ÖNSÖZ YERİNE
Kırık olmak, ama kırılmamak!
Kim ne derse desin, kim işin neresinden hangi tarafından tutmaya gayret göstermeye çalışırsa çalışsın; ben kendi adıma belki de en sonunda söylemem gerekeni en başında söyleyeyim de "günah benden gitsin". Diyarbakır Kırıkları da kullandıkları "jargonları" da, dilleri de kendilerine hastır. Olmazsa olmazlarıdır. Ve bu sebepten muhaliftir. Ve bu baptan da batının bütün benzeri "lümpen" tiplerinden farklıdır, ayrıdır, ayrı olarak da telakki edilmek durumundadır.
Bunu bu şekilde koymadığınız takdirde Doğan Güzel'in bant karikatürlerini bir yere oturtmakta her zaman zorlanırsınız. Yine bu şekilde koymadığınız takdirde elinizde ikinci baskısını tuttuğunuz kitabın (Diyarbakır Türkçesi) yazarının bir başka çalışmasına (prrpınm) konu olan ve Sanatçı Şoreş'in dilinde unutulmazlaşan Fişkaya albümündeki hayatın varoluşunu bir yerlere oturtmakta elbette zorlanırsınız. Velev ki; hayır ben bildiğimi okurum demek gayretinde ise "ey okur" o zaman aşağıdaki dizeleri nereye oturtmak elzemdir ki:
"Baxçalarda eluce Gel yanıma bûgece Sen sator ol ben piçax Oturax şerab içax Adım Evdoş'tır benim Qafam da xoştır benim Gelen giden qarışi Zar bextım reştır benim..."
Gerecekten de Diyarbakır Kırıklarının beslendikleri şehrin kültürel iklimi ve ruhsal şekillenmesi ile çok yakın akrabalıkları vardır. Kendilerini yaratan şehrin, Diyarbekir'in dar küçelerinin, bazalt taşlarının işlenmesinin çok zor oluşunun, ama işlendikten sonra da binlerce yıl sonrasına kadar kalabilmesinin sırrıdır belki de onların da ruhuna nüfuz edeni.
Bu yönüyle etrafını kuşatan diğer kentlerin hiçbirine benzemez, kırıklar ile, namdar şehirleri. Bu benzemezliği kendi şehri (Diyarbekir) dışında öteki kentlerden gelenlerin bile kendi jargonu ile "Kırıkça" onun kentine öykünerek dışarıda "Racon kesmesini" beraberinde getirir. Bu Diyarbakır Kırıkları için affedilmez bir karşı duruştur. Öteki şehirlerden olup da bir şekilde bir süreliğine de olsa Kırığın şehrinden beslenenlerin batının metropollerinde öykünmesidir. Bunun bir şekilde tespiti sonu ölümlere varan bir sınava tabi tutuluşunu, sıkça basından izlemekle mümkündür. İşte bir şehrin adıyla birlikte anımsanan ve telaffuz edilen kırık kültürü böyle bir gerçekliğe delalettir.
Kendi dili vardır kırık kültürünün. O dünya ile bir şekilde tanış olmayanın anlaması da kavraması da namümkündür. Mesela nereye oturtulacaktır şu an vurgu bulan deyimler:
Ayaxma eyi olmax, Bize yox içme pox, Çaydan geçerken göt göte degmax, Çem û çem getmax, Dexgeye gelmax, Diyisen belki bûrni cıxcıxadır, Göti pıt pıt ati, Götınde kaç kıl oldıxını bıliyem, Namus olmiş bexdenûs, Onın bunın çocıxi, Tırrıgıni çıxarmax, Xış etmax
İşte bütün bu deyimlerin bir şehrin jargonu ile buluşan ara ve ana nağmelerini ancak Mustafa Gazi'nin namı diğer Şeyda'nın Diyarbakır Türkçesi adını verdiği kitabında bulmak mümkün...
Yürür geçersiniz şehrin meydanından ve kulağınıza biri sanki bir efsaneyi anlatırmış gibi "Pışo Meheme"den söz eder. Oysa Pışo'nun dünyası ile haşır neşir olanlar bilir ki; "İstiyene santim hisabi, istiyene kökleme" ifadesi Pışo Meheme'nin Xıştıg'ının (Bıçak) öbür adıdır.
O denli kentle özdeşleşmiştir ki; arka cebinde yarıya kadar içilmiş şarap şişesi ile Dağkapı meydanındaki Anıtın (Atatürk Heykelinin) gölgesinde mest düşen ve ayıldığında şarap şişesini arka cebinde bulamayan Pışo'nun heykele bakıp o an söyledikleri kırıkça sitemin yaratıcılığı değil de nedir? "Oldi mi Mıstefa, benim babam. Sahan gûvendıx Kölgende yattıx. Emanete bele sehep çıxisan!"
Diyarbakrr'ın Kırık dünyasının her halükarda devrimci kültürle de bir bağı vardır. Şimdi paylaşacağım her daim anlatılan, yaşanmış ve kırığa dair bir fıkradır:
Kahvelerde bira satışlarının da yapıldığı dönemlerde genç bir devrimci elinde dönemin bir siyasal dergisi ile girer kahveye. Başlar sloganlarla bağınp çağırmaya. Yüksek perdeden antiemperyalizm para etmeyince, birkaç şişeyi devirmiş gözleri küçülmüş kırığın tepesinde "Axalara, beglere karşi feqirın fıqaranın yandaşi falanca gazete" deyince; yanıt ironiktir. "Koy iki tene masaya".
Kırığın dünyasının, şehrinin Kürdi yanı ile de örtüşen güçlü bir tarafı vardır.
Bu taraf, elbette diline de yansımaktadır. Bu dil daha çok şehrin ana dili Kürtçeden beslenen ama şehrin farklı vurgulu Türkçesi ile de buluşan özgün bir şivedir.
İşte belki de bu noktada ana başvuru kaynağı olmayı hak eden bir ön çalışma olan Mustafa Gazi'nın Diyarbakır Türkçesi bir el altı kitabı olmaya adaydır.
Mustafa Gazi, namı diğer sevgili Şeyda, Diyarbakır Kırıklarının dünyası ile yakın temas içinde olmakla birlikte "kırık olmayan, kırılmayan" biri. Yani onlara dil olmuş, onları çözmüş içerden biri. Bu nedenle o dünyayı yakından tanımak isteyenlerin her daim başvuru kaynağı...
Surlu şehrin bir kırık mahallesinde doğmuş (Alipaşa), bir başka en kırık mahallesinde de (Xançepek) büyümüş biri olarak kendi adıma, bugüne dek Şeyda'nın dostluğundan olduğu kadar, Diyarbakır Türkçesi kitabından ve eklentilerinden de hem keyif aldım, hem de yeni şeyler öğrendim.
Bu kitap bütün yönleri ile yaşayan bir şehrin farklı kültürler dünyasına bir içsel yolculuktur. Eğer bu satırları şu ana kadar okuyorsa "ey okur" o yolculuğa, yani kırıklarla tanışma yolculuğuna çıkmıştır ve iflah olmaz artık...
Kırık olmak belki bir erdem değildir. Ama eski ve kadim bir şehrin ruhunda, alışkanlıkları ile gezinen ve yaşayan bir kesimin olduğunu bilerek, onları anlayarak yaşamak önemli diyorsak, bu türden kayda değer çalışmalara sahip çıkmak gerek...
Şeyhmus Diken 10 Kasım 2006 / Diyarbekir |