La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Arkadaş


Auteur : Multimedia
Éditeur : Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı Date & Lieu : 1994, İstanbul
Préface : Pages : 112
Traduction : ISBN : 975-7956-02-3
Langue : TurcFormat : 130x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Gun. Ark. 3977Thème : Littérature

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Arkadaş

Versions

Arkadaş

Yılmaz Güney

Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı


Kıyıkent... Deniz ve güneş kenti. Yolları asfalt. Evlerinin her biri, bir başka ülkede yapılıp buraya konmuş gibi. Bunlar geniş balkonlu, geniş salonlu evler. Hizmetçili, bahçıvanlı evler. 'Yok'un yok olduğu evler. Zaten bu kıyıkentinde, yokluğun anlamı bile bilinmiyor. Kentin giriş kapısından içeri girmesi, kent sakinlerince yasaklanmış gibi.

Besili, güzel elbiseli çocuklar, bin bir çeşit oyuncakları, şen, tasasız çığlıklarıyla, kentin yollarını, plajını doldurmuşlar. Daha büyüklerinin, baş uğraşı bisikletleri. Bir de durmadan bir şeyler yiyor bu çocuklar. Durmadan bir şeyler içiyorlar. Ana-babaları kumar oynarken, denize girerken, köpeklerini severken; bu çocuklar durmadan bir şeyler yiyorlar.

Cemil, Kadırga yurdunun, Teknik Üniversite'nin yoksul öğrencisi. Suyun altın gibi kıymetli olduğu bir Orta Anadolu köyünde dünyaya gelen Cemil, şimdi, bu deniz ve güneş kentinin, iki katlı evlerinin birinin balkonunda oturmuş, denize karşı birasını içiyor.

Kendinden, hayatından hoşnut. Zengin bir adam o. İşte, hizmetçisi Şirin, içkisini yeniledi. Genç, güzel, herkesin ...



ÖNSÖZ

«Filmler yaparken birtakım toplumsal sorumluluklar taşırız. Yani sözümüzü söylerken bu söylediklerimiz şu gün halkımızın içinde bulunduğu koşullara ters düşer mi, onlara yanlış birtakım düşünceler verir mi, onları yanlış davranışlara itebilir mi, biz işte yalnızca bundan korkarız. Bizim gerçek yargıcımız halktır.

«Ama halk derken de, halkın şu anda içinde bulunduğu kanaatler tam anlamıyla söz konusu edilemez. Halkın bugün içinde bulunduğu kanaatler bir yerde gerek geçmişte, gerekse bugün egemen güçlerin ideolojilerinin baskısını taşır. Biz bunları birbirlerinden soyutlayamayız. Soyut olarak halkın kanaatlerinden söz edersek birtakım yanlışlıkları da beraberinde taşımış oluruz. Biz halk derken, halkın gerçek çıkarları için, yarına yönelik mücadelesi içerisinde bir halk anlıyoruz. Minibüs plağı ya da herhangi bir yerde halk romanı diye satılan birtakım şeyler bence halk kavramını yozlaştırmaktadır.

«Halk kavramından bugünün koşullarında anladığım şudur: Antiemperyalist, antitekel gruplar, yani tekelin ve emperyalizmin dışındaki yenik sınıf ve tabakalar. Halk kavramı değişken bir kavramdır, yarın koşullar değişir, halk kavramı da bu arada kendiliğinden değişir. Halk kavramının özünde üretici nitelik hâkimdir, emek hâkimdir.

«Benim salıverilmiş olmam, özgür olmam değil esas sorun. Özgürlüğü ele alınca bütün toplum adına ele almak gerekir. Özgürlük özünde sınıfsal özellik taşıyan bir olgudur. Sınıflara göre özgürlük anlayışı değişir. Biz özgürlük anlayışımızı üretici, emekçi halkımızın çıkarları doğrultusunda anlıyoruz. Yoksa sermayenin özgürlüğü anlamında değil.

«İki yıllık çalkantılı dönem gerek bana, gerekse toplumumuza, halkımıza çeşitli deneyler kazandırmıştır. Biz de bu deneylerden kendimize düşen sorumluluklar oranında birtakım dersler çıkarttık. Öyle sanıyorum ki bundan sonra yapacağımız filmler daha önceki yaptığımız filmlere oranla daha görev yüklü olacaktır halkımıza karşı. Bu görev, halkımızın gerçek çıkarları doğrultusunda ve onun yarınına ışık tutacak birtakım şeyleri yapmaktır.

«Toplum devamlı bir değişim içerisindedir. Bu değişim kaçınılmaz olarak sanata da yansır. Biz de halkının sorumluluklarını taşıyan bir sanatçı olarak bu değişimin gerçek niteliğini sinemamız kanalıyla anlatmak zorundayız. Bir ülkede birtakım antidemokratik kanunlar varsa, bunlar sinema alanında da etkisini gösterir. Bunun sinema alanına yansıması sansürdür. Sansürün şartlaması sonucu, ister istemez, yaptığımız filmlerde belli çarpıklıklar bulunmaktadır.
Bundan önce yaptığımız filmlere tam anlamında gerçekçi, devrimci, halkçı filmler diyemiyoruz. Bundan sonra yapacaklarıma da halkçı, devrimci filmler olacaktır diyemiyorum; çünkü benim bundan sonra yapacağım filmler ancak bu söylediklerimin doğruluğunu ya da yanlışlığını ortaya koyacaktır.

«İçeride olduğum sürede gerek hikâye, gerek roman, gerekse senaryo olarak düşündüğüm çeşitli şeyler var. Bunları gerçekleştirme, tamamlama işinde, içinde bulunduğumuz koşullara ters düşmemeyi ön plana alıyorum. Çünkü halkımız büyük bir değişim içerisindedir. Çeşitli çalkantıları hâlâ yaşamaktadır. Bu arada yapacağımız bir filmin ya da söyleyeceğimiz bir sözün halk üzerinde yanlış bir etki yapmaması, yanlış bir anlam kazanmaması için içinde bulunduğumuz koşulları iyi değerlendirmeye çalışacağız.

«İnsan her an bir nicelik birikimi içerisindedir. Bu nicelik birikimleri belli bir noktadan sonra nitelik dönüşümlerini getiriyor. Bugün bizim dışımızda her an, her saniye binlerce olay olmaktadır, bu olaylar kaçınılmaz bir şekilde bizi etkilemektedir ve bu her olay kendi büyüklüğü, küçüklüğü oranında bir etki getiriyor. İşte bu etkilerin kaçınılmaz sonucu olarak insanda olay-insan diyalektik hareketi doğuyor.

«Gerçek değişken bir şeydir. Sanatta biz bunu yansıtmak zorundayız. Gerçekçilik toplumun değişen yeni çehresi, yeni gelişim eğilimlerini aktarması açısından önem kazanıyor bence. Ben kendi sinemama yabancıların dışarıda takmaya çalıştıkları gibi 'yeni gerçekçilik', şu bu cinsinden bir isim vermiyorum. Bizim görevimiz filmler yapmaktır. Bunların çeşitli şekillerde değerlendirilmeleri, halkın, eleştirmenlerin, tarihçilerin görevidir.»

Yılmaz Güney



Filmin Öyküsü

Kıyıkent... Deniz ve güneş kenti. Yolları asfalt. Evlerinin her biri, bir başka ülkede yapılıp buraya konmuş gibi. Bunlar geniş balkonlu, geniş salonlu evler. Hizmetçili, bahçıvanlı evler. 'Yok'un yok olduğu evler. Zaten bu kıyıkentinde, yokluğun anlamı bile bilinmiyor. Kentin giriş kapısından içeri girmesi, kent sakinlerince yasaklanmış gibi.

Besili, güzel elbiseli çocuklar, bin bir çeşit oyuncakları, şen, tasasız çığlıklarıyla, kentin yollarını, plajını doldurmuşlar. Daha büyüklerinin, baş uğraşı bisikletleri. Bir de durmadan bir şeyler yiyor bu çocuklar. Durmadan bir şeyler içiyorlar. Ana-babaları kumar oynarken, denize girerken, köpeklerini severken; bu çocuklar durmadan bir şeyler yiyorlar.
Cemil, Kadırga yurdunun, Teknik Üniversite'nin yoksul öğrencisi. Suyun altın gibi kıymetli olduğu bir Orta Anadolu köyünde dünyaya gelen Cemil, şimdi, bu deniz ve güneş kentinin, iki katlı evlerinin birinin balkonunda oturmuş, denize karşı birasını içiyor.

Kendinden, hayatından hoşnut. Zengin bir adam o. İşte, hizmetçisi Şirin, içkisini yeniledi. Genç, güzel, herkesin hayran olduğu karısı kapıda göründü. Çocuğu yok Cemil'in. Karısı istemedi. Olsun. Karısı güzel onun. Evi güzel, işi güzel.
Kendinden ve hayatından hoşnutluğu çok sürmedi Cemil'in. Karısı sinirli, canı bir şeye sıkılıyor olmalı. Yine her zamanki gibi, tartışmaya, kavgaya başladılar. Hizmetçi Şirin de ayak altında dolaşıyor. Cemil kızgınlığını ondan aldı. Bir tekme indirdi kadına.

Melike. Cemil'in baldızı! On sekizinde, incecik, fidan gibi bir kız. İstemeden karı-kocanın kavgasını duydu. Canı sıkkın, uzaklaştı balkondan. Aynada yüzünü gördü. Bir an baktı kendisine.
Telefon sesi. Melike açtı telefonu. Tanımadığı bir ses, eniştesini soruyordu. Kim olduğunu sordu telefondaki adama. Telefondaki adam, «Azem» diye tanıttı kendini. «A'nın üstünde şapkası var.»

Cemil, ilk gençlik yıllarının can arkadaşı Âzem'le buluşmaya giderken heyecanlıydı. Uzundur birbirlerini görmemişlerdi. Okulu bitirdikten sonra, yolları ayrılmıştı. Anadolu'ya gitmişti Âzem. Seçimini öyle yapmıştı. Yıllık iznini geçirmek için gelmişti İstanbul'a. İlk işi arkadaşı Cemil'i aramak olmuştu.

.....

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues