La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Osmanlı Şeyhülislâmları


Auteur :
Éditeur : Ayyıldız Matbaası Date & Lieu : 1972-01-01, Ankara
Préface : Pages : 280
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 160x215 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Alt. Osm. 1963Thème : Religion

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Osmanlı Şeyhülislâmları

Osmanlı Şeyhülislâmları

Abdülkadir Altunsu

Ayyıldız Matbaası


"Osmanlı Şeyhülislâmları" ismini taşıyan bu eseri; Türk Hukuk Tarihinde yüzyıllarca yer alan, fetvaları, Kur'an'ın sûreleri gibi dokunulmaz telâkki edilen, din ve devlet işlerinde önemli etkiler yapan, bâzan en sert mizaçlı hükümdarlara boyun eğdiren, bâzan hükümdarın ve sadrazamın eylemlerine âlet olan, Halîfe'den sonra din ve adalet organının başı şeyhülislâmları, bugünün insanlarına tanıtmak ve hepsini bir kitapta toplayarak, geçmişe ışık tutmak isteğiyle yeteneklerimce üç yıl içinde hazırlamaya çalıştım.

"Büyük Türk Hukuk Ansiklopedisi" ismiyle hazırlamakta olduğumuz esere koymak için herşeyden önce Fıkıh (Islâm Hukuku) da yer alan ünlü İslâm hukukçuları şeyhülislâmların, isim ve hayatlarını ...



ÖNSÖZ

"Tarih, hakikatlere tevfîk-i hareket etmeyenleri affetmez."
K. Atatürk

Çok sayın meslektaşım ve dostum Abdülkadir Altunsu dev bit esere vücut vermek çabası içinde yaşamaktadır. Bir işte teşebbüse geçmek için muvaffakiyeti ümit etmek lâzım değildir. Özellikle memleketin ilim ve irfanı için çok hayırlı bir teşebbüsü kötürümleştirecek düşünceler hayatın mânasını kaybettirir. Hiç ölmeyecek gibi çalışmak, tarihlerini yazdığı şeyhülislâmların ödevlerinin esas temeli ve fetvâlarının kilit taşıdır.

Zaman her şeyi değiştirir; her gül fidanı açtığı goncaları geliştirecek ve sonra o güzelim yapraklan solduracak, tekrar onları yetiştiren toprağa geri verip ondan yeni goncalar isteyecek. Nübüvvet ödevleri de şeyhülislâmlık makamları da ezeliyet (başı olmamak) ve ebediyet (sonu gelmemek) denen iki sonsuzluk arasında gözüken fikirler de, kurullar da, makamlar da o solmuş gül yaprakları gibi yerlerini yeni goncalara terketmek için solup dökülecektir. Devamlı bir oluş halinde bulunan bu dünyanın devamlı hali ne yazık ki milletleri gafletlerinden uyaramıyor.

Türkiye'nin yegâne yetiştirdiği filozof "Ahlâk-ı Alâ-i" adlı eserin yazarı ve bir ara Sultan Fatih'e hocalık etmiş bulunan Kınalızâde Ali Efendi; "Acip bir hane-i pür nakştır bu cihan, Velik bütün kitabeleri (küllü men aliha fan)." demiştir1.
Hukuk alanından ayrılmamak için birbirini kovalamış olan ve insanlığın mevsimlerini belirtmiş bulunan her şerîat, her hüküm, her hukukî kurul; zamanın bu lütuf kâr kanunu sayesinde her nesil, yeni goncalarla bezenmiş yeni bir gül bahçesinde yaşıyor. Fakat olanı ve artık olmayanı aramakta inat edenler, gülleri solmuş gülistanı "içinden kovuldukları cennetleri sayarak tekrar oraya dönmekte ısrar ederler"2, ilericilik ve gericilik denen savaşlar içinde yaşarlar.

İçinde güzel anlayışlar da bulunan İslâmiyet hakkındaki yazılarında Macar Goldzieher icma'ı ümmet kurulunu anlatırken, "islâmiyette her yüzyılın ilericileri gelecek yüzyılın gericileridir" derken yukarıdaki mâruzâtımdan başka bir şey söylemiş olmadığı kanısındayım.

Tarihler, Afrika'da yaşayan yamyam dediğimiz iptidaî kardeşlerimizin bir efsanesini naklederler: Tanrı kâinatı yarattığı zaman Afrika'nın korkusunu teşkil eden yılanların ölümlü, insanların ise ölümsüz olması istenmiş. Bu iradesinin yerine getirilmesi ile ödevlendirdiği melek; şaşırmış, insanları ölümlü, yılanları ölümsüz kılmış, insan küçücük bir deri torbası içinde doğuyor; geliştikçe torba da genişliyor, bir zaman geliyor ki torba o genişlemiş vücudu içine alamıyor, çatlayıp paralanıyor ve insan da ölüyor. Yılan ise her sene deri değiştirmesi sayesinde ölümsüz kalıyor. Bu efsane müsbet ilim açısından gülünç gözüktüğü kadar sosyal ilim açısından o kadar üzerinde durulacak ve derin derin düşünülecek bir hakikattir. Şanı büyük Kur'an'ın, "Allah benzetmelerinden utanamaz." diyen Bakara sûresinin 24. âyeti içinde yer almış ve düşünen kimseler tarafından, "Allah tarafından belirtilmiş haki- katlar"ı ihtiva ettiği kabul olunmuş benzetmeler içinde yer almağa lâyık bir efsanedir. Milletlerin derileri tabi oldukları kanunlar ve o kanunların icabettirdiği hukukî kurallar ve kurullardır. Her milletin hayatında bir zaman gelir ki, Hamlet gibi "var kalmak mı, yok olmak mı" sorusunu aklına sormağa mecbur kalır. Onun o parlak mâzisini yapmış kural ve kurulları koruma gayreti ile yok mu olmalı yoksa o şanlı mâ- zisinin âleti olmuş kural ve kurulları, yaşayabilmek için feda mı eylemeli?
Bu korkunç soruya, Osmanlı Devleti, Muhteşem Süleyman devri sonunda muhatap kalmıştı. Avrupa'da 16. yüzyılda açılan Rönesans devrinin, ki bizde Abbasiler devrinden beri yani sekiz yüz yıl önce açılmış bulunan devirdir, matbaanın icadıyla birleşmesi Avrupa'yı genişleten ve kuvvetleştiren Amerika keşfinin verdiği sonuç, Ümit Burnu yolunun bulunması ile Asya ile Avrupa arasında ulaştırmayı sağlayan Anadolu köprüsünün İktisadî kıymetini kaybeylemesi ve nihayet Macaristan'a sahip olduğumuz gün, Endülüs denmiş olan ispanya'dan son İslâm hükümetinin, geldikleri Afrika'ya, tersyüzü dönmüş bulunması, Victor Hugo'nun Allah'ın birer yarısı diye nitelendirdiği papalık ile Avrupa imparatorluğunun kuvvetlerinin Osmanlı Devletinin kuvvetine eşitleşmiş olduğunu gösteren bir turnike idi. Bütün bu haller ilerisi için mâruz bulunduğumuz tehlikelere birer işaretti. Sultan Genç Osman'ın vahşice yapılmış şehadeti ile açılan büyük buhran küçük kardeşi IV. Murad'ın demir pençesiyle durdurulmuştu. I. Ahmet gibi aşağı yukarı 14 yaşında Tahta çıkmış ve 29 yaşında ölmüş; yani 16 sene Taht'ta kalmış, bunun da 6 senesi anarşinin baskısı altında geçmiş; yeryüzünde aşağı yukarı 14 sene süren hükümdarlığı Osmanlı Devletini o tarihte yok olmaktan kurtarmıştı. Bu kudretli lider —velinimetim hocam Abdurrahman Şerefin tâbiriyle— cahil bir Sultan Selim olan bu lider, devlete deri değiştirtememişti. Halbuki devrinde3 kardeş ve halefi Sultan İbrahim'in hasta saltanatı, oğlu IV. Mehmet'in çocuk yaşında Taht'a çıkmış bulunması; liderliği Osmanlı Hanedanından alarak Köprülülerin demir pençelerine emanet ettirdi. Fakat o korkunç soru yine bütün dehşetiyle cevap bekliyordu. Cevabın verilmesini müstacelleştiren yani ivedileştiren bir hâdise oldu. Rusya'da "Deli Petro" denen bir büyük lider inkılâplarını yapmağa başlamıştı. Deli Petro, halkı yarı vahşî bir millete hükümdar olmuştu. Ne limanlan, ne ordusu, ne parası vardı. Her milletin dış siyasetini yalnız ve yalnız o milletin coğrafyası tâyin eder. Rusya'nın coğrafyası: İsveç, Polonya ve Türkiye'mize karşı; Rusya'nın bir Avrupa devleti haline gelmesine engel olan bu üç devlete, karşı olmasını âmir bulunuyordu. Osmanlı Devleti ise Fatih'in dış siyasetteki olağanüstü kudretini anlayamıyor, Karadeniz'in Türk gölü haline getirilmiş olmasının ve Kırım'da vakıflar bulunmayışının ruhunu kavrayamıyordu.

Rusya'yı ise Karadeniz kıyılarında bir arazi parçasına sahip olma dış siyaseti zorluyordu. Bizans'ın Bulgarları Hıristiyan yapma siyasetinden ve İstanbul Rum Patrikliğinin Roma Patrikliğinden yani Lâtin kilisesinden ayrılmış olmasından istifade yolunu arayan Rusya; bütün Yunanistan'ı ve Balkanların İslâv milletlerini Türkiye aleyhine kışkırtarak Osmanlı Devletini bombalıyordu. Yeryüzünde atom ve hidrojen bombasından daha kuvvetli bir şey var ise o da atom ve hidrojen bombalarını hem keşfetmiş hem de ona karşı savunma tedbirleri bulmuş fikirdir. Osmanlı Devleti ise hiçbir tedbir bulamıyordu. Türk atalarının "düşman karınca ise sen fil farzet" sözüne dahi kıymet vermeyen Osmanli hükümeti, Don nehrinin Karadeniz'^ aktığı yer olan Azov limanını ...

8.12.1971
Av. Dr. Abdülkadir Altunsu

1) "Her ne ki dünyada vardır, hepsi fânidir." âyeti, islâmda yerler resimlerle değil, hattatlar elinden çıkmış yazılarla süslenirdi. Onun için Âli Efendi, şiirinde nakışları "kitâbe" (yazılmış şey) tâbiri ile bir tutuyor.

2) "Gülsitanı dehre geldik rengi yok bu (koku) kalmamış" derler. Kendileriyle
beraber insanlık yok olacak sanırlar.

3) Batı, özellikle İngiliz ihtilâliyle deri değiştirmeye başlamıştı.



Giriş

“Islâm dîni, gelişmelere engel olmuştur.” sözü birçok bilginler- ce tekrarlanmıştır1. Biz bu görüşte değiliz. Ancak engellerin, bâzı din adamlarının özel tutumlarından ileri geldiği kanısındayız.

Dördüncü Yüzyılda Islâm ülkelerinde araştırma ve eleştiriler, ilâhiyat, fıkıh gibi dinsel bilimlerin gelişmesinde olduğu kadar matematik bilimlerinde de gelişmeler yaratmıştı. Ancak 1106 (H. 500) yılında Ehl-i Sünnet akâidi kuvvetle teşekkül etmiş, içtihat kapıları kapanmış, Eş’arî ve Gazâlî gibi Islâm filozoflarının görüşleri artık değişmez birer tabu haline getirilmişti. Deneysel Metod’a da artık son verilmiş bulunuyordu. Gerçi, tbnü’r-Rüşd gibi filozoflar bir nebze içtihat kapılarını aralamışlardır. Ama yine de sıkı sıkıya dine bağlı teorilerden, çok kez kendilerini kurtaramamışlardır. işte bu nedenledir ki daha sonra gelen bilginler, ancak içtihat kapılarının kapanmasından önce yazılmış eserler üzerinde işlemiş, şerhler ve hâşiyeler yazmış iseler de kendi adlarına özgü eserler meydana getirmekten kaçınmışlardır. Yüzyıllar boyunca medreselerde okutulan eserler, eski eserlerin tekrarlanmasından ibarettirler.

İşte bu özellikledir ki bilimsel duraklama ile sosyal ve doğal olayların ancak eski görüşlere dayanılarak izahı zorunluluğu, bilimin gerilemesine yol açmış, Islâm ülkelerinde bir Newton, bir Galile ye- tişememiştir.
Dinî taassup, ayrıca doğa (tabiat) kuvvetlerinin araştırılmasını da önlemiş ve her olayın Kutsal Kitapta gösterilen yolda izahına bilginleri zorunlu tutmuştur.

Batıda, dinî taassubun yıkılması Rönesans’ın etkisiyle olmuş ve deneysel metoda dayanarak yapılan araştırmalar, doğayı (tabiatı) insanın esiri haline getirmiş, fakat Islâm ülkeleri, tamamen batıya ve doğaya karşı takatsiz kalıncaya kadar Rönesans yoluna, girememiştir. Bunun nedenleri, devletin başında bulunan müstebit hükümdarların,
halk kütlelerinin uyanmaması için direnmelerinde ve halkın ...

A. Adnan Adıvar, Tarih Boyunca İlim ve Din, 1969, s. 122.

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues