UMUTSUZLAR
Bu yorgun mavi deniz, martılar ve vapur düdükleri hep o sessiz ve sıcak bakışlı adamı hatırlatmaz mı Çiğdeme? Güldüğünü hiç görmediği, yüzünde binlerce kederin yaşıyan izlerini taşıyan o adamı. Günlük gazetelere bakarken, içini ürperten gizli bir telâşla çevirirken sayfaları niye korkardı Çiğdem ve neden her sabah, her akşam aynı sıkıntıları, aynı heyecanları taşımaktan yorulmuş yüreği bir serçe yüreği gibi çarpardı.
Korkusunun nedenlerini çok iyi bilirdi yakınları. Bir sabah, Çiğdemin istemediği, fakat O'nu tanıyanların kaçınılmaz gördükleri bir sonun resimleriyle dolu olmıyacak mıydı gazeteler? Su testisi su yolunda kırılmayacak mıydı? O'nun, o sıcak ve sessiz bakan, bakarken kaçınılmaz sonunu duyurtan hüzünlü sevgilinin ölmüş, kanlara bulanmış resmini görmiyecek miydi gazetelerde?
«Vurdular !.. Öldürdüler !.. Öldü !..» demiyecekler miydi?
«Buna kendini alıştırmalısın» diyorlardı ona.
Alışmak... alışmak, bir şeyin içinde erimek, onun bir parçası olmak!..
«Olmadı! Olmadı baştan!» diyordu yönetmen.
Niye olmuyor, niye müziğe, oyuna uyum sağlıyamıyor Çiğdem? Niye alışamıyor? Çünkü o yokken, onun yokluğunda, onun uzağında hiç bir şeye alışmak mümkün değildir. Müzik, renkli ışıklar, balerin arkadaşları ve boş sıralar, içini dolduran acılardan habersizdir...
Makyaj odasında kendini toparlamaya çalışırken, içinde bulunduğu dağınıklıktan kurtulmaya çalışırken yeniden dağılıyor kafası. Çünkü kapıcı Rüstem ona diyor ki...
«Bir bey sizi telefonla sordu!..»
Bir bey!.. Nasıl bir bey sordu telefonla? O mu... bu kadar uzun, bir yılı aşkın ayrılıktan sonra, O mu? O olabilir mi?
«Kim?»
«Kim olduğunu söylemedi; çıkıp çıkmadığınızı sordu sadece.»
Duyguları tek bir noktaya yöneltiyor Çiğdemi. «Mutlaka O'dur» diyor içinden. Kaç zamandır beklemiyor mu O'nu; hiç ummadığı bir anda, bir yerde ve hiç. ummadığı bir biçimde karşısına çıkacağını bilmiyor mu? Ve bu ... |