La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Beyaz Ölümün Güncesi


Auteur :
Éditeur : Çiviyazıları Date & Lieu : 1993, İstanbul
Préface : Pages : 400
Traduction : ISBN :
Langue : KurdeFormat : 125x215 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Sap. Bey. 3479Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Beyaz Ölümün Güncesi

Beyaz Ölümün Güncesi

Özcan Sapan

İstanbul

12 Eylül 1980'in üzerinden on üç yıl geçti. Bir siyasal sistem olarak demokrasi, Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar söze döküldü; ancak, eşitlikçi ve katılımcı bir demokrasinin gerçekleştirilmesine yönelik her girişim de hiçbir dönemde olmadığı kadar kısıtlama ve baskılarla karşılaştı. Tıpkı Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de gözaltında ölüm, “yargısız infaz" ve "kayıp" olayları giderek çoğaldı.

Beyaz Ölümün Güncesinde Özcan Sapan böylesi bir dönemin kurbanlarını anlatıyor. Sapanın kitabında bu kurbanlar, ölüm kayıtlarında ya da kayıp listelerinde yer alan silik birer rakam olmaktan çıkartılarak, birer insan hayatı, içimizden birilerinin hayatı olarak betimleniyor. Dokusunu olayların doğrudan tanıklarıyla yapılan röportajların oluşturduğu Beyaz Ölümün Güncesi, belleksiz bırakılmak istenen toplumumuza yönelik bir “Unutma!" çağrısıdır da aynı zamanda.



Özcan Sapan, 1960 İstanbul doğumlu. Serbest gazeteci. İnsan Haklan Demeği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyesi. Beyaz Ölümün Güncesi, yazarın kitap olarak yayınlanan ilk çalışması. Türkiye'de devlet aygıtı kökenli siyasal terörün tarihsel kaynaklarını konu edinen bir araştırması, önümüzdeki yayın döneminde Çiviyazıları arasında yayınlanacak.

 



EDİTÖRÜN ÖNSÖZÜ


Berlin morgu...
Elektrik lambasının loş ışığı, dipçik darbeleriyle ezilerek tanınmayacak hale getirilmiş ölünün yaralarından sızan kanı belli belirsiz aydınlatıyor. Karl Liebknecht, haftalardır iniş çıkışlarla süren işçi ayaklanmasını yönlendiren Spartakist troykanın efsanevi lideri, gözaltına alınışının hemen ardından vahşi biçimde dövülerek kurşuna dizilmiş ve cesedi "yolda bulunmuş kimliği belirsiz bir ölü" kaydıyla infazcılar tarafından az önce morga bırakılmıştır.

Aynı gün gözaltına alınan yoldaşı Rosa Luxem-burg'un yazgısı da farklı olmayacaktır. Militarist Alman burjuvazisinin devrimci önderleri birbiri peşisıra katlederek sürdürdüğü pis savaş, troykanın seçkin örgütçüsü Leo Jogiches'in Berlin Emniyet binasında beyninden kurşunlanarak öldürülmesiyle geçici olarak noktalanır. Rosa'nın cesediyse çok sonraları kentin kanallarından birinin bulanık sularında ortaya çıkacaktır.

Berlin morgu, öldürülen önderlerden önce ve sonra, ayaklanmacılardan bir çoğunun cesedinin kaldırımlar ve duvar dipleri boyunca uzandığını gördü. "Cesaret ettim!" diyen devrimin, Alman sosyal demokrasisinin ihanetini de tescil ederek yenilgiye uğramasından sonra, 1919 Berlin'inde "düzen hüküm sürecek"ti! Kurulu devlet düzeni!...

Düzen ya da kurulu devlet düzeni, her zaman kendisini çağrıştıran araçlara ihtiyaç duydu. Sözkonusu çağrışım için kimi yerde, örneğin Filipinler'de, devrik diktatör Marcos'un dağa oyulmuş heykellerinde olduğu gibi simgeler kullanıldı; kimi yerdeyse, bizde olduğu gibi, en ücra köşelere kadar kazınmış "Önce vatan!" benzeri sloganlar.

Simgelerin, sloganların, resmi devlet törenlerinin yetmediği yerlerde korku unsuru, "hatırlatma"ya içerilmiş olarak devreye sokuldu. O noktadan sonra "muhatap"lan için devletin varlığının hissettin lme-si, devletin şiddetinin görünür biçimler -ve çoğu kez de, yapılar- halini alması demekti. Burjuvazi, gerek emperyalist ülkelerde gerekse de sömürgelerde, "yönetememe" halinin ortaya çıktığı hemen her durumda siyasal zorun askeri biçimlerini öne çıkardı. Rosa ve Liebknecht'in katilleri Freikorpslar, Latin Amerika’da ölüm Mangaları biçiminde örgütlenerek onbinlerce muhalifi katlettiler. Videla ve Pinochet'lerin iktidarı siyasal literatüre desaparecido deyimini ve Plaza de Mayo Anneleri olgusunu kazandırdı.

12 Eylül 1980'in üzerinden 12 yıl geçti. Bir siyasal sistem olarak demokrasi, Cumhuriyet tarihinin hiç bir döneminde olmadığı kadar söze döküldü; ancak, eşitlikçi ve katılımcı bir demokrasinin gerçekleştirilmesine yönelik her girişim de hiçbir dönemde olmadığı kadar kısıtlama ve baskılarla karşılaştı. Muhalif olanın terörist addedildiği bir koşullanma ortamında, de facto infaz hukuku yerleşik bir özellik kazandı; kontrgerilla bir yönetme biçimine dönüştü. İnsanlarımız, akıl almaz boyutta şiddet içeren uygulamaların sadece Vietnam ya da Latin Amerika ülkelerine özgü olmadığını kendi deneyleriyle öğrendiler. Filmlerde ve kitaplarda anlatılanlar, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar için de dokunulabilir, dahası yaşanılabilir oldu. And Dağlarındaki zulümle Cudi Dağı'nda olanlar, Paolo Condor zindanlarındaki işkencelerle Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkenceler aynı zincirin değişik halkaları haline geldi. Ama sadece zorun vahşice uygulanmasındaki "aynılık" değildi coğrafyaları aynı potada birleştiren; direnişin kendisi de, zaman ve mekan olgusunu ortadan kaldıran bir yoğunlukta insanın varoluş mücadelesine eklemlendi. Öldürüldükten sonra başı kesilerek bir yanardağ ağzından içeri atılan Latin Amerikalı gerillanın öyküsü, Botan'da ayaklarından asılarak helikopterle dolaştırılan gerillanın öyküsüne karıştı; Antep'te Sait Şimşek söyleniyle anlatılır oldu, İstanbul Kartal'da Ataman İnce...

Beyaz Ölümün Güncesi'nde Özcan Sapan böylesi bir dönemin kurbanlarını anlatıyor. Sapan'ın kitabında bu kurbanlar, ölüm kayıtlarında ya da kayıp listelerinde yer alan silik birer rakam olmaktan çıkartılarak, birer insan hayatı, içimizden bililerinin hayatı olarak betimleniyor.

Dikkatli bir göz, ana başlıklarını "yargısız infaz", "gözaltında ölüm" ve "kayıplar'in oluşturduğu bu çalışmada, herbir öykünün, şiddete uğrayan ve şiddete uğratan açısından bakıldığında benzer uygulamalar ve sonuçlar içerdiğini, ama buna rağmen herbir öykünün bir diğerine hiç benzemediğini görecektir. Çünkü burada anlatüan insanın kendisidir ve her insanın ayn bir öyküsü var.

Dehşet!... Çağrıştırdıkları güçlü umut kıvılcımlarının yarımda, öykülerin okurun imgeleminde bırakacağı tad budur.
Burjuvazi ölülerin ve kayıpların mezarlarını yakınlarına bile göstermeyerek, hiç gözaltına alınmadıklarını söyleyip inkar ederek toplumu belleksiz bırakmaya, direnişi, şiddete karşı konulabileceği örneğini yok saymaya çalışıyor. Dokusunu olayların doğrudan tanıklarıyla yapılan röportajların oluşturduğu Beyaz Ölümün Güncesi, belleksiz bırakılmak istenen toplumumuza yönelik bir "Unutma!" çağrısıdır da aynı zamanda.



Yeni Dünya Düzeni Demokrasiye Terör

Giriş


İdeoloji, gündelik yaşamın kendisidir; onda içkindir. Müdahale alanlarını genişletebildiği ölçüde hayat içindeki karşılıklarını bulur ve en nihayet, günlük yaşantının kendisi tarafından yeniden üretilir. Toplumsal işleyişi belirleme inisiyatifiyle örgütleyebilme kapasitesi arasında sıkı bir ilişki vardır. Denilebilir ki, bir ideolojik biçim, sirayet edebilme özelliğine bağlı olarak egemen konuma yükselir ya da bulunduğu konumdan aşağı düşer. Bir ideolojik biçimin gerçek etkileme gücü, onun toplumun değişik kesimlerine ne kadar sızabildiğiyle, dahası kendi çıkarlarını onlara ne kadar benimsettirebildiğiyle doğru orantılıdır. Burjuva ideolojisi, sınıfının unsurlarınca benimsendiğinde kendiliğinden bir güç konumuna yükselmez; gerçek bir güç olabilmesi için, sunulan biçimin, toplumun değişik kesimlerince benimsenerek özellikle emekçi kitleler aracılığıyla her günkü (günlük) yaşantıya taşınması, bir başka deyişle "sessiz çoğunluk" tarafından onaylanması gerekir.

.....




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues