La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Mustafa Kemal ve Kürtler


Auteur :
Éditeur : Doz Date & Lieu : 1991, İstanbul
Préface : Pages : 156
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 135x190 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Ars. Mus. 3364Thème : Histoire

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Mustafa Kemal ve Kürtler

Mustafa Kemal ve Kürtler

Abdurrahman Arslan

Doz


Mustafa Kemal Paşa'nın Kürtlerle ilk ciddi teması 1916 yılına rastlar. 10 Mart 1916 tarihinde Diyarbakır'da bulunan 16. Kolordu komutanlığına atanan albay Mustafa Kemal, karargâhını kurduğu Silvan'da bulunduğu süre içerisinde, bazı Kürt ileri gelenleriyle tanışmış, özel dostluklar kurmuştur. Bunlardan, Silvan'da konağında kaldığı toprak ağaları Sadık ve Ali Beyler, Mutki Milis Kumandanı Hacı Musa Bey ve Garzan mıntıkasında eşkiyalık yapan Cemîlê Çeto Mustafa Kemal’in ilerde de yararlanacağı ünlü kişilerden bazdandır. 8 Nisan 1916 tarihinde tuğgeneralliğe yükselen Mustafa Kemal Paşa'nın bu dönemde Kürtlerle ilişkisi, tipik bir Osmanlı paşasının bölgede kurduğu ilişkilerden öteye gitmemiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın ilişki kurduğu Kürt ...



Abdurrahman Arslan, 1957 yılında Van'ın Özalp ilçesi Saray nahiyesinde, onbir çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak doğdu, İlk ve ortaokulu Özalp'ta, liseyi Van'da bitirdikten sonra 1974-75 öğretim yılında Erzurum Kazım Karabekir Enstitüsü'ne girdi. 1976 yılında sivil faşistlerin okula almaması nedeniyle iki yıl okula ara verdikten sonra Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’ne nakil yaptırdı. 1979 yılında Türkçe öğretmeni olarak bu okuldan mezun oldu. Aynı yıl Mart ayında Malatya'nın Darende ilçesinde öğretmenliğe başlayıp kısa süre sonra kendi isteğiyle istifa etti. 1980'de öğretmenliğe tekrar döndü. Ancak 12 Eylül darbesi ile gözaltına alındı ve 1982 yılı Ocak, Şubat ve Mart aylarında ünlü Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde kaldı. Tahliye olduktan sonra Maraş'a sürgüne gönderildi. Bitlis ve Van'da öğretmenliğe devam etti. 1991 Nisan aymda tekrar gözaltına alınınca devlet memurluğu yapmanın doğru olmadığı düşüncesiyle istifa etti. Araştırma ve incelemelerini sürdüren yazarın şu âna kadar çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları çıktı. Elinizdeki kitap onun ilk yayınlanmış kitabıdır.

 


 


GİRİŞ

Bir millete yapılabilecek olan kötülüklerin en büyüğü; o milletin tarih bilincine sahip olmasını engellemek, tarih bilincini yok etmeye çalışmaktır. Tarih bilincini yitirmiş bir millet, gerçekte millet olma vasfını da önemli ölçüde yitirmiş olur. Böyle bir milletin ayağa kalkması da güçtür, özgürlük için şart ve zorunlu olan ulusal birliğini gerçekleştirmesi de... Bu gerçeğin bilincinde olan empeıyalistler ve sömürgeciler, sömürgeleştirdikleri ülkelerin kendilerinden önceki tarihini bilinçlerden silmek için ellerinden'geleni yapmışlardır. Bu nedenle sömürge milletlerin tarihi 'geri, ilkel, barbar, aşağı' benzeri sıfatlarla nitelendirilmiş, böylelikle ulusal tarihe karşı bilinçlerde boyutları korkunç bir yabancılaşma yaratılmıştır. Ya da Kürt milleti örneğinde görüldüğü gibi -ki bu örnek hemen hemen dünyada tektir- milletin ayrı bir tarihinin olmadığı, Kültlerin aslında Türk-Arap-Fars oldukları biçiminde daha yıkıcı ve yok edici bir politika izlenmiştir, Türk Tarih Kurumu, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Genelkurmay, Kültür Bakanlığı, TRT, Üniversiteler, MİTin basın ye yayın kuruluşlarındaki uzantıları çalışmalannın esasını ideolojik ve siyasi alanda bu kişiliksizleştirici yabancılaştırma politikalarında yoğunlaştırmışlardır. Kürt tarih bilinci yıllarca korkunç bir bombardımana tabi tutulmuş, Kürt insanı ulusal köklerinden koparılmak istenmiştir. Bu nedenle akıl almaz yalanlara ve bilim dışı tezlere dayalı bir 'resmi tarih’ oluşturulmuş ve 'Güneş Dil Teorisi' gibi saçma tezler üretilebilmiştir. Bir yasak ve tabu çemberiyle sarmalanan 'resmi tarih', sadece Kürt insanını kendi tarihine yabancılaştırmakla kalmamış, Türk kültür hayatını ve düşünce sistemini de korkunç boyutlarda zehirlemiş; orta yere, 'resmi tarih'in papağanı durumunda olan kişiliksiz bir aydın tabakası ve kişiliksiz kurumlar çıkarmıştır.

Emperyalistler ve sömürgeciler,'geçmişi olmayanın geleceğinin de olmayacağını' çok iyi kavramışlardır. Bu nedenle silahlarını en başta milletin geçmişine yöneltmişlerdir. Geçmişi yok edilmiş, unutturulmuş bir milletin geleceği de karartılmış demektir. Kökü çürük ve zayıf bitkiler, nasıl ki en ufak bir rüzgârda boyun büker, yerlere yatarsa; tarihteki köklerine bilinçle sarılmayan bir topluluk da, her türlü dış etkilere karşı kişiliksiz bir tavır sergiler, rüzgârın estiği yöne doğru savrulur durur. Böyle bir topluluk mutsuzdur, sürekli bunalım ve çürüme üretir. Böyle bir topluluktan insanlık kültürüne çok olumlu, çok güzel, çok değerli katkılar beklemek elbette doğru değildir. Böyle bir topluluk, insanlığın güzel ufkunu karartan çirkin bir yara olarak hep irin ve kan üretir. Bu durumdan utanması gereken, en başta bütün insanlıktır. Bu durumdan sorumlu olanlar da emperyalistler ve sömürgecilerdir.

Kürt milletinin tarihine yönelik bu acımasız saldırıların tek bir adı vardır: Soykırım. Evet, bu bir soykırımdır, gizli soykırım. Soykırım, sadece milletin fizik olarak varlığının her türlü silah makinasıyla yok edilmesi değildir. Soykırım, aynı zamanda, bir milletin tarihsel köklerinden koparılarak, asimile edilerek çok daha sinsi bir şekilde yok edilmesidir. Kürt milleti, işte yıllardır böylesi sinsi ve şeytani bir soykırımın hedefi olmuştur, hedefi olmaya da devam etmektedir. Bu gerçeğin çok açık bir şekilde görülmesi gerekmektedir. Ve yine Kürt milleti, içinde taşıdığı birçok zaafa rağmen bu gizli soykırıma karşı direnmektedir. Kürt milletine direnme temeli sağlayan şey, yine içinde taşıdığı çok güzel değerlerle ilgilidir. Bunu ise tek kelimeyle izah etmek mümkündür: Özgürlük aşkı. Parçalanmış, bölünmüş, sömürgeleştirilmiş, hiçbir milletin tarihte yaşamadığı kadar büyük acılardan ve işkencelerden geçmiş, soykırımlara uğramış Kürt milletini ayakta tutan ve tekrar ayağa kaldıran, sahip olduğu özgürlük aşkı olmuştur. Bugün dikkatlerin çekilmesi gereken yan, Kürt milletinin zaafları değil, bu güzel niteliği olmalıdır. Günümüzde özgürlükleri için savaşan hiçbir millet, bu uğurda Kürt milleti kadar ölmüyor. Hiçbir milletin gençleri, Kürt gençleri kadar ölüme böylesine pervazsız ve çok sayıda gitmiyor, işte dikkat çekilmesi gereken yan bu olmalıdır. Bu durum bize, yok edilmek istenen tarih bilincinin yok olmadığını, bu bilincin ayağa kalktığını ve kaderini eline aldığını gösteriyor. Unutturulmak istenen tarih bilincine karşı Kürt milleti ayağa kalkmış ve hayır ben ölmedim, yaşıyorum, burdayım; diyor.

Çürümeye ve bunalıma doğru başaşağı gidiş, 1984 çıkışıyla durdurulmuştur. Şimdi gidiş, özgürlüğe ve insanlaşmaya doğrudur. Kürt halkı; çürümeye, kişiliksizleştirilmeye ve yok edilmeye karşı inanılmaz bir cesaret ve fedakârlıkla direniyor. Bu olgu, en başta Kürt aydınlarını etkiliyor. Daha önceleri 'resmi tarih' sözcüleri tarafından yazılıyor. Şimdi çok cılız ve zayıf da olsa (Kürt aydınının) bu yöndeki çabalarına büyük bir değer biçilmelidir. Çünkü gelecek, bu çabayı bilinç ve kararlılıkla sürdürenlerin olacaktır. Bu alandaki yasaklara ve binbir çeşit baskılara rağmen Kürt dili, Kürt tarihi, Kürt kültürü konusunda yapılan araştırmalar, incelemeler; Kürt özgürlük hareketinden aldığı güçle çabalarında ısrar ediyor, direniyor. Bu tutumun daha da geliştirilmesi gerekiyor, ancak, başlı başına bu olgu bile Kürt tarih bilincinin yaşadığını, daha gür bir biçimde yeniden boy verdiğini ve güçlü bir kaynaktan beslendiğini gösteriyor.

Burada bir gerçeği ve bir hakkı belirtmeden geçmek istemiyorum: 1984 çıkışına kadar varlığı dahi kabul edilmeyen Kürt tarihi, Kürt milleti, bugün bizzat sömürgeciler tarafından tanınıyor, kabul ediliyor. T.C. devletinin temel taşı ve 'resmi tarih'in esası olan bu yalana ve inkâra dayalı tez, bizzat yaratıcıları tarafından çöp sepetine atılmış bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal 'Bende Kürt kanı olabilir' diyor, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü 'Kürt etnik kimliği'nden söz edebiliyor. MİTin güdümündeki basın bile 'Kürt' adını rahatlıkla telafuz edebiliyor, artık kimsenin aklına 'Kültlerin aslında Türk oldukları' biçiminde saçma ve gülünç tezler gelmiyor. Bu, altmış-yetmiş yıllık inkâr politikalarının iflas ettiğini gösteriyor. Bu başarının esas olarak 1984 çıkışma ve Kürt özgürlük hareketine borçlu olduğunu düşünüyorum. Bu hakkı teslim etmenin bir aydın dürüstlüğü ve sorumluluğu olduğunu söylemek istiyorum.

Türkiye'de tarih yazmak hem kolay, hem de zordur. Kolaydır, çünkü; sırtını resmi ideolojiye dayadın mı bütün kapılar önünde açılır. İstediğin kütüphanenin kapısını rahatça açar, istediğin kaynakları büyük bir rahatlıkla inceler, istediğin arşivlere girebilirsin. Kurumlar, kuruluşlar imkânlannı senin için seferber eder, adının önüne çeşitli 'bilimsel' sıfatlar konur; maddi olanaklarla 'onurlandırılır'sın. Kitapların hiçbir toplatma kaygısı olmadan basılır, geniş bir şekilde dağıtılır. El üstünde tutulursun, üniversitelerde kürsülerin olur, evin-araban olur, yabancı ülkelere rahatlıkla girip çıkabilirsin. Yeter ki yalan yaz, inkâr et, sırtını 'Resmi Tarih'e daya.

Türkiye'de, tarih yazmak gerçekten zordur, ama tarih yazmak. Resmi Tarih'e karşı çıkıyorsan, hele hele bunu 'Kürt Meselesinde yapıyorsan, bütün kapılar yüzüne kapanır. Sıradan kütüphanelerden bile kitap alman güçtür. İstediğin kitaplar 'resmi tarih' sözcüleri tarafından yazılan kitaplar olsa bile, yasak duvarlarıyla karşılaşırsın. Arşivlere girebilmen ise olmayacak bir iştir. Zaten birçok belge kilitli kasaların ardında saklanmıştır. Başvurduğun resmi kurum ve kuruluşlar seni bir öcü olarak görür. Tehlikeli ve bölücüsündür. Bunun yanısıra, piyasada satılan sıradan kitapları bile almakta zorlanırsın, bu kitaplara bile ulaşamazsın. Maddi imkânların sınırlıdır ve taşrada bulunmaktasın. Eş-dost yardımıyla bu güçlükleri aşarsın, ancak hâlâ ulaşamadığın birçok kaynak vardır. Şeninse elin kolun bağlıdır.

Yine de canını dişine takar yazarsın. Bu kez karşında T.C.’nin sömürgeci yasaları vardır. Beyninin ve emeğinin ürünü düşünceler 'milli duyguları zayıflatıcı propaganda' sayılır ve inanılmaz cezalara uğrarsın. Elbette bu bedeli göze almışsındır. Sorun bu değil. Binbir güçlükle basılan kitabın, büyük bir hızla, yukardaki gerekçeye dayandınlarak toplattınlır. Düşüncelerinin toplumsal bilince dönüşmesi, maddi bir güç haline gelmesi engellenir. Esas sorun budur. Seni en çok yaralayan budur. Ancak bu sorun da aşılıyor. Dr. İsmail Beşikçi'nin yasaklanan Devletlerarası Sömürge: Kürdistan. adlı kitabının, Kürt insanı tarafından nasıl bir kutsal kitap hassasiyetiyle saklandığını, fotokopi makineleriyle yüzlerce nüsha çoğaltıldığını bizzat görmüş olmam, bu sorunun da aşıldığını gösteriyor ve bu beni oldukça sevindiriyor. Bu olgu da, Kürt tarih bilincine duyulan açlığı ve bu bilincin ne kadar canlı dinamik, sağlıklı olduğunu gösteriyor.

Tarih bilincine sahip olmak milliyetçi bir tutumdur. Kürt tarih bilincine sahip olmak da, Kürtleri milliyetçi olmaya zorluyor. Kürtler, tarihleri boyunca hiçbir zaman güçlü milliyetçi bir eğilime sahip olmamışlardır. Milliyetçilik, Kültlerde hep zayıf bir eğilim olarak varlığını devam ettirmiştir. Bunda elbette parçalanmışlığın, sömürge oluşun payı var, kapitalizmin gelişmemesinin payı var. Ancak öznel alanda da Kürt aydınının milliyetçi olmaktan korkmasının, egemen-sömürgeci ülkenin siyasal kültürel hayatına entegre olmasının ve çok ters bir enternasyonalizm anlayışından hareket etmesinin de payı var. Milliyetçiliği, ezilen diğer milletler için meşru ve doğal bir hak olarak gören sömürgeci ülkeler solu; nedense aynı hakkı Kürt milletine çok görmüştür. Sömürgeci ülkeler solu, Kürt milletinin milliyetçi hareketlerini ve örgütlenmelerini 'feodal ve dinci gericilik, emperyalizm işbirlikçiliği ve ayrılıkçılık'la suçlamışlardır. Bu durumdan derin bir biçimde etkilenen Kürt aydını da, tarihine kuşkuyla bakmış, benzeri suçlamalara hedef olmamak için milli kimliğine sarılmaktan korkmuş ve çok ters bir enternasyonalizm anlayışına dört elle sarılmıştır. Kürt aydını ancak bu şekilde egemen ülkenin kültür ve sanat hayatında bir yer edinebilmiştir. Tersi bir tutum içinde olanlar, bir Türk aydını olmasına rağmen Dr. İsmail Beşikçi örneğinde görüldüğü gibi 'zenci' muamelesine tabi tutulmuş, dışlanmış, ihbar edilmiş ve adı unutturulmaya çalışılmıştır. Bu durum, egemen ülkeler solunun bir ayıbıdır, aşılması gerekiyor ve aşılıyor da. Bunu da sevinerek izliyoruz.

"Çok ters bir enternasyonalizm anlayışı" dedim. Bu kavramı biraz açmak istiyorum. Enternasyonalizm; özgür, bağımsız ve eşit milletlerin sınır tanımayan gönüllü birliğidir. Bu birliğin şerefli bir üyesi olmak, her şeyden önce özgür, bağımsız ve eşit olmayı gerektiriyor. Sömürge bir milletin bu birlikte yerinin olması için, önce özgürleşmesi gerekmektedir. Bu şart gerçekleşmeden enternasyonalizm olmaz. Bu şartı içermeyen bir enternasyonalizm anlayışı, özgürlük mücadelesinden kaynaklanmayan bir enternasyonalizm hedefi, kulcu ve köleci tavırların bir uzantısıdır. Sömürge milletin aydınlan, özgürlük mücadelesini öne çıkarmadan ve Kürt milli kimliğine kıskançlıkla sahip çıkmadan enternasyonalizm hedefini gündeme getirdiklerinde inkârcı bir çizgiye kayacaklarını bilmelidirler. Kürt özgürlük hareketine sahip çıkmadan dillere pelesenk edilen enternasyonalizm, herkesten çok milliyetçi olması gereken Kürt aydınına kurulan bir tuzaktır. Kürt aydını bu tuzağa düşmemelidir. Bugün en büyük ve en doğru enternasyonalizmi milliyetçi olabilenler, Kürt özgürlük hareketine kan ve can verenler pratik olarak gerçekleştiriyor. Enternasyonalizme giden yol milliyetçilikten geçiyor, çerçevesi belirlenmiş bir milli kimliğe kıskançlıkla sahip olmaktan geçiyor.

Milletler, milli hayatlarını özgürce, doya doya yaşamadan entemasyonalist bir anlayışa ulaşmazlar. Özgür, bağımsız ve eşit olmayan milletler yaralı milletlerdir. Milli kültürünü sereserpe geliştirememiş, milli kimliğini çizememiş ve milli hayatını yaşayamamış milletlerin enternasyonalizmi çürük, bunalımlı ve sağlıksız bir enternasyonalizm olur. Eksik ve hastalıklı bir bünyeyle, gönüllü ve yüce birlik ancak yara alır, böyle bir birlik geliştirilemez. Kürt aydını gibi Türk aydını da bu gerçeği görebilmelidir. Çünkü Kürt milletinin köleliği en başta, Türk milletinin de köleliği demektir. Kürt milletine vurulan zincir, Türk milletinin boynuna geçirilmiş bir değirmen taşıdır. Türk milleti bu değirmen taşından kurtulmadan, özgürlük ve demokrasi sularında kulaç atamaz, bu sularda boğulur. Bü nedenle Kürt milletinin özgürleşmesi, Türk milletinin de özgürleşmesi anlamına gelmektedir. Sömürgeci ve köleci zincirlerin kırılması, Türk milletinin boynuna hakim sınıflar tarafından geçirilmiş değirmen taşının da kırılması olacaktır. Türk siyasal ve kültürel hayatını zehirleyen, Türk insanının ekonomik gelişmesini engelleyen bu değirmen taşından kurtulunmadıkça hiçbir ilerleme sağlanamayacaktır. Bu nedenle, Kürt özgürlüğü için sıkılan kurşunlann, Türk özgürlüğüne de hizmet ettiğinin çok güçlü bir şekilde kavranmasını istiyorum. Ancak bu gerçeğin kavranmasıyla arzu edilen eşit ve gönüllü birliklere ulaşılabilir. Tersi bir tutum ise bölünmeyi güçlendirir, acılan çoğaltır ve kurtuluşu geciktirir.

20. yüzyılın ilk yarısı, Kürt tarihi açısından önemli dönemeçlerden birini teşkil eder. Özellikle Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki on yıllık tarihsel dönem, Kürdistan'ın bugünkü konumunun oluşmasında belirleyici bir özelliğe sahip olmuştur. Kürdistan'ın dört parçaya bölünerek sömürgeleştirilmesi, esas olarak bu dönemdeki tarihsel gelişmelerin bir sonucudur. Tek başına bu neden bile, sözkonusu tarihsel dönemin çok daha geniş kapsamlı olarak araştırılmasını ve incelenmesini gerektirmektedir. Bu tarihsel dönemin Kürt milletinin penceresinden enine boyuna incelendiği söylenemez. Bu alanda büyük bir boşluğun olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan bazı inceleme ve araştırmalar da, ne yazık ki Kemalist ve Sovyetik etkilenmelerden yakasını kurtaramamıştır. Kürt tarihi, milli tarih bilincine sahip Kürt aydınları tarafından yazılmalıdır. Ayağa kalkan Kürt halkı, Kürt aydınının da önünü açmıştır, bir bilinç sıçraması yaratmıştır. Bu nedenle önümüzdeki dönemin, Kürt aydınının ayağa kalkan halkıyla birlikte olacağı döneme evrildiği söylenebilir.

Bu çalışmamın, 'Kürt Tarihi olmak' gibi büyük bir iddiası elbette yoktur. Bu çalışma, sadece, Kürt tarihinin önemli bir dönemecine Kürt penceresinden alçakgönüllü bir bakıştır. Bu çalışma,, aynı zamanda, 'resmi tarih'e , sol-Kemalistlere ve asli görevlerini yerine getirmekten kaçınan bir kısım Kürt aydınlarına bir tepkinin ürünüdür. Tarihçi olmayan, ama düşünen bir kafanın amatör çalışmasıdır. Çok sınırlı imkân ve sınırlı kaynaklarla hazırlanmıştır. Örneğin; 'Koçgiri Kürt Halk Hareketi' bölümünü yazdığımda, fellik fellik aramama rağmen, Komal Yayınları'ndan çıkan 'Koçgiri Kürt Halk Hareketi' adlı değerli incelemeyi bulamadım. Yine çok arzulamama rağmen, ’Kürdistan Teali Cemiyeti’ ile ilgili belgelere ulaşamadım. Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı, bu çalışmamın birçok eksiğinin olduğu bir gerçektir. Bunun bilincindeyim. Ancak, mükemmele ulaşmak için beklemek, hepten yanlış olacaktı. Eksikleri olsa da yazmak ve Kürt aydınının alçakgönüllü çabasını bu tayin edici dönemde ortaya koymak gerekiyordu. Gelişme ve yetkinleşme elbette arkasından gelecekti. Ben de böyle yaptım.

Okuyucunun engin hoşgörüsüne güveniyor; eleştiri ve düşüncelerini beklediğimi belirtmek istiyorum.

Ocak 1991 Van
Abdurrahman Arslan



Silvan Günleri

Mustafa Kemal Paşa'nın Kürtlerle ilk ciddi teması 1916 yılına rastlar. 10 Mart 1916 tarihinde Diyarbakır'da bulunan 16. Kolordu komutanlığına atanan albay Mustafa Kemal, karargâhını kurduğu Silvan'da bulunduğu süre içerisinde, bazı Kürt ileri gelenleriyle tanışmış, özel dostluklar kurmuştur. Bunlardan, Silvan'da konağında kaldığı toprak ağaları Sadık ve Ali Beyler, Mutki Milis Kumandanı Hacı Musa Bey ve Garzan mıntıkasında eşkiyalık yapan Cemîlê Çeto Mustafa Kemal’in ilerde de yararlanacağı ünlü kişilerden bazdandır. 8 Nisan 1916 tarihinde tuğgeneralliğe yükselen Mustafa Kemal Paşa'nın bu dönemde Kürtlerle ilişkisi, tipik bir Osmanlı paşasının bölgede kurduğu ilişkilerden öteye gitmemiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın ilişki kurduğu Kürt şahsiyetleri ilginç kişilerdir. Sadık ve Ali Beyler yörenin en büyük toprak ağalanndandırlar, sırtlarını Osmanlı yönetimine dayamış işbirlikçilerdirler. Hacı Musa Bey, Hamidiye alaylannda yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış, günümüzde 'koruculuk' sistemiyle eş anlamda 'milis kumandanlığı' yapan bir diğer işbirlikçidir.
Cemile Çeto ise yörede eşkiyalık yapan, daha sonra Mustafa Kemal Paşa ile anlaşan, Türk-Yunan harbi esnasında Mustafa Kemal Paşa'ya 'yardım ve bağlılık' telgrafları çeken, bilahare tekrar dağa çıkan ve yakalanarak idam edilen bir asidir. Mustafa Kemal Paşa'nın Türk-Yunan harbi esnasında Kürt milleti içinde dayandığı ve sözde yardımlarını gördüğü kişiler işte böyle Kürt milletini temsilden uzak, büyük toprak ağaları, işbirlikçiler ve hain konumundaki insanlardır. İlerde bu tip insanlar üzerinde daha da geniş durulacaktır.

.....

 

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues