La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Yılmaz Güney'le yasaklı yıllarım


Auteur :
Éditeur : Milliyet Date & Lieu : 1994, İstanbul
Préface : Pages : 413
Traduction : ISBN : 975-506-163-0
Langue : TurcFormat : 135x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. 3972Thème : Politique

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Yılmaz Güney'le yasaklı yıllarım

Yılmaz Güney'le Yasaklı Yıllarım

Güney Film'i yönettiğim dönemde, özellikle 1978'den, "kaçırılışı"na dek geçen sürede, karşılıklı yazışmalarımız, Yılmaz'la haberleşmemizde önemli bir yer tutuyor. Bütünü içinde bu yazışmaları şöyle sınıflandırabiliriz:

a) Güney Film'e, film çalışmalarına, birlikte çıkardığımız dergi ve legal çalışmalara ilişkin mektuplar ve notlar...
b) Politik çalışma ve görüşmelere ilişkin, yarı legal ve illegal; çoğunlukla şifreli bir dille yazılmış mektuplar ve notlar...

c) "Kaçırılma" olayına ilişkin, şifreli bir dille yazılmış mektuplar ve notlar..

d) Yılmaz'ın isteklerini sıralayan (ki bunların bir kısmında günlük gereksinimlerine; bir kısmında, cezaevine silah götürülmesi ve çeşitli eylem önerileri gibi isteklerine, şifreli bir dille işaret ediyor) kısa cümlelerle madde madde yazılmış notlar...

Bir de, karşılıklı ilettiğimiz ses bantları var. Bu bantların bazıları, farklı farklı yaptığımız görüşmelerin tutanakları niteliğinde. Bir kısmı ise, Yılmaz'ın düşünce ve görüşlerini ilettiği, mektup niteliğindeki ses bantlarıdır. Söz konusu mektuplar, notlar ve ses bantlarını, koşullara ve niteliklerine göre, kimi zaman birbirimize güvenilir aracılarla iletmekteydik. Kimi zaman, cezaevindeki görüş günlerinde, birbirimize bizzat elden vermekteydik.

Sadece kendi görüşmecilerinin değil, diğer mahkûmların görüşmecilerinin de, Yılmaz'ın çevresini sarması; görüş süresinin sınırlılığı v.b. nedenlerle, aramızdaki haberleşmeyi bu yöntemle sağlamaktaydık.


GİRİŞ

Güney Film'i yönettiğim dönemde, özellikle 1978'den, "kaçırılışı"na dek geçen sürede, karşılıklı yazışmalarımız, Yılmaz'la haberleşmemizde önemli bir yer tutuyor. Bütünü içinde bu yazışmaları şöyle sınıflandırabiliriz:

a) Güney Film'e, film çalışmalarına, birlikte çıkardığımız dergi ve legal çalışmalara ilişkin mektuplar ve notlar...
b) Politik çalışma ve görüşmelere ilişkin, yarı legal ve illegal; çoğunlukla şifreli bir dille yazılmış mektuplar ve notlar...

c) "Kaçırılma" olayına ilişkin, şifreli bir dille yazılmış mektuplar ve notlar..

d) Yılmaz'ın isteklerini sıralayan (ki bunların bir kısmında günlük gereksinimlerine; bir kısmında, cezaevine silah götürülmesi ve çeşitli eylem önerileri gibi isteklerine, şifreli bir dille işaret ediyor) kısa cümlelerle madde madde yazılmış notlar...

Bir de, karşılıklı ilettiğimiz ses bantları var. Bu bantların bazıları, farklı farklı yaptığımız görüşmelerin tutanakları niteliğinde. Bir kısmı ise, Yılmaz'ın düşünce ve görüşlerini ilettiği, mektup niteliğindeki ses bantlarıdır. Söz konusu mektuplar, notlar ve ses bantlarını, koşullara ve niteliklerine göre, kimi zaman birbirimize güvenilir aracılarla iletmekteydik. Kimi zaman, cezaevindeki görüş günlerinde, birbirimize bizzat elden vermekteydik.

Sadece kendi görüşmecilerinin değil, diğer mahkûmların görüşmecilerinin de, Yılmaz'ın çevresini sarması; görüş süresinin sınırlılığı v.b. nedenlerle, aramızdaki haberleşmeyi bu yöntemle sağlamaktaydık.


Yılmaz'ın yarattığı ortamda, çoğunlukla yüz yüze görüşme olanağı bulduğumuz, kapalı cezaevinde olduğu günlerde, bir önlem olarak, konuşmalarımızı genellikle günlük sorunlarla sınırlı tutmaktaydık... Esas haberleşmemizi ise, karşılıklı birbirimize verdiğimiz mektuplar ve notlarla sağlamaktaydık. Kimisi, bir önceki yazılanlarla birbirini tamamlayan ve okunup notları alındıktan sonra yok etmemiz gereken mektuplardı.
Yılmaz'ın, yarıaçık cezaevinde olduğu dönemde, haberleşme açısından, koşullarımız biraz daha genişlemişti. Bu dönemde, kimi kez izin hakkını kullanarak, kimi kez yarattığı olanaklarla, bir günlük ya da birkaç günlük sürelerle, sık sık dışarı da çıkmaktaydı. Rahat konuşabiliyor olmamız, kapalı cezaevinde olduğu kadar mektup yazmayı da gereksiz kılıyordu. Birbirimize daha çok, dergide yayımlanmak üzere üstünde tartıştığımız yazılarımızı veriyorduk. Ortak imzamızla yayımlayacağımız yazılarımız; onun notlarını tutup benim tamamlamamı istediği yazılar; çoğunlukla benim yazdığım başyazı ve haberler gibi..

Ağustos 1980'de, benim yurtdışına çıkmamdan sonra, haberleşmemizi yine, çoğunlukla aracılarla ilettiğimiz mektuplar, notlar, ses bantları ve telefon konuşmalarıyla sağlamaya başladık. Gerek telefon konuşmalarında, gerek yazışmalarda, özellikle "kaçırılma" hazırlıkları ve politik konularda, şifreli bir dil kullanmaktaydık. Genellikle film, sanatçı, bitki, spor adları ve tanımları, bu şifrelerde önemli bir yer tutuyordu. Söz gelimi, "Sürü filminin Libya'ya satılışı ve Türkiye'ye kazandıracağımız döviz konusunda, şimdilik bir gelişme yok!" dediğimde, bu, "Kaçışa, Libya'nın maddimanevi yardımı konusunda bir ilişki kurulamadığı" anlamına geliyordu. Arnavutlar, Güney Film ürünlerinden çok, Kemal Sunal ve Ayşecik filmlerine meraklılar!" sözü, Arnavutluk yetkilileriyle yaptığım görüşmenin, "kaçış konusunda garanti vermeyen komikliğini" vurguluyordu. "Sürü'nün Fransa dağıtımı için, Paris'te yetkili bir dağıtımcıyla olumlu bir görüşmemiz oldu, haftaya yeniden görüşeceğiz!" cümlesi, "Kaçışa ilişkin istediğimiz güvenceye, Fransız yetkililerin haftaya yanıt vereceği" anlamını içeriyordu.

Yılmaz'ın, mektubundaki, "Ahmet Abi, Dağ'da bir haftalık klavuzluk yapabilecek!" cümlesi, aramızdaki "kot adı"nın "Ahmet Abi" olması nedeniyle, kendisinin dışarda olacağı günlere işaret ediyordu.

Yılmaz'ın, sakladığım mektuplarından yirmisine, (konuklarıyla ilintili olan, notları ve ses bantlarındaki konuşmalarından bazı bölümleri de ekleyerek) bu çalışma içinde yer veriyorum. En son mektubun üstünden, on yıldan fazla zaman geçmiş. Mektuplara, yazıldığı günlere ilişkin tuttuğum notlardan da yararlanarak, (bir bakima mektupların, esas olarak da Yılmaz'ın daha bütünlüklü anlaşılmasına yardımcı olabilir düşüncesiyle) "çağrışımları"nı da ekliyorum.

Onu, bütünlüğü içinde kavramak isteyenlere, bu mektuplar, Yılmaz'ın kendi içdünyası ve diş dünyayla arasındaki duygu ve düşüncelerine ilişkin, birçok ipuçları veriyor. Bana yazdığı bazı mektupları (yani, bir kismını okuduktan sonra, bir kismını Türkiye'den ayrılmadan yok ettiğim kimi mektupları) üstüne, bugün bir yorumda bulunmam anlamsızdır. Çünkü, sonuç olarak o mektuplar, belge nitelikleriyle elimizin altında değildir. Yok edilmiş olmaları, bir açıdan üzüntü verici de olsa, "kaçargöçer" yaşadığımız o günler ve o koşullarda öyle yapmamız gerekiyordu. Ve zaten birisi, onları "saklamamız gerektiği"ni söylese, ondan "şüphe" ederdik...

Özellikle 1980-81 yıllarında, Yılmaz'ın mektuplaştığı başka kişiler, yazdığı başka mektuplar var mı bilmiyorum. Varsa da, yakınlarına yazdığı bir-iki mektupla, iş ilişkisi ve cezaevi gereksinimleri nedeniyle ilettiği istek notlarından öteye geçmediğini düşünüyorum. O dönemde mektup ilişkisini benimle sürdürüyor; kimi zaman, aynı hafta içinde iki kez mektup yazdığı oluyordu.

1978-81 yılları arasında ve tümünü, kaldığı değişik cezaevlerinde yazdığı bu mektuplar, bir bakıma, çalışmaları, ilişkileri, kavgaları, umutları, umutsuzlukları, zorlukları, düşleri, düşünceleriyle, Türkiye'deki son yıllarında, Yılmaz'ın aynasıdır.

Mektupların yazıldığı döneme denk düşen yurtiçi yurtdışı olaylar ve çalışmalarımızın notlarını; mektuplarda sözü edilen konulara ilişkin (yazı, bildiri, mesaj vb) belgeleri de, mektupların daha bütünlüklü anlaşılmalarına yardımcı olacağı düşüncesiyle, "çağrışımları" bölümünde, önemli bazı noktalarıyla belirtiyorum.

Bana yazdığı mektupların bir kısmını (özellikle yakın çevresinde yaratacağı üzüntüleri ve zamanlama olarak erken olduğunu düşünerek) yayımlamaya elim varmıyor. Yayımladığım bu mektupların da, kuşkusuz ki, çeşitli çevrelerde yaratacağı üzüntüler olacaktır. Fakat bütünlüklü kavranması, Yılmaz'ın bu yanlarıyla da bilinmesini gerektiriyor. Ve ayrıca, Yılmaz hakkında "efsane yaratma" meraklıları ve kulaktan kulağa söylentilerle "çorba"ya çevrilmiş birçok konunun, açıklık kazanmasına da yardımcı olacağını düşünüyorum.

Gerek Yılmaz'ın mektupları, notları, kendi sesinden bantlar, fotoğrafları v.b. malzemeler; gerek, benim Güney Film'i yönettiğim döneme ilişkin anı ve notlarım, kendisine yazdığım bazı mektuplarımın örnekleri, o dönemde çeşitli ülkelerde yaptığım görüşme tutanakları, sözleşmeler, resmi yazışmalar, basın kupürleri, Yılmaz adına yazıp çeşitli festivallerde sunduğum mesajlar, ortak yazdığımız yazılar v.b. belgeler, orjinalleriyle arşivimdedir.
Türkiye'den ayrılmak zorunda olduğum günlerde, başta mektuplarım olmak üzere, kendilerine bıraktığım "emanetlerimi", en zor koşullarda koruyan ve sonraki yillarda bana ulaştıran arkadaşlarım Muzaffer Yıldırımlar-Nurten (Mol) Yıldınmlar'a, yeri gelmişken, tekrar teşekkür ediyorum.

Mektuplara da yansıdığı için, bir iki noktaya daha, bu ön açıklamada değinmek istiyorum:

"Yılmaz'ın kaçırılması" olayı, basında "sansasyonel ve türetilmiş uyduruk öyküler"le işlendi. Düş gücüyle türetilmiş "kaçış öyküleri"nin kiminde Yılmaz, "o taraftan onun yardımıyla", kiminde "bu taraftan bunun yardımıyla" kaçtı; kiminde "o ülkeyi geçip bu ülkeye sığındı", kiminde "şu ülkeyi geçip bu ülkeye"!
Mektuplara yansıdığı kadarıyla, bu bölümün açıklamalarında da değineceğim; fakat, "kaçırılma olayı"nı ve yurtdışı dönemini, "Film Kopmadan Az Önce/Zindandan, Sürgüne" başlıklı 2. Bölüm'de anlatacağım.

İkimizin arasında tasarlanan bu konuya ilişkin girişimler, yine ikimiz tarafından, son derece gizlilik içinde sürdürülmüştür. Değişik yıllarda ve değişik cezaevlerinde, değişik hazırlık ve girişimlerimiz söz konusu olmuştur. Belli zamanlarda, belli kişiler, yardımlarına gereksinim duyulduğu noktalarda ve yardım alanlarıyla sınırlı olarak, haberdar edilmiştir. Yılmaz'a yaşamı boyunca, her türden zorluğa karşı ve ağır koşullarda, en büyük fedakarlığı ve dayanağı sağlamış olan kişi, kuşkusuz ki eşidir. Fakat, telaşa kapılabileceği, izlenebileceği gibi kaygılar (ve tehlikeden sakınma duygusuyla karşı çıkabileceğini düşünerek) Yilmaz bu konuyu, uzun süre, eşinden de saklı tutmuştur. Kaçırılma günü görevlendirilenler bile, sürüp gelen hazırlıklar, ülkelerde götürülen görüşmeler ve ilişkiler hakkında bilgi sahibi değildi. Yılmaz'ın yakın çalışma arkadaşları ve politik çevresinden bazı kişilere de, "kendileri için önlem almaları" uyarısıyla, olaydan bir gün sonra haber verilmişti.

Birisi, Yılmaz'ın İmralı Cezaevi'ndeki döneminde olmak üzere, daha önce de benzeri hazırlıklarımız olmuş, fakat, sonuçsuz kalmıştı. Ve, yeni girişimler için, önce benim yurtdışına çıkmam gerekmişti. "Kaçırılma olayı"nın düğüm noktası, "Türkiye'den çıkabilmek" değildi çünkü. Bu, belki de en kolay yanıydı. Önümüzdeki sorun, Yılmaz'ın "adi hükümlü" olarak cezaevinde oluşu ve "Interpol bültenleri" ile arandığı zaman, "teslim edilebileceği" durumuydu. Yilmaz'la son derece hassas olduğumuz iki noktadan birisi buydu. Yani, gidilecek ülkenin yetkililerince, "teslim edilmeyeceği güvencesinin" resmen verilmesi. Ikincisi ise, riskleri ne olursa olsun, Türkiye'den çıkıp, söz konusu ülkeye varma eylemini, kendi gücümüzle sağlamak. Ilk noktaya ilişkin olarak, Türkiye'de götürdüğüm girişimlerin tıkanması nedeniyle, gerek daha üst düzeyde yeni girişimler, gerek "kaçırılma olanakları"nın yaratılması için, darbeden kısa bir süre önce yurtdışına çıktım.

"1980 Eylül Darbesi" hem bazı şeyleri zorlaştırıyor, hem bazı şeyleri kolaylaştırıyordu. Bu konuda karşımıza çıkardığı zorluk, Yılmaz'ın mektuplarında da sık sık yansıdığı gibi, "kapalı tür cezaevine götürülme durumu ve bir suikastle işini bitirme hesaplarının hızlandığı"ydı. Öte yandan, Askeri Darbe ile birlikte, "geri teslim edilmeyeceği güvencesi"ne yönelik ilişkiler, farklı bir boyut kazanıyordu.

Bir mektubunda, "Hem dişlerimizi sıkmalıyız, hem acele etmeliyiz" diye nitelediği duygusu, o dönem mektuplarına sinmiş genel duygusudur.

O dönem mektuplarında, genişçe yer tutan bir konu da, çekimleri "Bayram" adıyla yapılmış olan filmdir. Yani daha sonra Yılmaz'ın, mektuplarında da görüleceği gibi, o dönemin simgesi olarak, "Yol" adını verdiği film... Yımaz'ın yazdığı mektuplar okunurken, bu filmin hangi koşullarda, hangi zorluklarla boğuşularak ve hangi olanaklar ve ilişkilerle var edilmiş olduğu görülecektir.

Filmin, yapımından 12 yıl sonra, 1 Ekim 1993'te, Istanbul'da "özel bir gösterim"inin düzenlendiğini, gazete, dergi haberlerinden öğrendim. Yayınlara yansıdığı kadarıyla, "çok kötü" bir kopyası ve "anlamına uzak, kötü" bir düzenlemeyle...

"Yol"un, yıllar sonra da olsa, Türkiye'de de gösterilebilişini sevinçle karşılayan çevreler, gösteriyi düzenleyenlerden daha duyarlı bir yaklaşım içindeydi. Söz gelimi, "Toplumsal Dayanışma" adlı dergi, "Yol'u 12 Yıl Sonra İzledik" başlıklı yazısında, "Bu kadar zor şartlarda yapılan filmin, o zaman birçok zorluğa göğüs geren kadrosu şimdi nerededir?" diye soruyordu.. Yılmaz'ın o dönemde yazdığı mektupları ve mektuplar nedeniyle yazdığım açıklamalarda yer verdiğim ses bantlarındaki konuşmaları, konuyu gerçek anlamıyla ele alan duyarlı kesimlerin, bu türden sorularını da yanıtlayacaktır. Kuşkusuz ki gönül, 12 yıl sonra, "Yol"un, "sıla"da, sembolik anlamıyla da olsa, "zorluğuna göğüs gerenlerce" temsil edilmiş olmasını isterdi.

Yılmaz'ın mektupları nedeniyle yazdığım "çağrışımlar"ı, dosyalar dolusu belge ve dosyalar doldurabilecek anılarımızdan yer yer seçtiklerimle, elden geldiğince kısa tutmaya çalıştım. Esas olarak, Yılmaz'ın, bütünlüğü içinde anlaşılmasına yardımcı olabileceğini düşündüğüm, bazı anılarımız ve gözlemlerime de, bu açıklamalar içinde yer verdim.

Gerek Güney Film'i ve yayın organlarını yönettiğim dönemin, gerekse Yılmaz'la genel ilişkilerimizin, mektuplar, tutanaklar, ses bantları, fotoğraflar, yazılar, sözleşmeler v.b. malzemelerden oluşan arşivimdeki belgelerin orjinallerini, çalışmalarında yararlanmak isteyen arkadaşlara da sunmaya hazırım. İnanıyorum ki, yaşamımızın o dönemiyle birlikte, Yılmaz üstüne, daha kapsamlı, daha bütünlüklü çalışmalar yapacak arkadaşlar çıkacaktır..
Yıllardır benimle birlikte, o ülkeden bu ülkeye dolaşan bu mektuplar, Yılmaz'a ilişkin anılarımın bir parçasıdır. Her şeyden önce, belli çizgileriyle onun dünyasını yansıtan...


"Film Kopmadan Az Önce / Zindandan Sürgüne /

Öncesi ve Sonrasıyla Kaçırma Olayı / Firarla Başlayan Kısa Özgürlük Süreci / Geliyorum Diyen Ölümü Beklerken" başlıklarını taşıyan 2. Bölüm, esas olarak Yılmaz'ın son üç yılına ilişkin gözlem ve izlenimlerimdir. Bu üç yıl, onun tüm yaşamının bir özeti gibidir.

Adını 1980'de "Sürü" ile duyurmaya başladığı ve 1981'de "sansasyonel" bir biçimde geldiği Avrupa'da, son hızla yükseldiği "zirve"den dünyayı "zafer işareti"yle selamlamaktadır.

Son üç yılının ilk yarısında hızla yükselişi yaşayan Yılmaz, ikinci yarısında, tersini, son hızla düşüşü yaşamıştır.
1982 "Cannes zaferi" sonrasında, senaryosuna bir milyon İsviçre Frangı değer biçen Yılmaz, 1983 güzünde, koltuğunun altında parasız vermeye razı olduğu senaryosuyla, kapı kapı prodüktör aramaktadır.

"Cannes zaferi" sonrasında, kendini "insanlığın Lenin'den sonraki yol göstericisi" ilan ettiği günleri de bir başka anlamıyla "zirve anıları"dır. Toplanmaya çağırdığı "parti bayrağının altı"nda, 1983 güzünde topu topu sekiz-on kişiyle kalmıştır.

"Cannes zaferi" sonrasında, zirveye çıkmasının dayanakları olan "Sürü" ve "Yol"daki gibi, "tüm yaşamı boyunca hiçbir zaman Özgür çalışma olanağına sahip olmadığını; ilk kez özgürlük koşullarında istediği filmi istediği gibi yapabileceğini" ilan ediyordu. Bu da, tutsaklık koşullarında "Sürü ve Yol" gibi filmleri başarabilmiş bir insanın, özgürlük koşullarında yapacağı ilk filme olan merakı daha da kamçılıyordu. Dokuz milyon frank ön hesapla başlayıp, oniki milyon frank bütçeyle tamamladığı, "özgürlük koşullarının ilk filmi" aynı zamanda son filmi oluyordu. 1982 baharında, zafer işaretiyle görüntülendiği basında, 1983 baharında, "İyi film yapması için cezaevinde olması gerekir!" gibi sözlerle yorumlanıyordu..

Son üç yılının ikinci yarısında, sanat ve politik kariyerindeki düşüş hızı, amansızca canını dişleyen hastalığı da kamçılıyordu.

Öncesi ve sonrasıyla "firar"ın arka ilişkileri; çeşitli devletlerle bizzat götürdüğüm görüşmeler ve pazarlıklar; değişik süreçleriyle eylemin planlanması; "kaçırma olayı"na "efsanevi bir hava" vermek isteyen Yılmaz'ın bu amaçla hazırladığı düzmece senaryolar; zirveye tirmanış ve dibe düşüşün arka ilişkileri; cezaevi koğuşlarından saraylara, örgüt liderlerinden devlet bakanlarına uzanan görüşmeler bu bölümde yer yer değindiğim konular arasında..

13 Eylül 1974'teki, bedelini ağır ödediği "hâkim vurma olayı" nedeniyle yattığı cezaevinden, 1979 Nisan'ında yazdığı mektubunda, benden önce GF'i yöneten arkadaş için, "Cezasını verirken artık elim titremeyecek!" diyordu!

Öfkelendiğinde, kendini kontrol edemeyen Yılmaz'ın, benzeri dengesizlikleri, Yeşilçam setlerinden Avrupa stüdyolarına, Yumurtalık lokantalarından Paris'in mağazalarına dek uzanıyor..

Üstün zekâ ve kör göz üstüne yanlış tekrarlamanın aynı hizda keskinleştiği bir karakter... Kendini zirveye taşıyabilecek ilişkileri bulabilen ve "çölü geçtiği develeri düzde atlara" göz kirpmadan "kurban edebilen" bir karakter... Şefkat ve acımasızlığın, iyilik ve nankörlüğün, mertlik ve yalanın, ilkellik ve üstün yeteneğin, bölüşmecilik ve bencilliğin birbiriyle oynaştığı bir karakter..

Ve inanılmaz derecede insancıllaştığı son yılı. Kırgınlıkları gidermek için çırpındığı günler. Dimdik beklediği ölüm...

Ve, "hâkimi vurma olayı"ndan on yıl sonra, yine bir 13 Eylül günü dostları onu bu kez cezaevine değil toprağa uğurluyordu..

2 Ocak 1977'de çalıştığım Vatan Gazetesi'ndeki makalemin başlığını "1977 Yılmaz'a Özgürlük Yılı Olmalıdır!" diye koymuşum..

9 Eylül 1984'te yitirdiğimiz Yılmaz, insanlığın, gerçekten hiçbir zaman özgür olamamış seçkin yetenekli evlatlarından biriydi.

Anlattığım olaylar, "amansız düşmanları"nın da, "mürit dostları"nın da hoşuna gitmeyecek şeylerdir. İçim rahat ki, her biri an an, gün gün yaşanarak süzülmüştür..

Yazarken yaşadıklarım ise ayrı bir keder...

Torbalar zarflar paketler içinde, oraya buraya saçılmış malzemelerimi, yıllarca koruyan, yıpranmış bantların filmlerin onarımlarında yardımcı olan, yazımı sürecinde dayanışma veren Ahmet Boğa, Yasa-Yılmaz Polat, Muzaffer Yıldırımlar, Demet-Yusuf Ter, Seher-Mürset Gültekin, Sir Ehrimen ve uzun sürgün yıllarımda yaşam zorluklarımı benimle birlikte göğüsleyen eşim Trix'e teşekkür ediyorum.

Temmuz 1994/Basel




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues