La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Musa Dağ'da Kırk Gün


Auteur :
Éditeur : Belge Date & Lieu : 1997, İstanbul
Préface : Pages : 808
Traduction : ISBN : 975-344-135-5
Langue : TurcFormat : 135x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Wer. Mus. 3941Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Musa Dağ'da Kırk Gün

Versions

Musa Dağ'da Kırk Gün

Franz Werfel

Belge


"Bu eser, 1929 yılının Mart ayında, Şam'da, tasarlanmıştır. Bir halı fabrikasında çalışan sakat kalmış ve açlıktan ölmüş göçmen çocuklarının sefaletini, bir halkın akıl almaz kaderini, olup bitenin ölüler ülkesinden çekip çıkarmak için belirleyici neden olmuştur. Kitabın yazılması, Temmuz 1932 - Mart 1933 arası gerçekleştirilmiştir. Bu arada Ekim'de yazar, çeşitli Alman kentlerinde verdiği konferanslarda, 1. kitabın 5. bölümünü konuşma metni olarak seçilmiştir. I. kitabın bu bölümünde Enver Paşayla Papazjohannes Lepsius arasında geçen tarihi konuşma aynen verilmiştir."


BİRİNCİ KİTAP
Yaklaşan...

1

"Ey egemen Rab! Kutsal ve gerçeksin sen. Yeryüzünde yaşayanları ne zaman yargılayacak, onlardan kanımızın öcünü ne zaman alacaksın?"
Vahiy, Yuhanna 6:10


Tezkere

"Buraya nasıl geldim?"

Gabriel Bagratyan, bu sözcükleri gerçekten farkına varmadan mırıldandı. Ağzından dökülen sözcükler herhangi bir soruyu da içermiyor, biraz belirsizlik, onu tamamen kuşatan törensel bir şaşkınlık ifade ediyordu. Her yeri aydınlatan bu mart pazarının şafağında, kırmızı, dev gelincik sürüsünü, Musa Dağı'nın yamaçlarından aşağıya, Antakya'nın düzensiz yaylalarına kadar önüne katıp süren Suriye'nin ilkyazı neden olmuştu belki buna. Çepeçevre çayırlıklardan kan renginde fışkıran kırmızılık, açma zamanı gelmiş iri nergislerin çekingen beyazını boğuyordu adeta. Sanki dağı, göze görünmez altın renkli bir uğultu sarmıştı. Ke-busiye'deki kovanlarından dışarıya uğramış bal anlarının sesi miydi bu, yoksa her şeyin en duyulur ve görülür olduğu bu saatlerde, Musa Dağı'nın çıplak sırtını, arkada, çok uzaklarda kemirip duran Akdeniz’in dalgalan mıydı?

Yıkık dökük duvarlann arasından geçen yol, duvarlar, düzensiz taş yığınlan haline geldiğinde keçi yoluna dönüşüyor. Gabriel ev dokuması yumuşak, tüylü kumaştan turist giysisi içinde iri ve gergin gövdesini geri çevirirken dikkatle dinliyor etrafı. Terlemiş alnından biraz geriye itiyor fesini. Birbirinden aynk gözleri, hafif açık renk, ama genel olarak Ermenilerin gözlerinden daha küçük değil.

Şimdi nereden geldiğini görüyor Gabriel. Parktaki okaliptüs ağaçlarının arasındaki ev, parlak duvarları, yassı çatısıyla aydınlanıyor. Bu pazar gününün sabah güneşi altında ahırlarla müştemilat da ışıl ışıl. Bagratyan ile evi arasında yarım saatten fazla uzaklık olmasına rağmen, öyle yakın görünüyor ki, Yoğunoluk Kilisesi de, büyük kubbesi ve yandaki sivri kulesiyle belirgin biçimde selamlıyor kendisini. Bu büyük kilise ile Bagratyanların köşkünü birbirinden ayırmak olanaksız. Gabriel'in, yardımseverliği efsaneleşmiş büyükbabası, ikisini de elli yıl önce yaptırmıştı.

Ermeni köylüleriyle zanaatkârlan arasında, yurtdışından, hatta Amerika'dan bile gurbetçilerin memlekete gelmeleri gelenektir. Fakat zenginleşmiş burjuvalar farklı davranırlar. Görkemli villalarını Cannes sahillerine, Heliopolis bahçelerine ya da en azından Beyrut yakınlarında Lübnan Dağı'nın eteklerine kondururlar.

Yaşlı Avedis, bunlar gibi sonradan görme zenginlerden çok farklıydı. Paris, Londra ve New York'da şubelere sahip, İstanbul'da ünlü bir ticarethanenin kurucusu olan Avedis Bagratyan, zamanı ve işleri izin verdiğinde, Musa Dağı'ndaki Yoğunoluk köyünün üst kesiminde yapılmış köşkte kalırdı her yıl. Onun şahane varlığından, sadece Yoğunoluk değil, Süveydiye bölgesindeki öteki altı Ermeni köyü de yararlanırdı. Yaptırdığı kilise ve okul binaları, çeşitli misyonerlerin görevlendirilmesinden başka, unutulsa bile, halkın bugüne kadar unutmadığı bir armağana işaret etmek ye-terlidir. Avedis Bagratyan, iyi sonuçlanan bir iş yılının ardından gemiyle Singer dikiş makineleri getirterek köylerdeki ihtiyaç sahibi elli aileye dağıtmıştı.

Dikkatli bakışlarını hâlâ köşkten ayırmıyor Gabriel. Büyükbabasını görüyor gibi. Çocukluğunun uzunca bir bölümünü orada geçirmişti; on iki yaşına kadar yaşamıştı o evde. Geçip giden hayatın verdiği olağanüstü acı, fiziksel bir sızıymışçasına geliyor. Sanki doğmadan önceye ait bir yaşam bu; istenmeyen ürkütücülüğüyle ruhunu tırmalıyor insanın. Gerçekten tanıyor mu büyükbabasını, yoksa çocuk kitaplarından birinde mi okudu, ya da resmini gördü? Üstünde san-siyah çizgili ipekten uzun bir ceket var, beyaz bıyıklı küçük bir adam. Altın çerçeveli kelebek gözlüğü zincirle göğsünden aşağı sarkmış. (Bahçedeki çimenlerin arasından kırmızı ayakkabılarıyla yürüyor.) Herkes yerlere kadar eğiliyor önünde. İnce, yaşlı parmakları yanağını okşuyor çocuğun. Böyle miydi gerçekten, yoksa sadece hayal mi?

Gabriel Bagratyan, Musa Dağı ile ilgili yaşadıklarının aynısını, büyükbabası ile ilgili olarak da yaşıyor. Birkaç hafta önce, çocukluğunun geçtiği dağı, o günbitimi gökyüzüne karşı dağın kararmaya başlayan sırtını ilk kez gördüğünde de anlatılmaz bir duygu kaplamıştı her yanını; korkunç, aynı zamanda hoş bir ...



Breistein, Ilkbahar 1933
Franz Werfel




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues