarında, coğrafi bakımdan önemli ticari ve kültürel ilişki ağlarının kavuşma noktasında bulunmuş bir merkezdir. Tarihinin önemli bir kısmı, bazen Mardin kentinin kendisi, bazen çok yakınındaki Nusaybin olarak, kuzeyde Karadeniz kıyılarına ve Kafkasya'ya uzanan, güneyde Basra Körfezi'ne ve Doğu Akdeniz kıyılanna varan ticaret yollarının ve kültürel alışverişin gerçekleştiği hatların bağlantı noktası konumuyla geçmiştir. En başta bölge, tarımın doğduğu "Verimli Hilal" olarak adlandırılan bölgenin içindedir. Mardin çevresi, "Verimli Hilal" içinde neolitik ve kalkolitik kültürlerin geliştiği en önemli yörelerden birisidir. İlkçağlardan bugüne kadar da kuzey-güney ve doğu-batı kültür ilişkisinin kavuştuğu, hatta bu coğrafi yönlerin temsil ettiği kültürlerin birbirine karıştığı yer olmuştur.
Bunun en önemli nedeni, Mardin'in ve içinde bulunduğu Tur Abdin* bölgesinin coğrafi konumudur. Güneyde alabildiğine uzanan Mezopotamya ovası ile kuzeydeki Diyarbakır düzlüğü arasındaki tek geçiş noktası Mardin Eşiği üzerindendir.** Mardin Eşiği adı verilen, diğer adıyla Tûr Abdin bölgesi, Yukarı Dicle havzasının oluşturduğu ovalık alanla güneyde, doğudan Dicle ile sınırlanan Mezopotamya ovası arasında yüksek bir plato sekisi oluşturmaktadır. Doğuda Dicle'nin sarp yamaçları ve onun hemen doğu kıyısından başlayan Zagros dağ sistemi, tek geçiş alanı olarak bu sekiyi bırakmıştır. Bu seki üzerinde, bir taraftan Diyarbakır'dan Nusaybin'e, oradan da Musul'a giden tarihi yolu denetleyen, diğer yandan Cizre ve Nusaybin üzerinden gelen ve Urfa-Harran ile Halep'e uzanan, doğu-batı aksını stratejik bakımdan en mükemel ...

* Transkripsiyonu esas alan akademik metinlerde Abdîn ve 'Abdîn biçimlerinde yazılan bu sözcük, yazımda sadelik ve okunabilirliği esas alan bizim metnimizde "Abdin" biçiminde yazılacaktır.

** Mardin Eşiği ya da Mazıdağı bölgesi, Yukarı Dicle havzasıyla ve oradan Orta, Kuzey ve Doğu Anadolu ile Mezopotamya ve Suriye'yi birbirine bağlayan doğal geçitlere sahiptir. Buranın geçit olarak önemi, prehistorik çağlardan günümüze kadar sürmüştür, özellikle güneyin maden çağı uygarlıkları, prehistorik dönemlerden beri işletildiği bilmen Keban ve Ergani madeni cevher yataklarıyla bu alan üzerinden ilişki kurmuşlardır (Köroğlu 1993: 1-2).

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues