La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Dar Üçgende Üç İsyan


Auteur :
Éditeur : Belge Date & Lieu : 1992, İstanbul
Préface : Pages : 456
Traduction : ISBN : 975-344-022-7
Langue : TurcFormat : 135x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Bul. Dar. 2380Thème : Politique

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Dar Üçgende Üç İsyan

Dar Üçgende Üç İsyan

Faik Bulut

Belge


"Kafkasya ve Mezopotamya'yı Asya'ya bağlayan bir kesim için üçgenler ifadesini kullandık. Asuri (Nasturi) Mar Şemun’un İsyanı, Sımko İsmail Ayaklanması ve Bedirxan Bey Başkaldırmasını da hem coğrafik anlamda hem de siyasi açıdan dar üçgen olarak tanımladık. Çünkü bir yere kadar klasik aşiretsel başkaldırılarla böylesine dar alanda hareket etmek yenilgiye mahkum olmak demekti...

Kurtulmak isteyen, baskıya direnen, her şeyden önce, kendi evinin içinde kendi toprağında eşitlik ve özgürlüğü uygulamalı, kendi içindeki azınlıkları ezmemeli, etnik topluluklara haksızlıklar yapmamalıdır. Bunun anlamı şudur: İktidar mücadelesi verenler Nasturi, Ermeni, Türk, Kürt, Çerkez, Süryani, Kildani, Müslüman, Sünni, Şii, Hıristiyan ayrımı yapmamalıdırlar. Bunu yapanlar genelde egemen sınıflarla emperyalistlerdir. Bunu yaptığınız an, dış güçlerle düşmanların oyununa gelmiş oluyorsunuz demektir. Dar Üçgen'in bizim açımızdan bir anlamı da budur.”



Faik Bulut
'un son çalışması, az bilinen bir konuya, Kürdistan'daki etnik çatışmalara ışık tutuyor. Ele alınan dönem özellikle, emperyalizmin yükseldiği 19. yüzyıl sonlarını, yani çelişkilerin yoğunlaştığı, ya da yoğunlaştırıldığı zaman kesitini içeriyor. Tarih boşuna yaşanmadı. Hiçbir konu tartışmanın dışında kalamaz. Her türlü tabunun üstüne gidilmesi gündemdeki önemli bir görev olarak yerini korumaya devam ediyor. Halklar arasındaki gerçek kardeşlik bağının kuruluşu da, tarihin her türlü resmileşme eğiliminin karşısında, ayrıntılı biçimde sorgulanması ile sağlanacak. Bu zor, ama gerçekleşebilir bir çaba. Elinizdeki çalışma da bu doğrultuda atılmış bir adım sayılır.

 



SUNUŞ

Tarihe merakım, ilkokul sıralarında başladı. Belki de çok daha önce. Kars'ın uzun kış gecelerinde Kürt dengbejlerinin geçmişe ilişkin hekevatleri'ydi beynimdeki mili ilmiklerini atan. Ya da "aşiret" kahramanlıklarına ilişkin yan-anlatımlı yarı şiirsel menkıbeler de olabilir. Kürt halkının çağlar ve çağlar öncesinde karanlıkta kalan tarihini, yaşamım ve kültürünü ipuçları biçiminde veren Mem û Zin ya da Memê Alan, Çiroka Canpolat, Rıstemê Zal, Ferhat û Şirin de beni geçmişe bağlayan destanlardandır.

Bu tür destanları sevmek, aynı zamanda bir köken arayışına iter kişiyi. Olağanüstü kahramanlar ve kahramanlıklar, her şeyin saf biçimiyle yaşandığı ilkel komünal döneme duyulan özlemler dile getirilir. Tarihimiz yokedilip bizlerden gizlendiğinden, kendi tarihimiz diye okuyup öğrendiğimiz şeylere gönül verdik. Bu nedenle yaşantımıza Karaoğlan. Tarkan. Dede Korkut Masallarındaki Deli Dumrul. Gılgamcş gibi isimler girdi. Bozkurt'ları ve Ergenekon'ları bile sever olduk. Kuşkusuz, bu isimlerin bir kısmı simgeydi, bir kısmı efsanelerden öte gitmiyordu. Çok azı doğruydu. Her ne olursa olsun, bunları severdim. Çünkü bana nasıl sevdirildiği önemli değil, ama benim nasıl algıladığım temel noktaydı.
Nitekim. Orta Asya Türkleri'ne ilişkin ya da Türk efsaneleri ve kahramanları diye bize anlatılan başka halkların efsane (örneğin Zaloğlu Riistem. Ferhat ile Şirin), destan ve menkıbeleri, bizim ezik, acılı ve deli gönlümüzde özgürlüğün, bağımsızlığın adı konulmamış toplumsal ve ulusal kurtuluşun simgesi oluyordu. Aslında bizler insanın insana kulluk etmediği, dünya cenneti o sınıfsız toplumu özlüyor ve istiyorduk. Bugün bile algıladığım biçimiyle, hiçbir halkın "insanlık cenneti" o harika topluma ilişkin hiçbir destan menkıbe efsane ve masalını reddetmem. Bu halkların öz malıdır çünkü. Ve halklar, özünde kardeştirler. Söyledikleri, anlattıkları ve yazdıkları da herkesin herkesle kardeş olduğu o mutluluk çağını yakalamaya yönelikdir.

Zerdüştlerin dolayısıyla Kürtlerin ilk kitaplarından birisi olan Zend Avesta bile. Hint-Fars masalı diye yutturulmaya çalışıldı. Oysa biz. Avesta'yı. Kürt olmadığını bilmeden de sevmiştik. Çünkü "dünya cenneti yitirilmiş bir ülke"den söz ediyor ve bu ülkeyi öve öve bitiremiyordu. Çok sonraları. Zend Avesta'nın Kürtlere ait "yitik ülkenin" de Medya (Kürt yurdu ya da Kürdistan) olduğunu öğrendiğimizde, kitapta anlatılanların özüne hiç itirazımız olmadı. Ancak itirazımız, bu kültürü başkalarının diye bize sunanlaraydı.

Benzer biçimde Gılgameş Destanını da sevdim. Hem de pek çok. Fakat o zamanki sunuşuyla bu bir Asur ya da Sümer efsanesiydi. Oysa zaman geçip. Mezopotamya üzerinde alternatif ve nesnel araştırmalar başlayınca. Gılgameş'in sadece Sümer ya da Asur efsanesi olmadığı ortaya çıktı. Dahası, Gılgameş Destanını yazan şair Sin-Lekke-Unnini'nin Kassit Kürtleri'nden olduğu da açıklık kazandı. Demek ki kültürler ve uygarlıklar da halkların ortak hamurundan ve emeğinden çıkar. Bununla birlikte, gerçeği öğrenmem. Gılgameş'e karşı sevgimi ne arttırdı ne de azalttı. Tarih incelemelerinde Gılgameş Destanı'nı yeniden yeniden okurken, bu efsanede Kürt emeğinin ve hamurunun olması ilgimi çekti. Ama "özel bir sevgi ya da sempati" duymadım Kürt kültürünün bir parçası Gılgameş’e. Ta ki satırların arasında şu sözleri keşfedene kadar: "Korku aslında korkulacak bir olay değildir. İnsan gerçeği bilip öğrenince, korkunun anlamsız bir şey olduğunu görecektir. Tanrılar, içimize korkular salarak, bizi bilgisizliklerin duvarları içine hapsederek, kendilerine köle etmişlerdir."

İşte bu dizeler, insanlık tarihinin devrimci bir atılım ve mücadelesinin ürünüdür. Dolayısıyla Asurisi, Kürdü, Türkü, Sümeri yoktur. Evrensel boyutludur bu mücadele. Aydınlığın karanlığa, sömürülenin sömürene, mazlumun ezene karşı mücadelesi. Öyle ki, yukarıda yazılan Gılgameş'in ilk iki cümlesi. Çin tarihini iyi inceleyip Konfüçyus öğretilerini devrimci süzgeçten geçirmiş Mao Zedung'un kitaplarında da, hem de tıpkısıyla vardır.

Gılgameş'i okumayı sürdürelim: "Ben tanrı değil, insanım insan! İnsan olduğum için de özgürüm. Tanrılar, arkadaşım Enkidu gibi, benim de canımı alabilirler, beni öldürebilirler. Ama asla özgürlüğümü elimden alamayacaklardır.
Utnapiştim, ölümsüz bir köledir, ölümsüz bir köle gibi yaşamaktansa, ölümlü bir Gılgameş olmayı yeğlerim." Evet, açın bakın tüm insanlığın devrimci tarihine. Devrim edebiyatında benzer sözler ve ifadelere rastlayacaksınız. Feodalizme karşı mücadele bayrağını açan Büyük Fransız Burjuva Devrimi'nde de çok yakın ifadeler kullanılmıştır. Nitekim Marks da. bir sözünde, "İşçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yok. Buna karşılık kazanacağı koskoca bir dünya vardır." derdi.

Gılgameş aşağıdaki sözleriyle günümüz egemen sınıflarına başkaldırın devrimcilere, özgürlük isteyen bütün halklara öğüt verir gibidir "Ben, şimdiye kadar, bir yanı karanlık, bir yanı aydınlık olun yaratıktım. Ama şimdiden sonra karanlık yanımı kesip atacağım: hep aydınlık yanımdan gelen sese kulak vereceğim. Karanlık yanım korku doluydu. Beni doğaya ve tanrılara köle ediyordu." Çin devriminin önderi Maoda, kişinin içindeki diyalektiği ve çelişkiyi vurgularken. "İçimizde hem maymun hem de kaplan vardır. Maymun cesaretsizliği, kaplan da cesareti simgeler. Zaman zaman biri ön plana çıkar." derdi.
Gılgameş ise, bu vurgusuyla her türlü köleliğe, sistemle bütünleşmeye, ulusal kimliğini yitiren kişiliksizliğe karşı mücadelede kararlılıktır. Karanlık yanı kesip atarak, aydınlık yanı ön plana çıkarmaktır. Biz de. Kürt devrimcileri olarak, tarihsel mücadele sürecinde, her bakımdan karanlık yanımızı kesip atmalıyız. Örneğin, gizlenmeye ve mezara gömülmeye çalışılan tarihimizi ve kültürümüzü ortaya çıkarmalıyız. Kültürümüzü, halkımızın geçmişini birilerine peşkeş çekmeye kalkışan her türlü karanlık faaliyetle mücadele etmeliyiz. Bizi karanlık faaliyetler içine sürüklemek isteyen kültür emperyalizmi ile İslamcılık ve Hıristiyanlık gibi Ortaçağ düşünceleriyle mücadele etmeliyiz. Emperyalistlerin, biz Ortadoğu halklarını bölüp yönetmek için ortaya attıkları din. mezhep, ulusal ve etnik boğazlaşmaları bir kenara atmalı ve birbirimize yapışmalıyız. Karanlık bölüp parçalamayı, aydınlık ise kardeşlik ve halkların dayanışmasını gerektirir. Özellikle de milli çatışmaların kara bulutlarının Kafkasya, Balkanlar ve Ortadoğu'yu kapladığı, emperyalistlerin "milli haklar"dan çokça söz ettiği bu dönemde gereklidir söylediklerim.

Keza, biz Ortadoğu halkları ve ulusları, kendi aramızda da karanlığı reddedip aydınlığı seçmeliyiz ki Kürt, Türk-Asuri-Arap-Fars-Filistin düşmanlığı girmesin aramıza. Türk, İran ve Arap baskısından şikayet ettiğimiz bir zamanda, Türkmen-Asuri türünden azınlıklara milli baskı ve zulüm uygulamayalım. Alevi-Sünni-Yahudi-Hıristiyan-Yezidi türünden dinsel ayrılıkların peşinden koşmayalım.

Gılgameş bir noktaya daha dikkat çekiyor: "Bundan sonra tanrılar için değil, kendimiz için çalışacağız. Karanlık odalara ışıklar dolunca her şey apaçık, pırıl pırıl olacak. Işıkta kendi gücümüzü göreceğiz. Kendi gücümüze güvenimiz artacak. Kölelikten kurtulacağız... Kölelik yaşayamaz!" Bu sözler, inceleme konusu yaptığımız Asuri-Kürt ilişkileri tarihi açısından son derece önemli. Çünkü, kitabı okuduğumuzda, açık olarak göreceğiz ki. Kürtler-Asuriler-Ermeniler. Türkler ve Iranlılar "başka tanrılara" (diyelim ki Batılı emperyalist güçlere) güvendikleri sürece kurtuluşa erişememişlerdir. Tersine köle kalmaya devam etmişlerdir.Üstelik Batılı ve yerli tanrılar (Osmanlı-Iran) uğruna birbirlerine kılıç sallamışlardır. Dil, din, mezhep ve ulus çatışmalarının ateşine körükle gitmişlerdir. Hatta aynı ulus ve aşiret yapısı içinde bile birbirlerine hançer vurmuşlardır. Asuri-Kürt-Ermeni çatışması İngiltere, Rus, Osmanlı ve İran kışkırtmasıyla meydana gelmedi mi? Bedirhan Bey isyanında yeğeni Ardişer (Yezdan Şer) dayısına ihanet edip, Osmanlı kuklası olduktan sonra yerinden yurdundan olmadı mı? Özgücüne güvenmeyen ve kurtuluşu başkalarından bekleyen birçok ulus gibi. İran ve özellikle Irak'taki Kürtler. defalarca Iran-ABD-lsrail tuzaklarına düşmediler mi? Üstelik kurtuluşu gerçekleştiremeden ortada kalmadılar mı? Günümüzdeki Türk hükümetleri, ülkedeki Kürt sorununu bertaraf etmek için. Irak Kürdistanı'ndaki liderlerle gizli görüşmeler yapıp "al gülüm ver gülüm" demiyor mu?

Bir Hint atasözü şöyle der: "Fillerin kapışmasında ezilenler hep karıncalar olur." Ortadoğu tarihi, çok özel biçimiyle, emperyalist kapışmalarda ezilenlerin, hep mazlum halklar ve milletler olduğunu kanıtlamıştır. Yine daha alt bağlamında konuşursak, Batılı emperyalistler, Osmanlı İmparatorluğunu parçalamaya hazırlanırken, "Şark Meselesi" çerçevesinde ele aldıkları dinsel (Hıristiyan, Yezidi-Müslüman) ve etnik (Kürt, Ermeni-Asuri-Azeri) azınlıkları birbirine kırdırtacak bir siyaset izlemişlerdir. Yanlarına aldıkları azınlıklara türlü çeşitli vaatlerde bulunmuşlar; ancak çıkarlarına ters düştükleri zaman bölge halklarını yüzüstü bırakmışlardır. Geride kalan düşmanlıklar ortamında, ya azınlık halklar birbirini kırmış ya da egemen bölge devleti başkaldıranların başını ezmiştir. İngiliz Gizli Arşivlerinde Ermeniler'in bir devlet kurmaya hazırlandıkları, ama böyle bir devletin kurulmasına şimdilik izin verilmeyeceği" belirtilir. Bu ibret vericidir. İsveç Devlet Arşivleri de, İngiltere'nin, "Hıristiyanlarla Müslümanları birbirine kırdırdığı" ve "Kürtlerle Asurilcr arasına nifak" soktuğu yolunda önemli kanıtlar sunar.

Benzer biçimde. Kürt lideri Bedirxan Bey'in. Asuri ve Ermeniler'i maiyetinde ve ordusu saflarında çalıştırdığı, isyan döneminde bunlarla ittifak yaptığı, yine ünlü Kürt lideri Şeyh Ubeydullah'ın Nasturi dini lideri Mar Şemun'a "Osmanlıya karşı ittifak" önerdiği, İngiliz belgelerinde mevcuttur. Bunu saptayan İngiltere, hem Osmanlı'yı Kürtler üzerine kışkırtmış: isyanı ezdirtmiş hem de Nasturileri Kürtlere saldırtmıştır. Sanırım bunlar, bölgedeki mücadele ve halkların ilişkileri ve emperyalistlere karşı siyasetler bağlamında öğreticidir.
Bir ibret belgesi daha: Almanya. Osmanlı safında yer alırken. Kürtler'in Ermeniler'i kırmasına çanak tutan Hıristiyan emperyalist bir devlettir.

Batılı yardımlar (eğitim kurumları açmak, maddi yardımlar, insani yardımlar), mutlaka bir çıkara hizmet eder. En masum tanımıyla, yardımı sunan emperyalist ya da yerli sömürgeci ülkenin, halk nezdinde imajının iyileştirilmesi, "hami fikrinin doğması" ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi hedefine yöneliktir.Bunarı da kitabın ileriki sayfalarında bol örneklerle görebilirsiniz.

Sunulan İsveç belgelerinde, şunu görürüz: "Ezilen azınlıklar yanında, daha alt kesimde bulunan Kurt, Ermeni. Asuri yoksul köylülerinin zaman zaman kendi ağa, bey ve aşiret reislerine karşı başkaldırdıkları ve ortak mücadele ettikleri görülür. İran'da Kuli Xan liderliğindeki isyana Türkmen ve Kürt köylüleri katılırken, Van yöresindeki isyana da Ermeni, Asuri , Kürt yoksulları katılmışlardır." Ama başarısızlık nedeni ortak mücadele değil, örgütsüzlük ve öndersizliktir.
İngiliz ve hemen tüm yabancı devlet arşivlerinde. Batılıların Kürtlerden söz ederken "vahşi” nitelemerini kullanmaları. Avrupalı Beyaz Adam'ın kendini üstün görme zihniyetidir. Arşivlerde yapılan Müslüman Hıristiyan ayrımı ise bunun kılıfıdır.

Bazil Nikitin'in de yerinde saptadığı gibi, aşiretçilik Kürt halkının yaşamında olumlu ve olumsuz olmak üzere ikili bir rol oynamıştır: Olumlu yanı; çağlar boyunca izlenen tüm baskı ve asimilasyona karşın, Kürt benliğini ve kültürü korumada büyük kalkısı olmuştur aşiret yapısının. Ayrıca Moğol istilaları gibi çok vahşi katliamların yapıldığı dönemlerde Kürt aşiretçiliği. kendi içine kapanmakla, fiziksel varlığını korumuştur. Ne var ki, milliyetçilik akımının Osmanlı yönetimindeki azınlıklar arasında yayılması. İngiliz belgelerinde saptandığı kadarıyla. "Kürt milliyetçiliğinin de. Ermeni milliyetçiliğini örnek" almasına rağmen, Kürtler aşiret yapısından kurtulamadıkları için bir türlü uluslaşamadılar. Daha doğrusu, başarılı bir ulusal mücadele verip zafere ulaşamadılar. Tersine, aşiretçilik ve aşiret anlaşmazlıkları Kürt isyanlarının baş belası oldu. Yenilgide önemli rol oynadı düşman aşiretler. Bu da Kürtler'in çıkarması gereken derslerdendir.

Milli çatışmalar. Ermeni-Asuri-Kürt kapışmaları, emperyalistlerle bölgedeki egemen güçlerin entrikaları, çıkar oyunları, halkların özgürlüğüne düşmanlıkları hem kendi yazımız hem de sunulan belgelerde açıkça ortaya konuluyor. Bu nedenle, yukarıda belirtilen siyasetlerin yoğunlaştığı üç örnek ya da üç tipik isyan hakkındaki özgün tahlilleri sunduk. Üstelik usta kalemlerden ve şimdiye kadar bilinmeyen yönleriyle. Bu üç isyan, mazlum halkların ve azınlıkların, birbirine karşı tutumlarının tipik bir aynasıdır. Sömürgecilere sırt dayayanların sonunu göstermesi bakımından da önemlidir.

Sözümüzü, yine Gılgameş'in anlatımıyla noktalayalım: "Ben yıllarca ışığın peşinde koştum. Belki bazı hatalar yaptım. Bu kişisel bir serüven değil, insanın özgürleşme ve mutluluk savaşımıydı. Bundan sonra belki başkaları koşacak, siz koşacaksınız. Bu koşu binlerce yıl sürüp gidecektir. Ve insan sonunda, peşinden koştuğu ışığı mutlak yakalayacaktır. O ışıkla da yetinmeyecek, daha parlak, daha gür ışıkların peşine düşecektir..." Dileğim bundan ibaret...

Faik Bulut, Kasım 1991.



Giriş

Nil vadisi, Kafkasya, Mezopotamya ve İndus / Pencap havzası... Etnik toplulukların, kavimlerin. cemaat ve halkların, milliyet ve milletlerin cıvıl cıvıl kaynaştığı "insanoğlu cenneti" gibidir. İnsanlık tarihinin belirli belirsiz dönemlerinde, komünal toplumun en ilkel aşamasından ileriye doğru çıkışı ifade eden şu ünlü Adem ile Havva'nın Cennet'ten kovuluş efsanesi de bu bölgelerden çıktı. Hemen bütün dinlere egemen olan ana bir tema hatta vazgeçilmez bir dinsel öğe oluverdi Adem-Havva Efsanesi. Bu, bir rastlantı olmasa gerek.

Öte yandan Nil-Kafkasya-Mezopotamya, kaba biçimde gözlendiğinde, coğrafi bir üçgen biçimindedir. Benzer geometrik biçimi Kafkasya-Indus havzası-Mezopotamya bağlamında da bulmak mümkün. Indus havzası, Nil Vadisi'ne, Kafkasya ve Mezopotamya arasındaki dik açılı ortak doğrultuyla bağlanıyor. Her iki üçgenin de alt birleşim noktası Mezopotamya. Dr. Cemşid Bender'in ifadesiyle, "Mezopotamya'nın, Zağros'un ayrıcalığı var". Çünkü bu yöre, insanlık tarihinde yazının ilk keşfedildiği bölge. Gökyüzüne rasathanenin ilk doğrulduğu, ilk tekerleğin döndüğü, ilk şiirin yazıldığı, ilahların beğenip seçtikleri, aile hayatı yaşadıkları, ilk efsanelerin söylendiği, ilk yontuların ve mabetlerin yapıldığı bir yöre.1
Büyük bir olasılıkla, Mezopotamya ve lndus kaynaklı Tufan Efsanesi ve Nuh Gemisi'nin noktalandığı yer de Yukarı Mezopotamya'dır. İslam tarihçilerine göre Nuh ve oğulları tarafından kurulan Cizre yeryüzünde Tufan'dan sonra yapılan ikinci şehirdir. Bugünkü Şırnak ile ikiz kardeştirler. O zamanki Cizre'nin adı Kazancı Kartay-Gerzu Bakana idi. Şırnak ise Şır ne.\ (Nuh Gemisi) ya da Şehr-i Nuh (Nuh Kenti) olarak adlandırılıyor. 1954 yılında Cizre'de araştırma yapan Porlorikolu Alfred Flobil. bulduğu tabletler üzerinde Cizre haritası ortasına, güneş ve iki aslan yerleştirildiğini saptadı. O ...




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues