La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Kod Adı Yüksekova


Auteur :
Éditeur : Milliyet Date & Lieu : 1998, İstanbul
Préface : Pages : 182
Traduction : ISBN : 975-313-038-4
Langue : TurcFormat : 140x230 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Ber. Kod. 1221Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Kod Adı Yüksekova

Kod Adı Yüksekova

Enis Berberoğlu

Milliyet

"... Sonuçta devlet küçülür, zayıflar ve toplumsal-ekonomik yaşamdan çekilirken, otorite boşluğu çeteler tarafından dolduruldu. Verginin yerini haraç, hapis ve para cezasının yerini kurşun aldı. Eroin kaçakçıları TBMM'de ahlak abidesi gibi hava attı. Kafalar karıştı, ölçü bozuldu..."

"... Susurluk sürecinden sonraki en önemli gelişme, İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın Birdal'a suikast girişimi oldu. Anlaşılan sivil çeteler, devlete varlık nedenlerini kanıtlamak istedi. Elinizdeki kitap, bir Güneydoğu gazisi, bir ülkücü kabadayı ve insan hakları konusunda PKK'yı kayırdığı iddia edilen bir sivil toplum örgütçüsünün aynı fotoğraf karesinde nasıl buluştuğu sorusuna yanıt aramak için yazıldı..."



Enis Berberoğlu, 1956 yılında İstanbul'da doğdu. Avusturya Lisesi'ni, Boğaziçi Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. 1981 yılında Dünya gazetesinde gazeteciliğe başladı. Daha sonra Cumhuriyet, Güneş ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Ankara, Bonn ve İstanbul'da muhabirlik, yöneticilik yaptı. Güneydoğu'da ve 1991 Körfez Savaşı sırasında Bağdat'ta muhabir olarak görev aldı. Susurluk-20 Yıllık Domino Oyunu adlı bir kitabı bulunan Berberoğlu, halen Hürriyet gazetesinde yazmaktadır.



GİRİȘ

Susurluk-20 Yıllık Domino Oyunu kitabını yazmaya koyulduğumuzda dönemin siyasi iktidarı (Refahyol), değil çetelerin devlete nüfuz ettiği gerçeğini, mafyanın varlığını bile reddediyordu... Takipçisi Anasol-D iktidarıysa yakaladığı çete sayısıyla övünüyor.
Üç ayda 29, bir yılda 42 çetenin ele geçtiği haberi, ülkenin suç haritasıyla süslenerek kamuoyu dikkatine sunuluyor.
Tabii ki geçmiş iktidara göre çok daha olumlu yaklaşım...
Ama ne yazık ki iyi niyet yeterli değil.

Çünkü Türkiye’de çeteler rastlantı eseri doğup, büyümüyor; serpilip devlete, siyasete sızmıyor.
Türkiye’nin sosyal ve ekonomik bünyesi çete üretiyor. Aspirin tedavisiyle yetinip sadece çete yakalamak, bataklığın yanı başında sivrisinek avlamaya benziyor.
Türkiye'nin nüfus artış hızı çok yüksek. Kentleşme hızı da öyle... Bu yüzden büyümenin yarattığı refahın günlük yaşama yansıması gecikiyor. Gelir dağılımı bozukluğu ve iş güvencesi eksikliği de eklenince organize suç çetelerine en uygun ortam sağlanmış oluyor.

"Mafia", küçük silahlı gruplara verilen addır. Ortaçağ Sicilyası’nda arazi sahiplerinin mülklerini korumak için kurulan bu gruplar giderek güçlendi, XVIII. ve XIX. yüzyılda mülk sahiplerinden ürünlerin korunması için haraç almaya başladı...
Global mafyanın ilk altın kuralı haraç böyle doğdu.
Sık sık istilaya uğrayan Sicilya’daki etnik kökenli karışık töreler, büyük toprak sahiplerinin baskısı, alternatif adalet sistemi yarattı. Mafya arabulucuk hizmetine başladı...
Hızlı adalet ve infaz kamuoyunda rağbet gördü.
Mafyanın arabuluculuk hizmetinden yerel politikacılar da yararlandı.
Böylece mafyanın siyasi temsili sağlandı.

Mafya ekonomik yasakların yarattığı fırsatları iyi kullandı. Örneğin ABD’de 1920’li yıllarda uygulanan içki yasağı ile Şikago çetelerinin altın döneminin çakışması rastlantı değildir.
Suç ekonomisinde yasaklar rantı yükseltir. Ama yüksek rant piyasaya giriş talebini de artırır. Dolayısıyla mafyanın eli ülkeyi yöneten resmî güçlere mahkumdur.
Suç ekonomisinin gelir ve kârının yasadışı ve resmî güçler arasında paylaşımı kuraldır.
Mafya, tarihî eşiği İkinci Dünya Savaşı sırasında aştı. Organize suç çeteleri, İtalya'ya müttefik çıkarmasına yardımcı oldu. Mafya ve gizli servisler arasındaki flört bu aşamada doğdu.
Savaştan sonra hür dünyanın bekası için mafyaya ihtiyaç duyulduğu fark edildi!
Örtülü, yani asla kamuoyuna açıklanması düşünülmeyen operasyonlar için kadrolar, silah ve teçhizat bu çetelerden sağlandı, ulaşım ve hatta istihbarat hizmetlerinden yararlanıldı.

İtalya’da olası komünist iktidara karşı desteklenen gladio modeli başarılı sınav verince tüm NATO üyelerine yayıldı.
Türk mafyası 1950-1980 arasını ekonomik tercih ve sınırlardan kaynaklanan yasaklan fırsat bilerek büyüdü... Altın, yabancı sigara, döviz kaçakçılığı hem kârlı, hem de daha sonra uzmanlaşacağı uyuşturucu ticaretine göre çok daha masumdu.
1980’li yıllar Türk mafyasının gelişimi için gerekli iç ve dış koşulları hazırladı.
Çünkü ekonomi politikası kamu rantlarının özel kesime aktarılması yönünde çizildi, ama gerekli hukuki altyapı ihmal edildi...

Dahası kamu rantının sıradan vatandaşa ulaşmasını kontrol eden aracıların, yani mafyanın örgütlenmesine göz yumuldu. Bu anlayışın, daha doğrusu ihmalin en çarpıcı örneğine gecekondu mahallerinde tanık olduk. Büyük kentlere akın kamu arazilerinin yağmasıyla sonuçlandı.
Siyasî irade eksikliği gecekondu yıkımını engelledi, vatandaş evini yapacağı arsayı Hazine’den satın almak yerine mafyaya para ödedi...
Kısacası devlet, vergisinden vazgeçti, ama yerini haraç aldı.

Türk ekomomisi dışa açılmanın da yardımıyla serpilirken, en hızlı büyüme hizmetler sektöründe yaşandı. Bu sektördeki hızlı alışveriş temposu, yüksek enflasyon, çek-senet tahsilatında tıkanıklık yarattı. Kamuya kaynak ayırmama politikasından adalet sistemi de nasibini aldığı için mahkemeler acil taleplere karşılık veremedi. Yerel çetelerin arabuluculuğu çok daha verimli hale geldi. Topuğa sıkılan kurşun en etkili ceza infaz yöntemi oldu.
Türk ekonomisinde dış kaynak her zaman çok önemlidir. Çünkü iç tasarruflar yetersizdir.

Mafya 1980’li yılların ilk yansında ilan edilen ihracat seferberliğini paravan olarak kullandı. Dönemin tekpartili (ANAP) siyasî iktidarı, “hayali ihracat" yoluyla Hazine kaynaklarının mafya çetelerine aktanlmasına ses çıkarmadı.
İyice palazlanan mafya kendisine sığınak olarak kayıt dışı ekonomiyi seçti. Siyasî iktidarlar, yurtdışına sermaye kaçışma sebep olur ve ekonomik krize yol açar kaygısıyla ekonomiyi kayda almaktan hep korktu. Oysa kayıt dışı ekonomi ile suç ekonomisi arasındaki sınır çok açıktı.

Kayıt dışı ekonomide üretim yasaldır, gelir, vergi korkusuyla saklanır...
Suç ekonomisindeyse üretim yasadışıdır, gelir o yüzden saklanır.
Vergi salmak ve kayda geçirmek farklı işlerdir, siyasî tercih eseridir.

Türkiye’nin milli geliri yıllık ortalama 200 milyar dolar olarak kabul edilebilir. Kayıt dışı ekonomi tahminleri resmî rakamın yüzde 50’si ile yüzde 100'ü arasında değişiyor.
Demek ki kayıt dışı sektörün boyutunu 100-200 milyar dolar arasında hesaplamak gerekli.
Bu büyüklük içinde en fazla 10-20 milyar dolar arasındaki suç ekonomisinin (telif hakları ihlalleri, çocuk çalıştırılması gibi eylemler dahil) izini bulmak çok zordur.

Ne yazık ki Türkiye’deki toplumsal değişime önderlik eden liderler ahlaki açıdan örnek olmaktan çok uzak kaldılar. Liberal ekonominin büyük mütefekkiri sayılan merhum Turgut Özal, “Benim memurum işini bilir” diyerek kamudaki çürümeye geçit verdi. Ailesi de Engin Civan-Selim Edes anlaşmazlığında önce rüşvet, sonra kanlı infaz olaylarına taraf oldu.

Sonuçta devlet küçülür, zayıflar, toplumsal-ekonomik yaşamdan çekilirken, otorite boşluğu çeteler tarafından dolduruldu. Verginin yerini haraç, hapis ve para cezasının yerini kurşun aldı. Eroin kaçakçıları TBMM’de ahlak abidesi gibi hava attı. Kafalar karıştı, ölçü bozuldu.

Mafya ve Cumhuriyet hükümetleri arasındaki ilişkiler, devlet aygıtı aracılığıyla ve Batı’daki gladio modeline uygun gelişti. Yani özellikle 1960 ve 1970’li yıllarda gelişen Türk soluna karşı mafya ve devlet arasında ittifak kuruldu. İttifakın üniformalı kanadında polis ve asker yer aldı.

Aslında 1980 askeri darbesi bu ittifakı geçersiz kıldı. Ama hemen ardından gelen Güneydoğu savaşı Türkiye'nin önemli bir bölümünde özel hukuk kuralları uygulanmasına yol açtı.
PKK yerel mafya olarak sahnedeki yerini aldı. Ülkücü kökenli mafyayla aynı görüşteki 12 Eylül kadroları karşı safta buluştu.

Kimi teorilere göre, “Devlet, belli coğrafyada şiddet kullanım tekelidir...” Ve Türkiye Cumhuriyeti bu hakkı kullanmakta oldukça kıskanç olduğunu gösterdi. Bardağı taşıran gelişmeleri hatırlayalım:

- Mafyayı büyüten kayıt dışı ekonomi, korkulan İslâmî sermayeye ve PKK’nın paravan şirketlerine de yataklık ediyor. Saydam ekonomi bu tehlikeye karşı tek seçenek.

- Nasıl her kış Rusya’dan gelecek komünizm tehlikesinden korkuluyorduysa aynı coğrafyada yeşeren global mafyanın Türkiye’ye nüfuz etme riski de yüksektir.

- Türk mafyası, işvereni devlete kulak asmayarak uluslararası bağlantılara yöneldi. Bu bağlantılarda bazı yabancı gizli servislerin izine rastlandı.

- Devlete çalışanlar veya devletle irtibatlı çalışanlar ile böyle gözüküp cebini dolduranlar Susurluk sürecinde ayrıştı... Devlet refleksiyle, MGK zoruyla devlet gölgesine sığınan hırsızlar, kabadayılar tasfiyeye uğradı. Kaçak babalar yurtdışmda kıstırıldı veya yurda dönmeye zorlandı.

Bu kitap yazılırken Asya ve Rusya krizi global ekonomiyi zorluyordu. Batılı sermaye ihraç eden ülkelerin bu krizin ardından mafya kontrolünde ekonomilere yeni kredi açması biraz zor gözüküyordu. Yani Türkiye'ye de üslenen global mafyanın suyu kesilecek gibiydi.

Eşzamanlı olarak Türkiye'deki karanlık servetler özelleştirme yoluyla satılan kamu kurum ve kuruluşlarına dönüşüyor, reklam, ulaşım ve eğlence sektörlerine yatırılan mafya paraları yasal sektöre kayıyordu.
Mafyanın MİT ve polis gibi devlet kurulularındaki uzantılarının temizlenmesiyse biraz daha uzun süreceğe benziyor... Çünkü bu kurumlar her hükümet taralından siyasî hasımlarına karşı tetikçi olarak kullanılmak istendi, kadrolar parsellendi.

Oysa mafyanın hangi nedenle olursa olsun zayıflaması demokrasi için ön şarttır.
Çünkü mafya saydamlıktan, demokrasiden, sosyal yardımlaşma ve dayanışmadan hoşlanmaz... Olsa olsa spor kulüplerine meraklıdır.

Susurluk sürecinden sonraki en önemli gelişme. İnsan Hakları Demeği Genel Başkanı Akın Birdal’a suikast girişimi oldu. Anlaşılan sivil çeteler, devlete varlık nedenlerini kanıtlamak istedi. Elinizdeki kitap, bir Güneydoğu gazisi, bir ülkücü kabadayı ve insan hakları konusunda PKK'yı kayırdığı iddia edilen sivil toplum örgütçüsünün aynı fotoğraf karesinde nasıl buluştuğu sorusuna yanıt aramak için yazıldı.

Bu yüzden kitap, ilk bakışta bağımsız gibi gözüken dört ayrı bölüm olarak tasarlandı.
Aslında her bölümde suikastın bir kahramanının temsil ettiği dinamiğin öyküsü aktarıldı.
İlk bölümde, Şemdin Sakık'ın yakalanması. Akın Birdal suikastı ve Alaattin Çakıcının Fransa'da ele geçirilmesi olaylarında ortak irtibat noktaları arandı. Devlet ve suç çeteleri arasındaki organik bağın kanıtlan sergilendi.
İkinci bölümde, organize suçun devlet kaynaklanyla nasıl büyüdüğü anlatıldı. Mafyayı sadece devletin örtülü kurumlarının değil, örneğin turistik tesise karşılık kumarhane izni pazarlığının da beslediği gerçeği vurgulandı. Mafyanın Bodrum’daki beş yıldızlı otel macerası kaleme alındı.

Üçüncü bölümde, devlet eliyle yaratılan rant kontrol edilmezse, sadece milli mafyanın değil, PKK gibi kategorik düşmanların da pastaya üşüşeceği gerçeği anlatıldı.
Dördüncü bölümde, organize suç çeteleri, PKK, korucular ve itirafçıların kol gezdiği Yüksekova coğrafyasında devletin tek temsilcisi olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına yönelik iddialar kaleme alındı.
O yüzden kitabın adı, Kod Adı Yüksekova olarak seçildi. Çünkü Yüksekova aslında Susurluk’un anasıdır. Çeteler, korucular, itirafçılar Yüksekova'nın yüksek rantlı suç ilişkileri yüzünden doğdu, PKK bu coğrafyada boy attı, malî destek buldu. Devlet örgütü Yüksekova kahramanlarıyla tanışan, zorunlu olarak birlikte çalışan ve bazen baştan çıkan personeli nedeniyle kirlendi.

İtiraf edeyim ki, bazen Türkiye haritasına bakarken sadece Güneydoğu’dan ibaret olduğu kâbusuna kapılıyorum.
Veya Bodrum’dan, Susurluk-Ankara güzergâhında Yüksekova’ya kadar uzanan fay hattının üstünde yaşadığımıza inanıyorum. Güneydoğu’dan çıkan çatlağın, taş çarpan otomobil camındaki gibi dört bir yana dağılıp vizyonumuzu tamamen kapatmasından çok korkuyorum.

Elinize aldığınız bu kitabı okuyup bitirmenize tabii ki çok sevinirim. Ama eğer on yıl sonra geri dönüp hata bulamazsanız, o zaman kıdemli bir gazeteci sıfatıyla büyük gurur duyarım.
Bu kitap, tıpkı Susurluk-20 Yıllık Domino Oyunu gibi tamamen açık kaynaklardan ve mahkeme dosyalarından yararlanılarak yazıldı. Dolayısıyla -hataların yazara ait olması koşuluyla- kolektif bilincin ve hafızanın ürünüdür.

Yeşilyurt
Ağustos 1998



Birinci Bölüm

Yarasa Duhok’a İndi


Diyarbakır Asayiş Bölge Komutanlığı pistinden kalkan Sikorsky helikopterlere binen 30 kadar subayın hepsi bordo bereliydi. 13 nisan 1998 salı sabahı saat tam 05.30’ta havalanan helikopterlerin hedefi Kuzey Irak'taki Duhok kentiydi.
Helikopterler 73 kilometre uzaklıktaki hedefe bir saatte ulaştı. Saatler 07.30’u gösterirken Türk özel birliğinin gözetlediği evden iki kişi çıktı. Barzaninin Kürdistan Demokrat Partisine (KDP) bağlı peşmerge korumayla birlikte bekleyen otomobile bindiler.

Duhok çıkışında otomobil durduruldu. 15 mart günü PKK’dan firar ederek KDPye sığman Şemdin Sakık ve kardeşi Arif Sakık birden otomobili saran Türk subaylarını görünce silaha davrandılar. Ancak taşıdıkları M-16 tüfeklerinde öldürmeyen, sadece yaralayan kurşunlar bulunan özel birlikler, hemen tetik düşürmek yerine ikna yolunu seçti.
Sakık kardeşler ve korumaları silahlarıyla birlikte teslim oldu. Operasyonun en riskli bölümü 3,5 dakikada tamamlandı. Türk birlikleri Sakık kardeşlerle birlikte helikopterle havalandı. Türk sınırları içinde gizli bir üsse inildi. Özel birlikler Şemdin ve Arif Sakık’la birlikte karayoluyla saat 14.30’ta Diyarbakır’a girdi.

Aynı saatlerde Genelkurmay Genel Sekreterliği, Anadolu Ajansı’na yaptığı yazılı açıklamayla operasyonu ve zaferini ilan etti:
.....




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues