La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Olağanüstü Hal Bölge Raporu 1991


Auteur :
Éditeur : Melsa Date & Lieu : 1992, İstanbul
Préface : Pages : 176
Traduction : ISBN : 975-345-000-0
Langue : TurcFormat : 130x185 mm
Code FIKP : Liv. Tur. İHD. İHD. N°2426Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Olağanüstü Hal Bölge Raporu 1991

Olağanüstü Hal Bölge Raporu 1991

İHD

Melsa


Kürt halkı, artık yedisinden yetmişine yıllarca susadığı özgürlüklere doğru koşmaktadır. Bu meşru haklarını alma kararlılığındadır. Bu, geri dönüşü olmayan bir yürüyüştür. Ama bu ayağa kalkışta Kürt halkı bütün demokratik direnme yollarından yoksundur.
Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı devletin temel politikası şiddettir. Devlet şiddete tapmaktadır.



ÖNSÖZ


1990 yılında, Temmuz ayının son günlerinde, Çağdaş Gazeteciler Derneği’nden bir arkadaşım beni aradı: "Çağdaş Gazeteciler Derneği bünyesinde Güneydoğu ve Doğu olaylarını izlemek için ayrı bir birim kurmaya çalışıyoruz. Basın o bölgelerde olup biten olayların çok büyük bir kısmını vermiyor. Verilenler de Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinin gözlemleriyle veriliyor. Bizim kurmaya çalıştığımız birim, bölgede cereyan eden her olayın peşinde koşacak. Olayların bilinmeyen yönleriyle, basına yansımayan yönleriyle ilgili olarak kamuoyunu aydınlatacak..."

Çağdaş Gazeteciler Derneğinden arkadaşım, daha sonra konuşmasını şöyle sürdürdü: "Böyle bir birim kurulabilmesi için epeyce çalıştık. 30-40 kadar gazeteciyiz. İlk toplantıyı Ankara’da yapmayı düşünüyoruz. 8 Ağustos’ta Çağdaş Gazeteciler Derneğinde yapacağımız bir basın toplantısıyla kuruluşumuzu kamuoyuna duyuracağız. Bu toplantı için bir rapor hazırladık. Bu raporda bugüne kadar o bölgelerde cereyan eden olayların bilinmeyen yönleri var. Raporda basına hiç yansımayan olaylar da yer alıyor... Bu rapordan size bir tane hemen vereceğiz..."

Çağdaş Gazeteciler Derneği’den arkadaşım, sözünü şöyle tamamladı: "Kuruluşumuz ayda bir kere basın toplantısı yapıp çalışmalarımız hakkında kamuoyuna bilgi vermeyi düşünüyor. Her toplantıya değişik düşünceleri, değişik özellikleri olan konuklar davet etmeyi düşünüyoruz. 8 Ağustos’tâki ilk basın toplantısına sizi davet ediyoruz. Olumlu cevap verirseniz, gelirseniz çok sevineceğiz."

O sırada Sağmalalar Cezaevi’nden yeni tahliye olmuştum. Henüz İstanbul’daydım. Bu öneriyi sunan arkadaşım da çok iyi, çok değerli bir gazeteciydi. Arkadaşım bir yemekte beni öteki arkadaşlarıyla da tanıştırdı. Onların da önemli bir kısmını basından yakından tanıyorum. Onlar da belirtilen ihtiyacı ayrı ayrı vurguladılar. Yemek, İstanbul Tabipler Odası’nda verilmişti.
Türk basınının gerilla mücadelesiyle ilgili olarak hiç sağlıklı bilgiler vermediğini çok yakından biliyordum. Türk basınının temel özellikleri hakkında önemli saptamalarımız da vardır. Bunlara rağmen düşünülen yeni birim faydalı olabilirdi. Bu bakımdan teklifi olumlu karşıladım.

Raporu dikkatle inceledim. 25 sahife kadar vardı. Fakat, raporda yeni hiçbir şey yoktu. "Olayların perde arkası" denebilecek hiçbir şey yoktu. Raporda, Türk basınına yansımayan hiçbir olay yoktu. Rapor; Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Güneş, Günaydın, Sabah, Tercüman gibi günlük basında yer alan haberlerin toplanmasıyla oluşturulmuştu. Raporda yer alan bütün haberler sözü edilen bu gazetelerde zaten verilmiş olan haberlerdi. Şaşırdım. Hayal kırıklığına uğradım. Bana söylenenlerle raporun bizzat kendisi arasında çok derin bir çelişki vardı.

8 Ağustos’tan birkaç gün önce, Çağdaş Gazeteciler Derncği’nden arkadaşım beni bir kere daha aradı. Toplantının ertelendiğini bildirdi: "Hazırlanmış rapor çok eksiktir. Yeni bir rapor hazırlayacağız. Elimizdeki rapor düşündüklerimize uygun değil. Bu süre içinde hazırlayacağımız rapor düşündüklerimize uygun olacak. Toplantının yeni tarihini ileride bildireceğiz. Toplantı muhakkak Ağustos ayının içinde olacak..."

Basın toplantısı Ağustos ayının sonlarında yapıldı. Raporun yeni bir yazımı da yapılmıştı. Fakat yeni yazım da aşağı yukarı eskisinin aynısıydı. Yine olayların perde arkası konusunda hiçbir bilgi yoktu. Yine, Türk basınına yansımayan olaylar hakkında hiçbir bilgi yoktu. Söylenenler ve özlemlerle rapor arasındaki derin çelişki yine sürüyordu. Basın toplantısına şimdi Şırnak milletvekili olan bir arkadaşımız da katılmıştı. Toplantı başlamadan önce, Şırnak’tan bir yurtsever arkadaşımız beni aradı. Benim orada olduğumu tesadüfen öğrendiğini, önemli bir olayı anlatacağını bildirdi... Bir gün kadar önce, Silopi yörelerinde, Habur sınır kapısında cereyan eden bir olayı anlattı. Telefonla konuşuyorduk ve sesi pek iyi gelmiyordu. Özel tim, Irak’tan giren veya Irak’a girmeye çalışan TIR sürücülerine pişmiş yumurta, ekmek gibi bazı yiyecek maddeleri satan Kürt çocukları üzerine ateş açmış, bir çocuk yaşamını yitirmiş...

Basın toplantısında ilk önce, Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin Ankara Şubesi başkanı konuştu. Daha sonra ben kısa bir konuşma yaptım. Devlet dışı haber kaynakları üzerinde durdum. Silopi’de cereyan eden olayı da basın mensuplarına duyurdum. Türk basınının, Kürdistan’daki ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesine Türk Devleti’nin değerleriyle yaklaşmaması gerektiği üzerinde durdum. Daha sonra, şimdi Şırnak milletvekili olan arkadaşımız da bölgede cereyan eden olaylarla ilgili bazı şeyler söyledi.

Basın toplantısının amacına ulaştığını hiç düşünmüyorum. Ertesi gün basında, bu basın toplantısı hakkında ciddi hiçbir haber yer almamıştı. Silopi’de cereyan eden sözünü ettiğimiz olay da Türk basınına doğru-dürüst bir şekilde yansımadı.

Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin düşündüğü, "Güneydoğu Olaylarıyla İlgili inceleme Birimi" olduğu gibi kaldı. Daha sonra ne bir rapor yazıldı, ne de bir toplantı yapıldı. Amacına ulaşmamış bir proje Neden düşünüldüğünü, ilk toplantının neden yapıldığını anlamış değilim. Herkes olaylara, toplumsal ve siyasal sürece, bana bu projeyi anlatmaya çalışan arkadaşım kadar iyi niyetle ve heyecanla yaklaşmıyor...

Aslında Türk basını, devletin değerleriyle hareket eden, onu korumaya ve kollamaya çalışan bir basındır. Dördüncü kuvvet falan değildir. Kürdistan sorunu konusunda sadece ve sadece devletin istediklerini yazabilmektedir. Devletin istemediği şeyleri ise hiç yazmamaktadır. Bu konulara hiç dokunamamaktadır. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız olay da bu düşüncenin önemli bir kanıtı olsa gerektir.

"Olayların perde arkasını bilmek", "olayların bilinmeyen yönlerini araştırmak", Türk basınına yansımayan, Türk basınına yansımaması için özel çaba sarfedilen olaylar hakkında bilgi sahibi olmak... Bu elbette çok büyük bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı çok daha önce hisseden ve gereklerini yerine getirenler de vardır. Bunlar Kürt şehirlerinde kurulan ve faaliyet gösteren insan hakları dernekleridir. Diyarbakır, Siirt, Batman, Şırnak, Van, Urfa, Nusaybin gibi yörelerde kurulmuş insan hakları dernekleri, Kürdistan’daki ulusal ve toplumsal mücadeleyi en ince ayrıntılarına kadar izlemeye çalışmaktadır. İnsan hakları ihlalleriyle çok yakından ilgilenmektedir. Sözü edilen Kürt şehirlerinde, benzer şehirlerde faaliyet gösteren insan hakları dernekleri, hazırladıkları raporlarla, Türk basınına hiç yansımamış olaylar hakkında son derece önemli bilgiler vermektedirler. Olayların bilinmeyen yönlerine açıklık getirmektedirler. Bu bakımlardan, Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Urfa, Van, Nusaybin gibi yörelerde insan hakları derneklerinin hazırladıkları raporlar bugünleri anlamak için çok kıymetli birer hâzinedirler. Bu insan hakları derneklerinin arşivleri, gelecekteki Kürt nesillerine bırakılabilecek en değerli birer mirastır.

Legal çalışma, yerine ve zamanına göre çok zor bir çalışmadır. Gerek Türkiye’de, gerek Kürdistan’da insan hakları derneklerinin çalışmalarını çok zor koşullar içinde yürüttükleri bilinmektedir. Örneğin, Ankara, İstanbul, Mersin, Adana, İzmir... gibi yörelerdeki çalışmalar da binbir türlü güçlük içinde binbir türlü güçlük göğüslenerek yürütülebiliyor. Fakat, Kürdistan’daki insan hakları derneklerinin çalışmalarını çok daha ağır koşullar içinde sürdürebildiği yine bilinen bir gerçektir. Çünkü, Kürdistan’da zulüm, işkence, baskı daha fazladır... Günümüzde Kürdistan ancak zulümlerle yönetilebilmektedir, kararnamelerle yönetilmektedir. Kararnamelerle yönetimde insan haklarından söz etmek mümkün değildir. Kararnamelerle yönetimde insan hakları sıfırlanmıştır.
Devletin, Kürtleri yönetirken baskı ve zulüm yapma hakkı ise sonsuzdur... Kararnameler devlet terörünü yasallaştırmıştır.
Kararnameli yönetimin elbette, anayasal dayanakları da vardır.

25-30 sene önce Kürdistan’ı yönetmek çok kolaydı. Çünkü Kürtler sömürge bir halktı, fakat bunun bilincinde değillerdi. Kürtler, Türk devletinden birşey istemiyorlardı. Günümüzdeyse dev bir uyanış var... 25-30 sene önce hiçbir şey istemeyen, düşürülmüşlüklerinin ve köleliklerinin bilincinde olmayan Kürtler, artık, siyasal talepler geliştiriyorlar. Bu taleplere gün geçtikçe daha yoğun bir vurgulama yapıyorlar. Kürdistan sömürgesinde, güçlü, yaygın, durdurulamayan, geriletilemeyen bir toplumsal ve siyasal uyanış var... Kürdistan eski Kürdistan değil...

İşte bu süreçte, düzene karşı, Türk sömürgeciliğine karşı gelişen Kürt muhalefetinin coğrafi dağılımının incelenmesi de çok önemli ipuçları ortaya çıkarıyor. Kürdistan’da gelişen Kürt muhalefeti ulusal ve toplumsal kurtuluş sürecini daha yakından kavrıyor, duyarak, hissederek kavrıyor. Sürecin geniş Kürt halk yığınlarını içine çektiğini yakından görüyor, süreçle bütünleşiyor... Ulusal ve toplumsal mücadelenin daha büyümesini, daha güçlenmesini, daha etkili olmasını istiyor. Bu yönde tavır ve davranış gösteriyor. Süreci anlamaya, anlatmaya çalışıyor...

Ulusal ve toplumsal mücadele ortaya yeni tipler, yeni insanlar çıkarıyor... Devrimci, demokrat, yurtsever Kürtler... Kürt aydını diyebileceğimiz kategoriyi bu süreç çıkarıyor. Kürdistan’ın dışındaki, özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük Türk şehirlerindeki Kürtler ise, Kürt gerçekliğini ve Kürdistan gerçekliğini kavrayamıyorlar. Kürdistan gerçekliğini kavrayanları, bu gerçekliği dönüştürmeye çalışanları, onların düşüncelerini ve eylemlerini kavrayamıyorlar. Ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesine bir alternatif arayışı içindeler... Kanımca bu arayışın başarıya ulaşması mümkün değildir. Ulusal ve toplumsal mücadeleye karşı çıkmak, ona alternatif aramaya çıkmak, ancak Türk sömürgeciliğininin çıkarlarına hizmet olabilir. Halbuki, ulusal ve toplumsal mücadeleyi güçlendirmek gerek, büyütmek, yaygınlaştırmak gerek, etkili kılmak gerek...

Kürdistan, artık eski Kürdistan değildir. Fakat, hala eskilerde kalan pek çok Kürt vardır. Bunların yeniyle mücadelede başarıya ulaşması olası değildir. Eskinin yeniye alternatif olması mümkün değildir. Eskinin devrimci ve demokratik bir söylemle gizlenmeye çalışılması da mümkün değildir. Yeni süreç eskiyi, eskileri aşıp geçecektir...
Türkiye’deki ve Kürdistan’daki insan hakları derneklerine dostlukla, sevgiyle...

İsmail Beşikçi
Ankara, Ocak 1992



Birinci Bölüm

Yaşam Hakkı

Kişinin, hak ve özgürlüklerden yararlanabilmesi, fiziki varlığını sürdürebilmesine bağlıdır. Bu güvenceyi sağlayan da "kişinin yaşama hakkı", bir başka deyişle "öldürülmeme hakkı" ya da "insanın öldürülmezliği" ilkesidir. Kutsal ayrıcalığı olan bu hak temel hakların başında yer alır. Hem yasal sıralama olarak, hem de niteliği, özü, önemi bakımından yaşam hakkı o denli temeldir ki; bir çok hak ve özgürlükler listesi, onu vurgulamaya bile gerek görmeyebilir.

Belirttiğimiz bu kesin ve somut ilke, net olarak ortaya konduktan sonra denilebilir ki, insan en yoğun ve kapsamlı bir hareket tarzıyla yaşam hakkını çoğunlukla ilk ve en etkin yollarla tehdit eden devlete ve devlet güçlerine karşı korunmalıdır. Bu amaçla; yaşam hakkının her türlü olağanüstü halde dahi ihlal edilemeyeceği, başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere, bir çok uluslararası bildiri ve sözleşmelerde kesin olarak belirlenmiştir. Yargısal yetkisi olan Avrupa İnsan Hakları Divanı tarafından da bu belirlemeler çeşitli ölçütler çerçevesinde netleştirilmiştir.

Avrupa İnsan Haklan Sözleşmcsi’nin 15. maddesi bu ölçütleri barındırmaktadır. Bu hükme göre, "ulusun yaşamını tehdit eden savaş ya da başka bir olağanüstü durumda, bir yüksek sözleşmeci taraf, kesinlikle durumun gerektirdiği ölçüde olmak üzere ve uluslararası hukuktan doğan öteki yükümlülükleriyle bağdaşmak koşuluyla bu sözleşmeye göre üstlendiği yükümlülüklerine aykırı önlemler alabilir.”

Bu hükme dayanarak yasal savaş eylemlerinden doğan ölüm olayları dışında 2. maddeye ya da 3. madde ve 4. maddenin 1. fıkrasıyla, 7. maddeye aykırı önlemler alınamaz.

Sözü geçen 2. madde, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin 2. maddesi olup, şu hükmü getirmektedir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Hiç kimse, yasada ölüm cezası öngörülen bir suçun işlenmesi durumunda bir mahkeme kararının yerine getirilmesi dışında, amaçlı olarak yaşamdan yoksun bırakılamaz."

.....




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues