Éditeur : Avesta | Date & Lieu : 2000, İstanbul |
Préface : | | Pages : 400 |
Traduction : | ISBN : 975-7112-73-9 |
Langue : Turc | Format : 135x210 mm |
Code FIKP : Liv. Tur. 2133 | Thème : Mémoire |
Présentation
|
Table des Matières | Introduction | Identité | ||
KÜRTLERİN DE BİR ŞANSI OLSUN: MUSA ANTER Herkes söze bir yerden başlar, ben de öyle yaptım. Musa Anter bu sefer köyünden gelip İstanbul'a yerleşmeden önce, içimde hep şöyle bir duygu/arzu vardı: Birisi çıkıp da Musa Ağabey'in hayat hikayesini yazmalı... Bir de kendime göre bir isim uydurdum "Musa ölmeden." Yaşar Kaya |
ÖNSÖZ Recaizade Ercüment Ekrem Talu, yaşantısını anlatırken doğum yeri ve baba ocağını şöyle tanıtır: "Marmara Bölgesi Türkiye'nin en uygar bölgesidir; İstanbul, Marmara'nın en güzel şehridir; Boğaziçi, İstanbul'un en latif semtidir. Sarıyer, İstanbul'un en şirin kazasıdır; Yeni Mahalle Sarıyer'in en üstün mahallesidir ve Recaizadelerin köşkü Yeni mahallenin en harika köşküdür... Işte ben burada doğdum." Tabii, 0, Recaizade Ekrem'in oğlu idi. Şimdi bir de bana bakalım: Kürdistan, Türkiye'nin en geri bölgesidir; Mardin, Kürdistan'ın en geri ilidir; Nusaybin, Mardin'in en dertli ilçesidir; Stilîlê (Akarsu), Nusaybin'in en fakir nahiyesidir; Zivingê (Eski mağara), Stililê'nin en geri kalmış köyüdür ve işte ben, bu köyün, nüfus kütüğüne göre, 2 numaralı mağarasında doğmuşum. Denilebilir ki, "Peki birader, bu kadar ilkel ve silik hayatın neye yarayacak ve neye ışık tutacak?" Ama bence bu soru yerinde değildir. Günümüzde tıp aleminde bir farenin veya bir tavşanın üzerinde yapılan tecrübeler sayesinde birçok insanın hayatı kurtarılmıştır. lnsanlığa bu hayvanların faydası; onların arslan, kaplan veya fil gibi oluşlarından değildir elbette. Işte benim hayatım da bu hayvanların cisimleri ayarında basittir. Fakat elli seneye yakındır, tıpkı bir laboratuvardaki tavşanlar ve fareler gibi, çeşitli iktidarlar üzerimde tecrübelerde bulundular. Burada benim yapacağım şey, bu hoş, nahoş tecrübelerimi bir rapor gibi sunmaktır. Inanıyorum ki, bu raporlar okurlarım için faydalı olacak. Zira ben, Kürdistan'dan alınmış bir parça sayılırım. Bu şekilde üzerimde çalışıldı. Bu tecrübeler yapılırken cidden çok sıkıntı çektim; dayaklar yedim; aylarca mezar büyüklüğündeki hücrelerde bit, fare ve pislik içinde kaldım; hapislerde yattım; sürgün edildim. Ticaret hayatım kasten bozduruldu ve iflas ettim. Ben tutukluyken ve karım hastahanede yatarken, güpegündüz İstanbul'daki evimin önüne kamyonet çekilerek profesyonel hırsızlarca evim talan edildi. Bütün bunlar için kimseden ne bir mükafat ve ne de bir mücazat istiyorum. Aslına bakılırsa, her ikisini de almışımdır. Mücazatımı (cezalandırılmamı), eğer bana yapılanlara haklı denirse fazlasıyla çektim. Mükafatımı da almış bulunuyorum. Zira bir yazar için dediği şeyler yirmi otuz sene sonra aynen gerçekleşirse, bu bir anlamda en büyük mükafattır. Tutuklanmalarıma neden olan tüm yazılarım bugünkü Türkiye'nin keşmekeş durumunun adeta bir tablosudur. Ikinci mükafatım da, yukarıda tasvir ettiğim baba ocağım olan mağaradan çıkıp bugün sizlere bu satırları yazabilmemdir sanıyorum. Adettir, hatıra yazarları derler ki, "benim hayatım memleketin hayatından ayrılmaz bir parçadır" veya "hatıralarımda memleketin ve insanlığın tarihini bulacaksınız." Ama ben bu kadar büyük konuşmayacağım. Öyle ya, biz Napolyon veya Hitler değiliz ki hatıralarımz bir harp tarihini veya tüm insanlığın tarihini içersin. Küçük hatıralarımız da ancak küçük şeyleri kapsar. Bazı hastalıkların tedavisi için insanlardan bir parça alırlar. İşte bizim gibiler de ancak memleketin gövdesinden alınmış küçük bir kesiti andırır. Genellikle bu parça üzerinde çalışarak bir rapor verilir ve ona göre bir karara varılır. Ama benim üzerimde çalışan acemiler, beni sözde kanserli bir vücuttan peşin kararla aldılar ve ancak kırk sene sonra habis bir kanser uru olmadığıma karar verdiler. Bu karar verilinceye kadar da vücudum delik deşik edildi. Işte, benim hatıralarımın birer incelenmesi mahiyetinde olacak dediğim raporlar, bu yanlış raporlardır. Bu hatıralar, Kürtçe düşünülüp yazıldı. Fakat zamanın faşist idaresinin faşist kanunları anadilimizle konuşup yazmayı yasak ettiği için, benim için yabancı bir dil olan Türkçe ïle bu hatıratı yazmak mecburiyetinde kaldım. Gerek fikrimi iade tarzım ve gerekse güzel bir Türkçe ile yazamayışım, bundan dolayıdır. Okuyucularımın bunu gözönüne alarak kusuruma bakmamalarını rica ediyorum. Inşaallah sağlığımda, Türkiye uygar bir ülke olursa, bu sefer kitabın aynısı inanıyorum ki çok daha manalı ve güzel olarak Kürtçenin Kurmanci lehçesiyle çıkacaktır. 0 vakit, Türkçe ve Kürtçeyi mukayese edecek olan okurlarım benim bu hususta ne kadar haklı ve üzgün olduğumu anlayacaklardır. Kıymetli hatıraların saiki güzel ve namuslu hatıralardır. Senelerden beri hayat hikayemi yazmak istiyordum, ama yaşımın ilerlemesi ve benimle hatıralarımın arasına yetmiş yılın girmesi bu çalışmayı imkansız hale sokmuştu. Ama hatıralarıma giren iki genç ışık, Bahoz Şavata ve Mehmet Selim Okçuoğlu bana kuvvet verdiler. Öyle ki, mantıki sualleriyle hatıralarımı bana hatırlattılar. Ben, ailem ve bu hatıralardan yararlanacak tüm halkım ve insanlar adına bu iki gencimize ne kadar teşekkür etsem azdır. Ikisinin de sevgi ile gözlerinden öpüyorum. Musa Anter |