GİRİȘ
Yirmidört ağustos dokuzyüz yetmişiki. Perşembe. Saat onbir. Ahmet oğlu, dokuzyüz kırkbeşte Medine'den, Saimbeyli ilçesinde doğma, Tufanbeyli ilçesi, Bozgüney köyü, cilt sekiz, sayfa seksendört, hane otuzaltı nüfusuna kayıtlı, İstanbul Teknik Üniversite son smıf öğrencisi, Yaşar Yılmaz, Şişhane Eralko Han'da, Statik büroda, adım adım yaklaşan sinsi tehlikeden habersiz, statik betonarme hesabı yapıyordu. Ter içindeydi. Aklında bir yığm rakam vardı ve faşizmi hiç düşünmüyordu. Sık sık saate bakıyordu. Saat onikide, hanın önünde nişanlısıyla buluşacaklardı çünkü. Öğle yemeğinde, buz gibi, koca bir bardak bira içmeyi düşünüyordu, Öksüzüyle birlikte. 'Öksüz', diyordu nişanlısına. Öksüz büyümüş bir kızdı nişanlısı.
Ağustos başlarında gelmişti köyden. Dev-Genç davasının tutuksuz sanıklarındandı. Üç gündür adı okunuyordu radyoda. İddianame tebliğ edilemeyen sanıklara çağrıydı bu. Geldiği gün, Savcılığa uğramış, iddianamesini alıp Davutpaşa'daki Dev-Genç duruşmalarına katılmıştı. İşe başlayalı onaltı gün oluyordu.
Bir arkadaşı sesleniyor: «Yaşar, ikinci katta ziyaretçilerin var!» Anlamadan, 'ziyaretçi' ile herhangi bir bağ kuramadan bakıyor ona Yaşar. «Sekreterin yanında,» diyor ve gidiyor. Elindeki hesapları bırakıyor; ikinci kata çıkarken düşünüyor: «Kim olabilir?»
Saat onbiri yirmi geçiyordu. Kimseyi beklemiyordu. 'Ziyaretçiler' kim olabilir? Nişanlısı olamazdı. Köyünün öğretmeni Hasanla gelmişlerdi köyden. Bir akrabasını Almanya'ya yolcu edip dönecekti Hasan. Döneceği zaman uğramasını istemişti. O muydu gelen? Hasan mıydı?
Tanımadığı üç adam, oturdukları yerden kalktılar onu görünce. Biri yaklaştı, öteki, kapıya doğru yürüdü, üçüncüsü iki adım sağladı; bıyıkları sarkık, yirmibeş otuz yaşlarmda, iriyarı, dişlek bir adamdı. «Yaşar Yılmaz siz misiniz?» «Benim!» «Bizimle emniyete kadar geleceksiniz!» Emniyet... kelepçe... cop... taş duvar...
Ansızın, görünmeyen ellerin çevresine çelik duvarlar ördüğünü, koptuğunu, insanlardan koparıldığını duydu Yașar. Üç adamın ortasındaydı. «Çalışma masanı görmek istiyoruz,» dediler. «Buyrun.»
Çıktılar. Merdivenleri inerken ortalarına almışlardı Yaşar'ı. Yatağı yeni değiştirilmiş bir ırmak gibiydi. Nereye, niye götürüleceğini bilememenin tedirginliğiyle doluydu içi. Çevrenin duymasını istemiyordu. Yeni girdiği bir işyerinde «sıkıyönetimce aranıp götürülmek» hoş karşılanmayabilirdi.
Çalıştığı odaya girdiler. Üç arkadaşı vardı, proje hesabını yapıyorlardı. Memurlar yapmacık bir tavırla, gülümseyerek selâmladılar onları. Hemen anladilar; kıpırtısız ... |