La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Demir çekirge


Auteur :
Éditeur : Aram Date & Lieu : 2002, İstanbul
Préface : Pages : 92
Traduction : ISBN : 975-8242-24-5
Langue : TurcFormat : 135x215 mm
Code FIKP : Liv. Tr.Thème : Littérature

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Demir çekirge

Versions

Demir çekirge

Selim Berekat

Aram


Selim Berekat, 1951 yılında Kamışlı'da doğdu. 1970'li yıllarda yazarın dört şiir kitabı yayınlandı. Şiirlerin ardından, Kanisat al mubarih (Savaşçıların Kilisesi) ve el Gunduh el-hedidi (Demir Çekirge) Hatihi aliyan, hati an-nafirala 'ahiribi (Sesli üfle, üfle trompeti, üfleyebildiğince sesli!) adlı öykü kitapları okuyuculara ulaştı. İlk romanı Fuguha ez-zalam (Karanlığın Hukukçuları) 1985'te yayınlandı. Selim Berekat, 1985'ten günümüze iki şiir kitabına ve dört romana daha imza attı. Kitapları, Kürtçe, Fransızca, İspanyolca, İbranice ve İngilizce'ye çevrildi. Halen İsveç'te yaşayan Berekat, yeni kitaplar yazmaya devam ediyor. Demir Çekiıge, yazarın Türkçe'ye çevrilen ilk eseri.



Sadece firar eden topraklar gören ve "Bunlar benim tuzağım,
sizi gidi çöl tavukları" diye bağıran bir çocuğun tamamlanmamış biyografisi


PROLOG


İmkansız çocuğum hiçbir ümit yok!

Ne görüyorsun? Çocuğum, söyle bana ne görüyorsun! Ufukta iki tepe, küme küme köyler, bir de havai yaz ile budala kış arasında sersemleyen tozdan başka... Seni bekleyen, bitki ve kuşların da kaderidir. Sepetlerinden maskelerin tepe taklak düştüğü bir sabaha doğru gözlerini yumarsın. Yalnızca bir an gözüken güzelliği kısaltmak üzere, sanki yetişkinliğe hazırlanırcasına ya da yetişkinlik senin için hazırlanıyormuşçasına, gizemli dizgini ellerinle daha da sıkı çekersin. Sonra yaşam yeni bir nabız atışı özlemiyle patlar.

Çocuğum, gördüğünden başka şey görmen imkânsız! Söyle bana, oflayan at arabalarından, tozun çarpmasından ve firar eden su kaynaklarından başka ne gördün? Sadece sana güvensinler diye, her şeyi taklit etmekten vazgeç.

Beni, kökleri kucağına alan sonra da uykuya dalan dostların arasına itmekten vazgeç. Bak yalvarıyorum, kuşların ve zamanın gırtlağını kestiğin gibi, bunu yaparken de hıçkırarak toprağa çocukluğunu serpiştirdiğin gibi, kahramanlık destanını yakalamak için deli kanının ağını gerdiğin gibi, aralarında seni bulduğum bulutların ağırlığını ve karın yükünü benden alma.

Sen bir çocuksun. Bir çocuktan, tüm kuzeyi elbisesinden -ev ev, ağaç ağaç, nehir nehir, harman harman, başak başak, bulutçuk bulutçuk- silkelemesinden, kırlangıç ve çöl tavuklarının dökülüp akması için, ufuk testisini parçalamasından başka ne umabilirim ki?

Koş, ayaklarının seni taşıyabildiği kadar! Koş, kum fırtınasından kum fırtınasına! Küçük kalbini, etrafında harflerin ve sığırcıkların itişip-kakıştığı yaylalara dek yalvararak yükselt!

Sesinde çakalların uluması duyulmuyor mu? Sesin cırcır sesine benzemiyor mu? İçinde, her övgü dolu konuşmada olduğu gibi yenilgi hırsı yok mu?

Sen bir çocuksun. Sınırlarına kadar rüzgarlarla dolu bir oda değilsen eğer, içindeki rüzgarları ne tutar?

Dermansız bir hastalık gibi kendimi panzerin altında germeme izin ver. Çöküşü özlercesine, baltalarını mahlukatlara kaldırmış o son yolculuğa özlem duyarcasına, kollarımı toprağın nimetlerine ve tilkilere açmama müsaade et.

Sen bir çocuksun. Çocuk halinle ne gördüğünü söyle bana! Söyle! Bunca sesin arasında yalnız senin sesini duydum, çatlaklarından baltalar ve oraklar fışkıran kırık bir akciğer gibi çıplak ve sıkıntılı.

Ah, çocuğum, ah! Kaç keredir küçük kalbinden tarihe anlattın; heyecanla ona haşhaşın zevkinden bahsettin ve Brîwa, Mûsesana, Amûde, Kestek, Bahreng, Mosan, Semetek, Helko, Köçek, Antariye, Tirbespî, Agûle, Herema Reş, Herema Şexo ve diğer yerlerin evlerini Taus'un kaması ile delik deşik ettiğini unuttun.

Sen bir çocuksun. Ceplerinde yaban bezelyesi ve tatlı biştar çiçekleri toplarsın. Tarla bekçileri seni fark etsin diye bilerek kendini gösterirsin. Bu şekilde onları kolayca kollar ve atlatır Selim Berekat'sın. Bu senin zevkindir, delikanlı yaşının zevkidir; kanın gibi deli. Tarlalar arasına kurduğun tuzaklar senin mutluluğundur.

Ve tarlalar asılı kaldığında, çevrendeki hava seninle gülene dek gülersin. Sen ve hava, yaratıkların hafifmeşrepliğini dövüşe davet etmek için birlikte hareket etmeye, aynı boruyu çal karar vermişsiniz.

Tüm bu yolculuk sonrası şunları kesin olarak bilmekteydik:
Sen, saman yüklü at arabalarının geçtiği yollara çukurlar kazdın ve Saman'ın katırlarının ayaklarını kırmak için onları sakladın.
Sen, Murado'nun fırınının kapısına, dokunanlar şimşek çarpmışçasına gerisin geriye irkilsin diye elektrik kablosu çektin.
Sen, ev çatısındaki loğ taşını Felemez'in köpeğinin üzerine yuvarladın, onu topal bıraktın.
Sen, Helan'ın boynu tüysüz ve zikzak ibikli horozunu bir taşla öldürdün.
Sen, Sakmor'un göletine acı biber serptin, içindeki ördekleri çılgına çevirdin.
Sen, kör Kuttam'ın bastonunu çaldın.
Sen, Mers'in keçisinin bir boynuzunu kırdın.

Ve nihayet yine uykuya daldın. En güzel rüyan, Hilaliyê mezarlarını birbiri ardına açmak ve ölüleri gizlendikleri o daracık yerde kağıt oynarken seyretmekti.

Fakat sen bir çocuksun! Kim haşhaş şimşeklerinin çarptığı, çelik bitki ve demir bulutlar arasına tomurcuk tomurcuk serpiştirilmiş bir çocukta kusur arayabilir ki? Kaç kez söyledik; "yaklaşma, çocuğum, yıkıntılardan uzak dur!" diye. Fakat sen yine geldin ve yıkıntılar arasından porselen parçalannı ölüm ağıtlarını süslemek üzere binbir güçlükle topladın.

O zaman kesinlikle anladık ki, kökleri adımlarımızın tüm derinliklerine ulaşan ve bir mühür gibi izlerini bize ait olmayan fetihlerde bırakan bütün bu uyku boyunca nöbet tutmaktasın.

Ama neden bizi şimdi uyandırdın ve şakalara boğdun? Biz yaşlıyız çocuğum, yaşlı ve zaman kapısındaki demirin gıcırtısıyla yetiniriz, soğuk bronza ağlarız. Bizler yaşlıyız, kaderimizi ne geçmekte olan kırlangıçlara ne de sevinçlere dek uzatırız. Ve bizler yalnızca tahripkâr gücün bilgeliğini kuşanırız. Sen yine de dünyadan saklanmak için bir kelebeğin ardına gizlenmek istersen, bizi bekleme, çünkü biz o zaman burada figüranların gürültü patırtısı altında duracağız ve keçilerin boynuzlarını zevkin rüzgarına bırakacağız.

Sen uyanıktın; arkanda kayan yıldızlar gibi akan su ve tavuk tüyüyle bitkiler kapısından nasıl geçtiğini görebilmemiz için bizi uyandırdın. Sabah silahının ortasında seni tanıyabilmemiz için; Kestek Yaylası'ndan Nusaybin'e doğru, sevincini dilsiz tarihin oklarıyla vuran şehir bekçilerine aldırmaksızın sınırın öbür yakasına dayandığını görebilmemiz için... Eskiden yerde upuzun yatmaktaydın, sarhoş bir kalp gibi. Öylece kalmıştın. Geriye çekilmiş, yönlerin bizi alıp götürmesini engellemeye çalışan bir çalılıktan diğerine koşan bizleri gör şimdi.

Yönleri olmayan günümüzü görmekten korkuyoruz.
Peki, öyle kal çocuğum, köklerin senden istediği gibi genç kal. Testi ve küpleri istediğin gibi parçala.
Zira, güzelsin sen hafifmeşrepliğinle,
güzelsin, karşı konulmaz iktidarinla,
güzelsin, bahçe çitlerini parçalamanla, içerisindeki çiçekleri ayaklarının altında ezmenle,
güzelsin, gemi ağzına alana dek, bir koça at gibi binmenle,
güzelsin, taşları su birikintilerine atmanla ve su içen inekleri ürkütmenle,
güzelsin, bukalemunların derisini yüzmenle ya da kuş yuvalarını bozmanla,
güzelsin, fasulye çalmanla, güvercinlere kapan kurmanla,
güzelsin, kedileri ve harman yerini ateşe vermenle,
güzelsin, boğaları ahırlardan salıverip, yollarda şaşkın şaşkın dolaştırmanla,
güzelsin, hindilerin gagalarını birbirine bağlamanla,
güzelsin, sürünen gezegenler ve kuşkanatlı sular üzerine saçmalamanla,
güzelsin, bulutları kırbaçlayan arabacı ve nehir dibindeki bir araba üzerine hayal kurmanla,
güzelsin, karanlığın tilkileri ve keçileri; yelesinde kadın lülesi gibi kıllar taşıyan katırlar üzerine fanteziler kurmanla.
Güzelsin, güzel. Bizleri rahat bırak, lütfen!
Fakat sen uyanıksın, gülünç şeyler anlatmamız için, bizleri uyandırmaktasın!
Önsöz burada bitmiştir. Onu, tamamlanmamış bu biyografinin beş bölümü izlemektedir.



I. Bölüm
Geometrik şiddet


Gençtik dostum, çok genç, ördek yavruları gibiydik ve bir yazıdaki satırlar gibi caddenin her iki tarafına dizilmiştik. Büyük bir gürültü kopuyordu, korkunç bir karmaşa. Sıralar arasında bir o yana bir bu yana sıçrayan ve sopalarını sallayan öğretmenler huzursuz kediler gibiydiler. "Başkan buradan geçerken dikkatli olun ve el sallayın!" diye bağırıyorlardı. Ve nihayet Başkan gelmiş, aramızdan geçmiş ve bize el sallamıştı. Ancak merasimden sonra geometrik çizgiler iç içe geçmiş ve kendi kaosunda insafsızca birbirlerinin üzerlerine yuvarlanan siyah kütlelere dönüşmüştü.

Birçok kez yere kapaklandım. Bedenler ve ayaklar bana çarpıyordu. Tüm gücümle insan selinden kurtulmaya çalıştım. Eve geldiğimde, çocuk yüzüm tanınmaz hale gelecek kadar çamurla kaplanmıştı.

Bu, şiddetin başlangıcıydı dostum, iki hafta boyunca Töre Dağları'nın eteklerindeki küçük bir şehre yayılan bir başlangıç, "resmi", insafsız bir sevincin başlangıcı. Günler boyu sınıflarda ya da dışarıda sloganlar atmak zorunda kalmıştık; yerli yersiz, sürekli ve tekrar tekrar duvarları süslemek zorunda kalmıştık; yerli yersiz, göğsümüze küçük resimler yapıştırmak zorunda kalmıştık; içimizden geçenlere kulak asmayıp yüzümüze anlamakta zorlandığımız sevinç ifadeleri yerleştirmek zorunda kalmıştık.

.....

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues