YOLUN ÖYKÜSÜ
Bu çalışmada yer alan güncenin öyküsü, gerçekte Kürtlerin anlatılamayacak denli uzun bir geçmiş ve bir o kadar da acılarla yüklü öykülerinin miniminicık bir dilimini oluşturmaktadır.
Öykü, Osmanlı İmparatorluğu'nun enkazı ile birlikte, Kürtlerin legal bir örgütü olan Kürdistan Teali Cemiyeti'nin dağıtılması üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana, çok çeşitli nedenlerin bileşimi sonucunda oluşan ancak ilk kez -sınırlı da olsa- Kürt kimliğiyle politika yapmak ve Parlamento'da mücadele etmek için kurulan HEP'in (Halkın Emek Partisi) 20 Ekim 1991 seçimlerinde SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) ile yaptığı işbirliği sonucunda seçilen yirmi iki milletvekiliyle başlar.
Ve öykümüz, 1992 Newroz'unda Şırnak ve Cizre'de 103 kişinin öldürülmesinin ardından istifa eden arkadaşlarının aksine, SHP'de kalmayı sürdüren HEP'in kurucu Genel Başkanı Fehmi Işıklar, Genel Saymanı Salih Sümer, Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Adnan Ekmen ile Abdülkerim Zilan'ın yokluklarında sürer. Parlamentoya seçildiğimiz tarihten atıldığımız tarihe kadar, bütün eksikliklere karşın yaptıklarımızın tümünün tarihsel önemde olduğu ve ayrı bir çalışma konusu oluşturacağı kuşku götürmez. Bu yüzden arada yapılan çalışmaları, verilen mücadeleyi, çekilen sancıları geçerek bizleri idamla yargılanmak üzere cezaevine götüren yolun ilk durağı olan, asker-sivil ve polis bürokrasisince gerçekleştirilen "örtülü/sivil" darbeye geçiyorum.
2 Mart 1994'te gerçekleştirilen bu darbenin mimarlarının istemi doğrultusunda ve TBMM'deki bütün partilerin işbirliğiyle, Demokrasi Partisi (DEP) Mardin Milletvekili Ahmet Türk, Diyarbakır Milletvekilleri Leyla Zana ve Hatip Dicle, Şırnak Milletvekilleri Orhan Doğan, Mahmut Almak ve Selim Sadak ile Muş Milletvekili Sırrı Sakık'ın dokunulmazlıkları kaldırıldı.
Aynı gün Hatip Dicle, lojmanlara çıktığı sırada yolu kesilerek, kimseler görmeden; Orhan Doğan ise Meclis kapısında, kameraların önünde, onur kırıcı bir şekilde, üstelik daha dokunulmazlık konusu üçer dosyaları ile ilgili savunma olanağı tanınmamışken gözaltına alındı. Bir anda milletvekillikleri geride kalmış, Terörle Mücadele Şubesi'nin birer zanlısı oluvermişlerdi.
Diğer arkadaşlar onlardan iki gün sonra, kendisi de polis ablukası altında olan Meclis'in kendi eliyle, polise güle oynaya teslimi sonucunda gözaltına alındılar. Böylece onlar da Terörle Mücadele Şubesi'nin birer zanlısı oluverdiler.
Selim Sadak gönderildiği Kocaeli'den iki gün sonra salıverilirken, geri kalanların tümü, on beş günlük gözaltının ardından 17 Mart 1994'te çıkarıldıkları DGM tarafından tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı (Ulucanlar) Cezaevi'ne kondular.
Böylece operasyonun birinci bölümü tamamlandı.
16 Haziran 1994’te ise Anayasa Mahkemesi’nin DEP'i kapatarak, milletvekilliklerimizi düşürme kararını açıklayacağı çok önceden belli olduğundan; sabah erkenden Siirt Milletvekili Zubeyir Aydar, Mardin Milletvekili Ali Yiğit, Van Milletvekili Remzi Kartal, Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ile Adıyaman Milletvekili Mahmut Kılınç yurtdışına çıktılar. O sıralar yurtdışında bulunan Siirt Milletvekili Naif Güneş de onlara katılacaktı.
Ancak ben ve Selim Sadak, arkadaşlarımıza da belirttiğimiz gibi, doğru olanın haklı nedenlerle de olsa sürgüne gitmek yerine, kalarak mücadele etmek olduğu düşüncesiyle yurtdışına çıkmadık.
Gerçekten de Anayasa Mahkemesi arkadaşlarımızın yurtdışına çıktığı gün, akşam saatlerinde, on saatten fazla süren bir toplantı sonucunda DEP'in kapatılması ve toplam on üç milletvekilinin milletvekilliklerinin düşürülmesine karar verdi. Bu, örtülü/sivil darbenin ikinci bölümünün tamamlanması anlamına geliyordu.
Karar üzerine dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret Demiral, hiç zaman yitirmeden benim ve Selim'in gidip kendisine ifade vermemiz için çağrıda bulundu. Ancak; "Karar Resmi Gazete'de yayınlanmadığı sürece, savcılığa gitmeyeceğiz ve ifade vermeyeceğiz!.." diyerek çağrısını reddettik.
Açıklamamızdan kısa bir süre sonra, daha biz Meclis’teyken, Demiral'ın gözaltına alınmamız için polise verdiği emir doğrultusunda Meclis kapısında barikat kurulduğunu öğrendik. Bunun üzerine o günün gecesini Meclis'te geçirdik. Sonraki gün öğleye doğru Meclis Başkan Vekili Kamer Genç'e giderek, gözaltına alınsak bile Meclis ten ayrılacağımızı, amacımızın "Meclis'e sığınmak" olmadığını, Demiral'ın hukukdışı, keyfi mantığına karşı çıkarak bir anlamda Parlamento'nun onurunu koruduğumuzu belirterek günlük uğraşılarımıza döndük.
Gerek Meclis'te geçirdiğimiz gece gerek onu izleyen günlerde Başsavcı Nusret Demiral'ın Meclis Başkan Vekili Kamer Genç, Meclis Emniyet Müdürü Mehmet Kalaya ve -dolaylıda olsa- Milliyet Gazetesi yazarlarından Taha Akyol aracılığıyla ilettiği; "Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararının Resmi Gazete'de yaymlanmasından önce avukatlarınızla birlikte gidip ifade vermeniz halinde tutuklanmayacaksınız! Böylece bu mesele de kapanmış olur!" şeklindeki öneriyi:
"Amacımız, milletvekili olarak bir hakkın ihlaline karşı çıkmak, bunun yanı sıra Parlamento'nun üzerinde yargının bir memurunca estirilen şiddete boyun eğmemektir. Bu, bizim için bir prensip sorunudur. Hiç bir pazarlığa girmiyoruz! Öyle 1971 muhtırasının Genel Kurul'da okunmasının ardından, hiç bir şey olmamış gibi, 'Gündem'in diğer maddesine geçen' milletvekili döneminin en azından bizler açısından kapandığını göstermek için, kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasını bekleyeceğiz!” diyerek reddetmek ve direnmeyi sürdürdük.
Yasama-yargı çatışmasmda Demiral'a geri adım attırdıysak da, gelişmeler, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, DGM Başsavcısı Nusret Demiral ve -büyük olsılıkla- daha pek çok etkili ve yetkilinin ikili üçlü görüşmeleriyle, üst düzeyde aşılarak bir karara varılmasına yol açtı.
Bu sonuç kendisini, Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararını, kuruluşundan o güne kadar aynı konuyla ilgili kararlarından olağanüstü kısa bir sürede; sadece on üç günde bitirip yayınlanmasında ortaya koydu.
Kararın Resmi Gazete’de yayınlandığı 1 Temmuz 1994'te, hiç zaman yitirilmeden gözaltına alındık. Böylece Selim -bir kez daha- ve ben de Terörle Mücadele Şubesinin zanlıları olarak Ankara Emniyet Müdürlüğünün bodrum katındaki hücrelerine kapatıldık. Gözaltındaki on iki günden sekiz tam günü açlık greviyle geçirdikten sonra, sevkedildiğimiz DGM'ce 12 Temmuz 1994'te tutuklanarak diğer arkadaşlarımızın yanma, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'ne konduk.
Böylece 2 Mart 1994 te gerçekleşen örtülü darbe, Parlamento boyutuyla tamamlanmış oldu.
Önce dizeler, çoğu isimsiz şiirlere yazdırdı kendini...
BİR
Usul usul Geride kalırken Bir görüş günü, Boğazıma düğümlenir; Buruk gülüşü Şaşkın bakışları Dokunamayan- Minik elleri Sorular dolu Sözleriyle küçüğüm... Ve acıya bulayan Özlemi sevgilimin Hayalleri dışında- Bir başka Salı'ya kalır.
12 Ağustos 1994
İKİ
Not: "Üzüyor olsumda Şeffaf olmalıyım Dizelerdeki gibi..." Bugün Dördüncü yıldönümündeymişiz Evliliğimizin
.....
|