La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Geri Pas


Auteur :
Éditeur : Date & Lieu : 2001, İstanbul
Préface : Pages : 160
Traduction : ISBN : 975-6560-00-2
Langue : TurcFormat : 130x200 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Arh. Ger. 433Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Geri Pas

Geri Pas

Faruk Arhan



Türkiye Ocak ayının soğuk günlerinde, bir zamanlar adı silahlarla anılan Diyarbakır’dan gelen bir haberle sarsıldı: Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis uğradıkları silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdi. Gaffar Okkan için yapılan cenaze töreninde binlerce insan gözyaşlarını tutamadı, kepenkler kapatıldı, Kürtçe ağıtlar yakıldı. Gaffar Okan’ın cenaze töreninden sonra DHA Diyarbakır Temsilcisi Naci Sapan, “Gaffar Okkan’la Geçen 3 Yıl” başlıklı yazısında Okkan’ın tayinin İstanbul’a çıktığını, ama bölgedeki birçok memur gibi, Onun bu habere pek sevinmediğini yazıyordu. Okkan, “Elbette güzel bir şey, ama Diyarbakır'ı bırakıp gitmek içime sinmiyor. Diyarbakırspor’u...



Faruk Arhan, 1972 de Ş.Urfa'nın Hilvan ilçesine bağlı Sumaklı köyünde doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nden mezun oldu. Demokrasi ve Ülkede Gündem gazetelerinde çalıştı. “Medya Eleştirisi ya da Hermes'i Sorgulamak" adlı kitaba imza atanlar arasında yer aldı. 2000-2001 dönemlerinde Çağdaş Gazeteciler Demeği İstanbul Şube Başkanlığı görevinde bulunan Faruk Arhan, üç yılı aşkındır bağımsız gazetecilik çalışmalanna devam ediyor.

 



NEDEN DÎYARBAKIRSPOR?


Diyarbakirspor şampiyon olmuştu ya da ikincilikle yeni adıyla Süper Lig’e yükselmişti. 14 yıl aradan sonra yeşil sahalarda da olsa bir hasret giderilmişti. Bu kesindi. 24 Ocak 2001 akşamı Diyarbakır şehir merkezinde öldürülen “baba müdür” Gaffar Okkan ile 20 Mayıs 2001 akşamı İstanbul İnönü Stadı’ndan Süper Lig’in yeni takımı olarak çıkan Diyarbakirspor arasında bir bağ kurmamak sanırım ciddiyetsizlik olurdu. Gaffar Okkan yaşıyor olsaydı Diyarbakırspor’un bu tablosunda yerini alacak ve çok mutlu olacaktı. Bu da kesin. Kesin olmayan Diyarbakırspor’un neden bu kadar yakın bir markaja alındığıydı? Klasman ve yükselme grubu maçlarında, özellikle de son iki yılda özel bir ilgiye mazhar olan
Diyarbakırspor’daki keramet neydi? Neden herkes Diyarbakırspor’u destekliyordu? Yıllarca, faili meçhuller, gözaltında kayıplar ve çatışmalarla gündemde kalan Diyarbakır, bu kez futbol takımı nedeniyle medyanın gözlerini çevirdiği bir kent olmuştu. 27 yıldır kulüpte malzemecilik yapan Ali Dayı konuşursa, “Kulüp kökünden havaya uçacaktı!" Neden?

Bütün bu sorularla birlikte kendimi Temmuz sıcağında Diyarbakır’da buldum. Diyarbakır’a gelmeden önce ön bir çalışma içine girmedim. O güne kadar, Diyarbakirspor hakkında medyaya yansıyanları dahi doğru dürüst takip etmiyordum. Önyargısız gazetecilik anlayışımla ve kulübe olan yabancılığımla çalışmalara başladım. Şehir merkezinde ilk gittiğim yer, Diyarbakır’ın maçlarını oynadığı Atatürk Stadı oldu. Diyarbakirspor kafilesi o sıralarda Kızılcahamam’da kamptaydı. Transfer görüşmeleri devam ediyor, takımın başına getirilen Yılmaz Vural oyuncu kadrosunu yavaş yavaş kuruyordu.
Meslektaşlarımla görüştüm. Üniversiteden arkadaşlarım, eski futbolcuların adreslerini, telefonlarını bulmaya çalıştılar. Hemen hemen görüştüğüm her Diyarbakırlı beni yeni bir adrese götürdü. Temmuz’un kuru sıcağına bir türlü alışamama rağmen günde 3-4 görüşme yaptım. Bildikçe kazıyordum, kazıdıkça bilinen manzaranın gerçeği yansıtmadığını görüyordum.

Birilerinin canı yanacaktı, birileri anında bilgilerle Diyarbakır’da neyin peşinde olduğumu, ne yapmak istediğimi tam olarak öğrenmek istiyordu. İddiaların ağırlaştığı kişiler esrarengiz bir şekilde, şehirde nereye gittiğimi, kimlerle görüştüğümü, hatta görüştüğüm kişilerle aramızda geçen konuşmaları bile öğreniyordu. Bunun sırrını öğrenmem çok zor olmadı. Karanlık kesimlerin, bir şekilde şehrin önemli yerlerinde kulakları vardı. Onlar, sadece sahada atılan gollerle ilgilenmemi istiyorlardı!

İstanbul’daki arkadaşlarımdan, vazgeçmem konusunda ciddi baskılar geldi. Canımın haberden daha kıymetli olduğu vurgulandı. Yine de vazgeçmedim, gidebileceğim yere kadar gidecektim. Gidebileceğim yere kadar gittim. Gazeteciydim, gazeteci ve insan duyarlılığım neyi gerektiriyorsa onu yapacaktım. Yaptım da. Diyarbakır’ın artık, sadece caddelerini, sokaklarını.daha iyi bilmiyordum. Diyarbakır’ın ve sporunun öteki yüzüne ulaşmam çok kolay olmadı. Bütün bunların yanında tırnağımla sokak sokak, kapı kapı topladığım bilgileri kaybetmekten korkuyordum. Bilmemem gereken bilgilere ulaşmam bu korkumu daha da artırıyordu. Saha dışına çoktan çıkmıştım, haddimi aşıyordum. Tehditler alıyordum, ne yapmak istediğimin altı çizilerek soruluyordu. İyi niyetlilerin önerisi ise sadece daha dikkatli olmamdı: Yolda sıradan bir trafik kazasına kurban gidebilirdim!

Diyarbakır’da kaldığım 14 gün boyunca onlarca görüşme gerçekleştirdim, onlarca kişi ile tanıştım. İsmini vermek istemeyen yetkilinin söyledikleri karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Bölgede gazetecilik yapan meslektaşlarımın ayrıca neden ‘denge politikası’ izlemek zorunda olduklarını düşündüm durdum. Gazetecilik bu olmamalıydı.

Siyasi parti temsilcilerinin Diyarbakırspor ile ilgili düşüncelerini merak ettim. DSP ve MHP’den kimselere ulaşamadım. Taraftarların görüşlerini aldım. Gittiğim her yerde, görüştüğüm her kişiye, “bağımsız gazeteci ne yapar, bağımsız gazetecilik nedir, neden bağımsız gazeteci?’’ gibi defalarca karşılaştığım sorulara cevap vermekten doğrusu bazen sıkıldım, inatla, ısrarla ikna etmeye çalıştım. Herhangi bir kimseye ya da bir kuruma bağlı değildim. Onlan şaşırtan da buydu galiba. 14 yıl boyunca yaşadıkları savaş stresi onlara ‘güven’ denilen olguyu, açık bir şüphe duygusu eşliğinde derinden öğretmişti. Kuşkularım hoş karşılıyordum.

Hakkında bir sürü iddia olan ANAP Genel Başkan yardımcısı ve Sırnak Milletvekili Salih Yıldırım, Şırnak Valisi Hüseyin Başkaya ve adı geçen diğer kişilerin cevap hakkı olduğunu düşünerek kendilerine ulaşmaya çalıştım. Halen hayatta olan takımın kurucusu Nejat Cemiloglu için bulunduğumuz bütün girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Bunları çalışmanın, gazetecilik ahlakıma göre de araştırmanın bir eksiği olarak görüyorum.

Açıkçası şehirde bu sonuçlara varırken, “Türkiye’de temiz siyaset, temiz devlet ve temiz yurttaşlık bilinci’’ içiıı, önce Diyarbakır’dan başlanılması gerektiği ayrımının çok ciddi bir şekilde masaya yatırılması ihtiyacını gördüm. Çünkü, Diyarbakır çok kirlenmişti, kirletilmişti!

Teşekkür;
Bu çalışmayı hazırlamak kolay olmadı. Her sayfasında birçok arkadaşımın, yakınımın emeği var. Benim için önemli olan bu emeklerini göz ardı edemem. Ekonomik kahrımı çeken abim Mehmet ve kardeşim Yılmaz’m yardımları olmasaydı, belki dolu bir mide ile çalışamayacaktım. Yine öğretmen abim Mustafa, Diyarbakır’daki evini bana açmasaydı, kendimi belki güvende hissetmeyecek ve daha rahat çalışamayacaktım.

Kitabın her aşamasında yanımda olan ve konunun önereni Müslüm Yücel, bana inanmasaydı belki böyle bir çalışmaya hiçbir zaman imza atmayacaktım. Ellerim ulaşmadığında, gazete haberlerini ve internetteki sitelerden ilgili yazıları toplayıp bana getirmekten bıkmayan Onur Öztürk’ün katkıları olmasaydı, belki çok zorlanacaktım.

Diyarbakır’da beni yalnız bırakmayan avukat arkadaşım A. Kadir Güleç’e ve ailesine teşekkür ediyorum. Üniversiteden arkadaşım Av. Özgür Erdem’in bana verdiği destek karşısında ne kadar teşekkür etsem azdır diye düşünüyorum.
Diyarbakırspor’un eski futbolcusu Ramazan Kahramaner ve şehrin “Çetin abisi” fotoğrafçı Abdurrahman Allak ile yaşlı meslektaşım Gani Zorlu’nun bana verdikleri fotoğrafların katkısını asla unutamam.

Şinasi Ötük’ün Diyarbakır’ın ılık akşamüstlerinde ısrarla ısmarladığı çayların samimi ve güleç tadını, Yedinci Gündem gazetesi Diyarbakır Büro çalışanlarının içten yardımlarını ise kuru bir teşekkürün karşılayacağını düşünmüyorum. Uzattığım teybi elinin tersi ile geri çevirmeyen, her soruma cevap veren, sorduğum adreslere kadar bana eşlik eden Diyarbakır halkı önünde ise saygıyla eğiliyorum.

İstanbul’daki meslektaşlarım, Mehmet Uçar (bağımsız gazeteci), Vedat Danacı (Fanatik), Hatice Yaşar (Radikal), Yusuf Sahici (Anka Ajansı), Elif E. Ural (CNN), Yekta Kılıç (bağımsız gazeteci), Canan Kaya (bağımsız gazeteci) ve ÇGD’li arkadaşlarımın gerek çalışmaya, gerek bana her alanda verdikleri samimi katkı ve destekleri için kendilerine ne kadar teşekkür etsem azdır.

Kısacası, bana inanan ve yardımcı olan herkese yürekten teşekkür ediyorum.

Faruk Arhan
8 Eylül 2001
Beyoglu-lstanbul

 



Dıyarbakırspor

Türkiye Ocak ayının soğuk günlerinde, bir zamanlar adı silahlarla anılan Diyarbakır’dan gelen bir haberle sarsıldı: Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis uğradıkları silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdi. Gaffar Okkan için yapılan cenaze töreninde binlerce insan gözyaşlarını tutamadı, kepenkler kapatıldı, Kürtçe ağıtlar yakıldı. Gaffar Okan’ın cenaze töreninden sonra DHA Diyarbakır Temsilcisi Naci Sapan, “Gaffar Okkan’la Geçen 3 Yıl” başlıklı yazısında Okkan’ın tayinin İstanbul’a çıktığını, ama bölgedeki birçok memur gibi, Onun bu habere pek sevinmediğini yazıyordu. Okkan, “Elbette güzel bir şey, ama Diyarbakır'ı bırakıp gitmek içime sinmiyor. Diyarbakırspor’u şampiyon yapmadan gitmeyeceğim” diyordu. (Hürriyet, 26 Ocak 2001) Okkan’ın Diyarbakır ve Diyarbakırspor’la ilgili pek çok duygu ve düşüncesi vardı ve Diyarbakırspor için bir vakıf kurmayı amaçlıyordu. Sonuçta Vakıf belki kurulmadı, ama Diyarbakırspor İstanbul’da, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni 3-2 yenerek, 14 yıl sonra yeni adıyla Süper Lig’e çıkıyordu. Gaffar Okkan’ın eşi Zerrin Okkan, bu son maçı çocuklarıyla protokolde izlerken, futbolcular attıkları her golden sonra formalarını öpüp, Gaffar Okkan’ı selamlıyorlardı. Seyircilerin “Gaffar Okan ölmedi, içimizde yaşıyor” tezahüratı üzerine, bayan Okkan gözyaşlarını tutamıyordu. (Diyarbakır Söz, 21 Mayıs, 2001) Diyarbakır'da ise yer-gök yeşil-kırmızı renge boyanırken, on binlerce Diyarbakırlı, sokağa dökülüp ellerinde Diyarbakırspor’un bayraklarıyla, “Şampiyon Diyarbakır” sloganı atıyorlardı. Kutlamaların yoğunluğu nedeniyle Ekinciler, Gevran, İstasyon ve Dagkapı olmak üzere bir çok cadde ve sokak trafiğe kapanıyordu. Küçük çocuklar yüzlerini yeşilkırmızıya boyamışlardı ve herkes Diyarbakırspor’u konuşuyordu.

Türkiye’de spor, yazılı kültürde yoktur, sözel kültür söz konusudur. İnsanların kullandıkları günlük dil ile spor yorumlanır ve bunun için hakaret ve küfürler sporu anlamanın ve anlatmanın tek yolu olarak kabul edilir. Çünkü, “gündelik sözcükler ve benzetmeler deposundan yaptığı sağduyulu seçmece kendi yaygın üslubuyla karıştığı zaman spor gevezeliğini oluşturan çeşitli sözcüler için elde hazır bulunacak bir kaynak" sağlanır. (David Rove, Popüler Kültürde Haz Politikası, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1996. s. 261.) Türkiye’de ...

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues