ÖNSÖZ
Neden kişilik sorunu? Türkiye ve Kürdistan devrimci ve demokratik mücadelelerinde önemi çok az kavranmış ya da çarpıtılmış olması nedeniyle, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir çok kişi bu konuyu niçin seçtiğimizi soracaktır.
Kişilik sorununu ele alıp tartışmaya sunmamız, herhangi bir zaman ve mekanda ortaya çıkmış, rastgele bir tutum değildir. Bu sorunun devrimci bir bakış açısından tüm boyutlarıyla aydınlatılması, binlerce yıllık sömürgeci egemenlik altında, kendi, kişiliğini neredeyse yitirme noktasına gelmiş Kürdistan halkının tarihsel ve güncel gerçeklerinin bir dayatması olduğu gibi, devrim dönemlerinin öne çıkardığı bir sorun olması nedeniyle, tüm görkemliliği ile halkımızın gündemine girmiş olan Kürdistan devriminin de mutlaka çözmek zorunda olduğu bir sorundur.
Ülkemiz ve halkımız günümüzde, çağla bütünleşmenin sancılarını çekmektedir. Yüzyıllardan beridir maruz kaldığı görülmemiş baskı ve sömürü nedeniyle Kürdistan halkı, neredeyse kendi kişiliğini yitirme gibi olumsuz bir gerçeği yaşamak zorunda bırakılmıştır. Böyle bir halkın kendisini tanıyabilmesi ve tarihini kendi elleriyle yazabilmesinin tek yolu, açıktır ki, ancak devrim olabilir. Ama böyle bir yola girebilmek, halkın üzerindeki her türlü baskı ve sömürü biçimini perdeleyen ve onun kendi kimliğini tanımasını engelleyen sahte görüntüleri yutmadan mümkün değildir. Fiziksel olarak çağın içinde yer alan ve fakat çağdaş gerçekler karşısında adeta kör, sağır ve dilsiz bir vaziyette duran Kürdistan halkı, ona bu gerçekleri özümsetip yaşatacak bir kılavuzu olmaksızın devrim yoluna giremez ve böyle bir yolda ilerleyemez. İşte bu nedenle başka ülkelerden çok daha fazla olarak Kürdistan'da, öncü bir kesimin halkın ulusal ve toplumsal geleceğini ve devrimin tüm özelliklerini bireysel ve örgütsel olarak kendi benliğinde somutlaştırması zorunludur. Kendisini bu sıfatla adlandıran, yani önder kişi ve örgüt olduklarını söyleyenler, halkın sırtında yaşayan bir sahtekârlar grubu olarak adlandırılmak istemiyorlarsa, ne olduklarını ve ne yapmak istediklerini teoride ve pracikte tüm özellikleriyle sergilemelidirler. Kürdistan'ın, katmerli bir yabancılaşmanın ürünü olan yozlaşmış ve ödlek aydınlarından gelebilecek tehlikeleri önleyebilmenin de yolu budur.
Daha da açık ifade etmek gerekirse, suret-i haktan görünen meleklerin ne tür şeytanlar oldukları tüm açıklığı ile ortaya konulmazsa, yüzyıllardır karanlıklara boğulmuş olan halkımızın umutları, son darbeyi de bizim yetmezliğimizden yiyecektir. Bu anlayışımız ve inancımızın bir ürünü olarak biz, ulusal ve toplumsal kurtuluşumuzun biricik eylem kılavuzu olarak gördüğümüz Marksizm-Leninizm'i ülke somutumuzda, kişisel ve örgütsel yaşamımızda nasıl cisimleştirmek istediğimizi böyle bir yazıyla ortaya koymayı, sorumluluk anlayışımızın bir gereği olarak gördük. Aynı zamanda halkımız için nasıl bir ulusal ve toplumsal kurtuluş öngürdüğümüzün de bir göstergesi olan bu yazıda ortaya koyduğumuz anlayış ve önerilerimizle kendi kimliğimizi açıkça sergilediğimiz gibi, içinde bulunduğumuz dönemde muazzam önem taşıyan bir konuyu bu denli açıklıkla ortaya koyduğumuz için de, ilerici ve devrimci tüm güçlerin bu alandaki eksikliklerini gidermelerinde, kendilerine önemli bir araç sunduğumuz inancındayız.
Bu amaçla, öncelikle mensup olduğumuz halkın toplumsal koşulları ve bundan kaynaklanan olumlu ve olumsuz kişilik yapılarını ele aldığımız yazımızda olumsuz kişiliklerin aşılması, olumlu kişiliğin ise sürece damgasını vurabilmesi için öngördüğümüz koşulları ortaya koymaya çalıştık.
Sorunu ele alış ve çözümleyiş yöntemimizin Marksizm-Leninizm'in ruhuna uygun, doğru ve geçerli olduğuna inanıyoruz. Bu inancımızın bir ürünü olarak, tüm sorumlu halk güçlerini, aynı gerçeklerle kendi gerçek kimliklerini ortaya koymaya, bu temelde birbirlerini tanımaya ve dayanılma içine girmeye çağırıyoruz.
Ali Fırat
Giriş
Kişilik sorunu, insanlığın tarih sahnesine, toplumsal devrimlerle birlikte girmiştir. Toplumsal devrimler öncesinde sözkonusu olan kişilik, dönemin toplumsal özelliklerinden kaynaklanan, genelllikle dümdüz, silik ve vasat nitelikteki bir kişiliktir. Ama ne zamanki toplumdaki durgunluk yerini devrim dönemine bırakır, işte o zaman kişilik sorunu da ön plana çıkar.
Devrimden önceki toplum, gittikçe güçlenen felsefi-dini düşüncelerin, ahlaki ve geleneksel değer yargılarının ve çeşitli burumların etkisi alımda oluşan katılaşmış kurallar ile yönetilmektedir. Genel olarak, meşrulaşmış bir ekonomik biçim ve bu temel üzerinde inşa edilmiş bir üst yapı ve siyasal kurumlaşmalar hüküm sürmektedir. Bütün bunlar ise, ebedi ve ezeli, değişmez kurallarmış gibi, insanların belleğine, kişiliğine ya zorla veya zor ile birlikte çeşitli meşrulaştırma araçlarıyla benimsettirilmiş, bu anlamda da, toplum veya birey tarafından kabul görmüşlerdir. Mevcut düzenin hizmetinde olan din, felsefe ve ahlâk da her zaman sürekli propagandalarla toplumun, dolayısıyla da dünyanın değişmezliğinden dem vurmuştur.
Elbette ki, bu derece yaygın kurumlaşmalar içersinde bireyin yaratıcı rolü, yani kişiliğin toplumdaki rolü son derece sınırlandırılmıştır. O, bu durumda sadece toplumun dönen çarklarının basit bir dişlisidir. Değil bu çarkı parçalamak, tam tersine daha düzgün işlemesini sağlamak için«çaba harcar. Kısacası onun için esas ve geçerli olan, iyi bir düzen adamı olarak düzenin kusursuz işlemesini sağlamaktır. Kişiliğe damgasını vuran bu özelliklerdir. Açık ki, burada sözkonusu olan düz ve silik bir kişiliktir. Eski düzenin ideal konumunun kişiliğe yansıması çok genel olarak böyledir.
.....
|