La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Şırnak Baskını


Auteur :
Éditeur : Nûbihar Date & Lieu : 1992, İstanbul
Préface : Pages : 136
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 125x195 mm
Code FIKP : Liv. Tr. Res. Sır. 775Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Şırnak Baskını

Şırnak Baskını

Osman Resulan

Nûbihar


Nedir bu, insanların gözlerini kırpmadan uğrunda canlarını ve mallarını feda ettikleri özgürlük? Çağımızın ünlü düşünürü Beziüzzaman Said Nursî, özgürlüğü "Allah'ın bağışı” biçiminde tanımlıyor. Özgürlüğün Allah'a nisbet edilmesi ona ilaha bir yücelik ve anlam kazandırıyor. O halde özgürlüğü elinden alınmış bir insanın, özgürlükleri ellerinden alınmış bir toplumun, varlığının bu en kıymetli ilahi armağanı geri almak için verdiği mücadele de o nisbette anlamlı ve yücedir. Özgürlüğü olmayan insan benliğinin en mukaddes parçasını yitirmiş insandır.

Özgürlük sorumluluktur. Özgürlüklerini yitirenler sorumluluklarını da yitirmişlerdir. İslâm teolojisinde ve İslâm fıkhında özgürlüğü olmayan insan birçok hayatî konularda sorumluluk alanı dışına çıkarılmıştır.

Özgürlük bir insanın kimliğine kavuşmasıdır bir bakıma. Kimliği belli olmayan insan özgür değildir. Soruna sırf bu açıdan ...



GİRİŞ YERİNE ÖNSÖZ

Etrafında aykırı ve birbirini tutmayan görüşler ileri sürülen "Şımak baskını" daha uzun süre gündemde kalacağa benziyor. Başka Şımak baskınları bu ilk baskını unutturmazsa tabiî.

Hama, Halepçe ve Şırnak... Üç komşu devletin üç talihsiz kenti... Bugün Şımak'ın başına gelenler dün Hama'nın ve Halepçe'nin başına gelmişti. Neydi bu kentlerin günahı? Şırnak baskını ile ilgili yapılan resmi açıklamalar çelişkilerle dolu olduğu gibi, olay sonrasında yapılan aramalar da resmî makamlar lehine bir sonuç vermemiştir.

Basında çıkan haber ve yorumlara bakılacak olursa "Şırnak baskını" bir senaryodur. Sözkonusu senaryonun çeşitli amaçları ve hedefleri olabilir. Bu baskınla bölge halkına caydırıcı bir gözdağı verilmiş olabilir. Nevruz olaylarından ötürü dikkatleri üzerine çekmiş olan zavallı şehir cezalandırılmış da olabilir. Bir başka ihtimal, bu yolla yöre halkı göçe zorlanmış olabilir. Bölgeyi Kürtlerden arındırarak buraya başka bölgelerden getirilecek insanların yerleştirilmesi de düşünülmüş olabilir. Şırnak baskını yapılarak değişik senaryoların ve politik hesapların rahatça görülebilmesi için zemin de ihzar edilmiş olabilir. Olabilir, olabilir...

Bu türden çok amaçlı olayların kısa sürede aydınlığa kavuşması güçtür. Bölgede cereyan eden olayların birden çok mihraklı olması kesin bir sonuca varmada işi zorlaştırıyor. Kesin olan o ki zarar gören ve mağdur edilen büyük ölçüde ve birinci derece Kürtlerdir.

Kürt bölgesi bir bakıma iç ve dış hesaplaşmaların ve çevrilmek istenen oyunların açık bir arenası halindedir. Bölgenin asıl sahiplerinin bu hesaplaşmadan aldıkları pay ölüm, katil, göç, iktisadi çöküntü, sosyal, ve psikolojik sıkıntı, çalkantı ve istikrarsızlıktır.

Olayları kimler yönlendiriyor? PKK mı, kontgerilla mı, yoksa uluslararası örgütler mi? Bölgede hangi olaylar Kürt örgütleri tarafından bilinçli ve planlı olarak yapılıyor; hangi olaylar tertip, provakasvon ve ajitasvon türündedir? Cevaplanması gereken soruların bir kaçıdır bunlar.

Şurası acı bir gerçektir ki, sırf İnsanî hak ve özgürlükleri için seslerini yükselttikleri her dönemde, içerde ve dışarda çeşitli engellerle karşıkarşıya gelen Kürtler taleplerinin bedelini çok pahalıya ödemişlerdir. Elde edilemeyen özgürlüklerin bedeli bu kadar pahalı mı?

Nedir bu, insanların gözlerini kırpmadan uğrunda canlarını ve mallarını feda ettikleri özgürlük? Çağımızın ünlü düşünürü Beziüzzaman Said Nursî, özgürlüğü "Allah'ın bağışı” biçiminde tanımlıyor. Özgürlüğün Allah'a nisbet edilmesi ona ilaha bir yücelik ve anlam kazandırıyor. O halde özgürlüğü elinden alınmış bir insanın, özgürlükleri ellerinden alınmış bir toplumun, varlığının bu en kıymetli ilahi armağanı geri almak için verdiği mücadele de o nisbette anlamlı ve yücedir.
Özgürlüğü olmayan insan benliğinin en mukaddes parçasını yitirmiş insandır.

Özgürlük sorumluluktur. Özgürlüklerini yitirenler sorumluluklarını da yitirmişlerdir. İslâm teolojisinde ve İslâm fıkhında özgürlüğü olmayan insan birçok hayatî konularda sorumluluk alanı dışına çıkarılmıştır.

Özgürlük bir insanın kimliğine kavuşmasıdır bir bakıma. Kimliği belli olmayan insan özgür değildir. Soruna sırf bu açıdan bakıldığında Kürtlerin özgür olmadığını görüyoruz. Kişinin fıtrî (doğuştan) hak ve özgürlüklerinin elinden alınması kadar gayriinsanî bir davranış düşünülemez. Türkiye'de resmî ideolojinin yetmiş yıldır Kürtlere dayattığı politika "Kürt varlığını inkar politikası"dır. Resmi ideolojinin dayandığı temel İkeler değişmedikçe bu çirkin politikanın değişmesini beklemek safdillik olur. İnanç ve kültur birliği çerçevesinde dünyanın hızla bloklaşmaya gittiği bir dönemde, çok uluslu bir imparatorluğun mirası üzerinde kurulan Cumhuriyet Türkiye'si, yaklaşık bin yıllık süre içinde beraber yaşadığı Kürt ırkını inkar ederek Türk milliyetçiliğini esas almıştır. Resmi ideolojinin bundan sonraki Kürt politikası "asimilasyon” ve "tenkil" esaslarına dayanacaktır. "Türk tarih tezi" ve "güneş-dil teorisi" gibi gülünç bir takım nazariyidir üretilerek geleceği tehlikeli sonuçlar doğuracak bir yol seçilmiştir. Seçilen bu yolun tehlikeli ve yanlış olduğunu hatırlatan aydınlar ki bunlar bir elin parmakları katlar azdır susturulmuştur. Devlet terörünün günlük politika haline geldiği ve memleketin dört bir yanının darağaçlarıyla mezbahaneye çevrildiği bir dönemde susmayan bir müslüman Kürt aydını (Bediüzzaman Said Nursi) tutulan yolun yanlış olduğunu, resmi ideoloji haline getirilen kendinden olmayanları inkar esasına dayanan Türk ırkçılığının vahim ve korkunç sonuçlar doğuracağını çok açık bir şekilde dile getirmiştir:

"Ey milliyetçilik taslayan sarhoşlar. Bir asır önce milliyetçilik asrı olabilirdi. İçinde bulunduğumuz yüzyıl artık milliyetçilik çağı değildir. Bolşevizm, sosyalizm gibi meseleler her tarafı kaplıyor ve unsuriyet fikrini kırıyor. Milliyetçilik çağı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyetin milliyeti, geçici ve kararsız ırkçılıkla bağlanmaz ve aşılanmaz. Geçici ve istikrarsız milliyetçilikle aşılanmış olsa bile, İslâm milliyetini ifsat ettiği gibi, ırkçılığı dahi ıslah edemez, sürdüremez. Evet, geçici olarak milliyetçiliği aşılamakta bir zevk ve geçici bir kuvvet görünüyor. Fakat bu kuvvet oldukça geçici ve geleceği de tehlikeli olan bir kuvvettir. Hem Türk unsurunda ebedî kabili iltizam olmamak (kapanmamak) suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık, bir şıkkın kuvvetini kırdığı için hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa; bir batman kuvvet o iki kuvvet ile oynayabilir, yukarı kaldırır, aşağı indirir."(*)

Şırnak baskını tarihin yeniden tekerrürüydü. Köylerin ve şehirlerin tedibi ve tenkili gerekiyordu. Yeni Dersimler yaratılmak isteniyordu. Şırnak baskını etrafındaki karanlık amaçlar ve kuşkulu noktaların aydınlığa kavuşması için, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in açıklamaları kifayetsiz kalıyordu. Kentin asayiş ve güvenliğini korumakla görevli güvenlik kuvvetlerinin kimin emrinde olduğu da pek belli değildi. Sivillerle askeri makamlar arasındaki yetki anlaşmazlığı, Şırnak Valisi Mustafa Malay'ın açıklamalarından rahatlıkla anlaşılıyordu. Kentin yönetimiyle ilgili en yetkili kişi olan Vali Mustafa Malay, Şırnak baskınını "tam bir kör döğüşü" diye niteleyerek, "vicdanım rahat değil" derken, Olağanüstü Hal Bölgesi Asayiş Komutanı Korgeneral Necati Özgen ise televizyon ekranlarında rahatça "biz. Şırnak'ta bir savaş kazandık" diye beyanatlar verebiliyordu. Savaş kime karşı kazanılmıştı? Korkudan evlerinin bodrumlarına sığınmış kadın, çocuk ve yaşlı savunmasız insanlara karşı mı savaş kazanılmıştı? Savunmasız, silahsız, çoğu kadın, çocuk ve yaşlı insanlardan oluşan Şırnak halkına karşı sözkonusu savaş hangi kurallar çerçevesinde cereyan ediyordu? Savaşların da elbette bir kuralı olmalıydı. Halkın geçim kaynağı olan masum hayvanların öldürülmesi, dükkanların ve mağazaların yağma edilmesi, tarlaların yakılması dünya savaş tarihinin hangi kuralında vardı?

"Şırnak baskını"nı basit bir olay gibi geçiştirmek yanlıştır. Şırnak olayı aydınlığa kavuşturulmadıkça düşünen insanların hafızası ister istemez Cumhuriyet tarihinin en kanlı sayfalarını yeniden hatırlayacaktır. Yakın tarihte olup bitenlerle bugün cereyan eden olaylar arasında nasıl bir irtibat ve benzerlik olduğunu anlamak isteyenler şu tarihi ifadelere kulan versinler:
"Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa edildikçe isyan odakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür. (**)

Not: "Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır.
"Bir dam (bina, ev, ahır içinde sığınıp mukavemet eden eşkiyayı imha için yakından kuşatılmak, pencere ve bacadan bomba atılmalıdır. Müfreze yanında top varsa askere ateş eden köy top ile tahrip edilir (Az ve isabetli atım ile).
"Silah atan köy (kuşatan birlikler emniyet (ödevlerine devam etmek suretiyle) yakılmalıdır. (***)

Bütün bunlar olup biterken ve tarih tekerrür ederken, liberal, demokratik, milliyetçi bir kısım çevrelerle sözüm ona İslamcı geçinen bazı çevrelerce zaman zaman yapılan açıklamalarda, basına verilen demeç ve beyanatlarda, Türkiye'de bir Kürt sorununun olmadığı ısrarla vurgulanmaktadır. Bunların durumu tıpkı devekuşuna benzemektedir. Devekuşu, kendisini avlamaya çalışan avcıyı görmemek için başını kuma gömerek canını kurtarmak ister. Oysa başını kuma gömerken tüm vücudu dışarıda görünmektedir.

Cumhuriyet tarihinden bu yana inkar, asimilasyon ve jenosit gibi zora, baskıya ve teröre dayalı yöntemlerle çözümlenmek istenen ama bir türlü çözümlenemeyen Türkiye gündemindeki sorun, Kürt sorunudur. Her dönemde olduğu gibi sorun hep askeri yöntemlerle halledilmek istenmiştir. Türk siyaseti -varsa eğer-, Türk siyasî kurmayları maalesef siyasi çözüm üretememişlerdir. Siyasi çözüm üretemeyen siviller her defasında açık ya da örtülü biçimde işi askere terketmişlerdir. Oysa sorunun askeri yöntemlerle çözülemeyeceği gün gibi aşikardır. Sorun şayet askerî yöntemlerle çözümlenebilmiş olsaydı, totaliter rejimin en katı örnekleriyle egemen olduğu Cumhuriyetin ilk dönemlerinde çözümlenirdi.

Kürt sorunu ve çözüm yolları konusunda detaylara girmek bu kitabın amacını aşacağından üzerinde durmuyoruz. Ancak şunu özellikle belirtelim ki, duygusal bir takım yaklaşımlarla, heyecan arttırıcı hamasi nutuklarla meseleye yaklaşmak çözüm getirmeyeği gibi karşı tepkileri uyandıracağı için de tehlikelidir. Ülkenin iktidarını ellerinde tutanlar olsun, görüş ve düşünceleriyle iktidarı etkileyebilen çevreler olsun, soruna insan gerçeğine anlam kazandıran temel hak ve özgürlükler gözönünde tutularak, akıl ve mantık ölçüleri içerisinde sağduyu ile yaklaşmalıdırlar. Askeri tedbirlerin sorunu çözmediği ve çözemeyeceği noktasından hareketle sorun ele alınmalıdır.
Temennimiz yeni Şırnakların bir daha tekrarlanmamasıdır.

(*) B. Said Nursî, Mektubat, s. 415, Tenvir Neşriyat.
(**) (Reşat Halli, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.491; Hıdır Göktaş, Kiirtler İsyan iv Tenkil, s.136).
(***) "Köy arama ve silah toplama işleri hakkında kılavuz, 1938, aktaran: Hı-dır Göktaş, age, s.139-140.



18 ağustos 1992

18 Ağustos Salı gününe kadar kentte herkes sakin ve olağan bir hayat sürüyordu. Ama gene de insanların yüzlerinde garip bir kuşku ve tedirginlik vardı. Bunu görmemek mümkün değildi. Günlerin iyi şeylere gebe olmadığını hissetmiş gibi bir halleri vardı.

İki gündür kentin köpekleri kuşluk vaktinde uzun ve kesintisiz olarak uluyorlardı. Şırnak'ın güngörmüş yaşlıları bunu pek hayra yormadılar. O gün kentin semasında öbekler halinde iri siyah kuşlar da dolaşmıştı. Kentin ihtiyarları böyle bir manzarayla ilk kez karşılaştıklarını söylüyorlardı. Bütün bunlar giderek yaklaşan büyük bir felaketin habercisi miydi yoksa?

Salı günü akşamı saat 22.30 sıralarında Şırnaklılar silah sesleriyle yataklarından fırladılar. Şehir bir anda toz-duman içinde kalmıştı. Kalaşnikofların, roketatarların çıkarttığı seslerle şehir bir anda savaş alanına dönmüştü. Çatışmalar o gece sabaha kadar devam etti. Ertesi gün, silahların namluları kent sakinlerinin evlerine yöneltilmişti. İki gün süre ile kentin tüm evleri taranmış, delik deşik edilmişti. Şırnaklılar şaşkın ve çaresizdi. Evlerine ateş açanlar, evlerini güpegündüz başlarına yıkmak isteyenler kimdi? Gazetelerde iki gün gecikmeyle çıkan haberlerde ortak nokta PKK'nın şehre girmediğiydi- O halde...

.....




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues