La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Yas Tutan Tarih: 33 Kurşun


Auteur :
Éditeur : Pencere Date & Lieu : 1989, İstanbul
Préface : Pages : 112
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 135x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Asl. Yas. N° 1555Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Yas Tutan Tarih: 33 Kurşun

Yas Tutan Tarih: 33 Kurşun

Günay Aslan


Pencere


Türkiye'nin Kürt politikasını en iyi açıklayan iki sözcük. Cumhuriyet Türkiye'sinde Kürt olmak, Hitler Almanya'sında Yahudi, Botha Afrika’sında Zenci, İsrail işgali altındaki topraklarda Filistinli olmakla eş anlamlı. Dersim, Zilan, Xratel, Sefo, Şır-nak, Guruza, Deve Geçidi ve son olarak da Kasaplar Deresi, Türkiye'nin Kürt politikasını en iyi açıklayan uygulamaları. Bilen, tanıyan, duyan birçok arkadaşım, Yunus Nadi Armağanı yarışmasına Kasaplar Deresi çalışmamla katılmamı önerip durdular. Kasaplar Deresi ile ilgili olarak Türk ve Avrupa basınında yayımlanmış olanların dışında yüzlerce sayfalık belge, bilgi ve söyleşi zulamda öylece duruyordu. Ancak anılan yarışmaya yine de Sefo Deresi (33 Kurşun) çalışmamla katıldım. Çünkü, güdümlü ve nesnellikten yoksun Türk basınında Kültlerin yaşadığı yörelerdeki insan hakları ihlalleri kabül görüyordu nedense. Her baskı, zulüm ve işkenceyi yöredeki "terör" umacısıyla örten bu kesimlere “33 Kurşun” önemli iki mesaj veriyordu: Evet, yıl 1943. Ne bir isyan var, ne de bir direniş. Kürtler uslu ve sessiz. Ancak, iki ay içerisinde iki ayrı katliam yaşanıyor Saray ilçesinde. Xretel’de 20, Sefo Deresi’nde 33 yoksul Kürt köylüsü katlediliyor. Kürt olmanın dışında hiçbir suçu olmayan bu köylüleri kurşuna dizme emrini verdiği için dönemin 3’ncü Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı Paşa "Öldür" emrini verdiği için Türk ...



ÖNSÖZ

Bu kötülüklerle dolu karanlık sürece rağmen ne de güzel günler de görebiliyoruz, işte şerefli ve değerli gençlerimiz sayesinde bu güzel günlerden birini yaşıyorum. Bundan tam 41 yıl önce 16 Aralık 1948 tarihinde sahibi olduğum Dicle Kaynağı gazetesinde 33 Kurşun olayını manşet yapmıştık, “içişleri Bakanının cevabı tatminkâr değildir!” başlıklı manşet haberimizde beş buçuk yıl önce işlenmiş bu cinayetlerin unutulmasının mümkün olamayacağını, bunun hesabının verilmesi gerektiğini yazmıştık. Ne acı ki, aradan tam 48 yıl geçtikten sonra bundan bir ay kadar öncesi birçok günlük gazetede yine bir katliam için, “İçişleri Bakanının açıklaması yetersiz” başlıklı manşet haberler yer aldı. Bu kez katledilen 6 Silopili yoksul Kürt köylüsüydü. Dünden bugüne değişen ne? Artık yetmedi mi?

Gazetemde 33 Kurşun’dan evvelki olaylar ve bugüne kadar olacak olayları da kast ederek, "Kaynaktan Yudum” köşemde “Kaç 33’ler” diye bugünün zihniyetini de kapsayacak şekilde şunları yazmıştım: “Son günlerde Meclisde sanki pek nadir ve tekmiş gibi 33 Şarklının kanunsuz olarak jandarmalar tarafından şahadetleri sık sık konuşuluyor.

Gerçi bu gibi caniyane kıtallere karşı her vatandaş gibi hattâ daha fazla bile hissimiz sadece nefrettir. Fakat yine biz meb'us beylerin bu gayretkeşliğini de en aşağı şu zaviyelerden fuzuli buluyoruz.

a- Eğer bu zevat son hareketleriyle, Şarkta buna benzer başka bir hâdisenin bulunmayışı ve eğer olduysa da hakiki adaletin tecelli ettiği hissini dünya ve şark efkarına ihsassa, yazık olur emeklere. Zira Şarktaki çoban, Meclisteki özçobandan bu hususta daha çok hassastır.

b- Yok eğer hakikaten bu beyler; Şarkta bundan bin kat daha elim hâdiseden bihaber iseler; bizdeki seçim isabetsizliği iddialarına hak vermemek hata olur.

c- Ve bilhassa şayet Demokratlar bu gibi Şark şehitlerinin kan ve kemiğinden partilerine tabya kurmaya kalkışıyorlarsa Şarklının buna da karnı toktur, zira en büyük Demokratın gününü de bilir.

Bütün bunlar böyle; zaten alışkınız. Fakat ne yalan söyleyeyim, herhalde kendisi de bizim gibi kendisinin bir Şark mebusu olduğunu unutmuş olan Mardin Meb'usu Ali Rıza Ertem’in Meclisde kendisince bu gibi basit Şark meselelerinin konuşulmasına müsaade etmeyişine üzüldüm.
Bir daha seçimde inşallah kendisine rey vermeyeceğim.”

Evet şimdi meselenin öteki yüzüne bir göz atalım.
Türklerin Ortaşark’taki durumları çok enteresan. Asırlardan beri zulüm ve şiddet olmasa tutunamayacaklardı. Çünkü, göçebe bir akın halinde gelmiş, kendilerinden kat kat üstün uygarlıklara sahip milletlerin vatanlarını zapt etmiş, kendilerinin üstün bir kültürleri olmayınca da bu halkları üzerinde zulüm ve şiddet, insanlık dışı hareketlerle denetim almaya kalkmışlar. Örnek mi? İşte Araplar, Acemler, Kürtler, Gürcü, Laz, Ermeni ve de Bizanslılar...

Şimdi böyle bir teşkilattan, şiddete dayalı barbar bir mekanizmadan —devlet düzeninden— demokratik hareketler beklenilebilinir mi? Bunları beklemek yersizdir. Bugün bile Türkiye'de bu zihniyet hakimdir. Mesela desek ki, Kürdistan Kürtlerindir, Ermenistan Ermenilerin, Lazistan Lazların, Rumeli Rumların dense Türk'e ne kalır? Onun için hak veremiyorum ama Türkün payına daima haksızlık, başkalarının hakkını inkâr ve tarihde gülünç düşme kalıyor. Zaten bugün Türklerin dahi esasını anlayamadıkları, şikayet ettikleri konu da budur. Çünkü, Balkanlardan Ortadoğu’da zulüm etmedikleri kavim kalmamıştır.

Bu yüzden şimdiki Türkler Bulgarların, Yunanlıların, Suriye, Irak, İran ve Sovyetler ile içerde Kürtlerin kendilerine düşman olduklarını görüyorlar. Buna uygun olarak da kendilerine atasözü gibi bir lâf ortaya atmışlar. “Türk’ün Türkten başka dostu yoktur...” Bu doğru bir lâftır, tarihi hakeretler karşısında haklıdır.

Şimdi bu barbar idareden birçok unsar kurtulmuştur. Bulgar, Yunan, Araplar gibi. Bir bölümü ise ümitsizliğe düşerek haklarından vazgeçmişlerdir. Lazlar gibi. Diğer bir bölümü de, kökleri içerde kazıldığı için dışarda yarasının acısını dünyaya duyurmaya çalışılıyor. Ermeniler gibi. Kala kala topun ağzında Kürtler kalmıştır. Bu durum karşısında hem Kürtler hem de Türkler şaşkın haldeler. Türk, Türkistan'dan gelmiş Kürdistan’dakini inkar ediyor. Kürt, babasının adını çocuğuna veremiyor. Kendi soyadını seçemiyor. Bütün köy kasaba ve belirli coğrafi bölgelerinin adları acaip şekilde-Kürde sormadan-değiştiriliyor. İlleri ise dejenere etmek için bazılarına manasız sıfatlar ekliyor. Diyarbekir'i, Diyarbakır, El aziz-i Elazığ, Antep'i, Gaziantep, Urfa’yı Şanlıurfa yaparak tarihi cürüm işliyor.

Madem ki, bu Kürt illeri bu kadar anlı, şanlı Gazi, Kahraman idiyseler ne diye şimdiye kadar kendi kültürlerini irdelemeleri için bir bilimsel enstitü açılmadı?
Ama bakıyorum geniş çapta gençlerimiz. Bu hileli hareketleri-ki, Türkler ve Kürtler içinde zararlıdır-, anlamışlardır. Ve aradan tam tamamına 48 sene geçtikten sonra duyduğumca birçok tehlikeleri göze alarak kaleme aldığım 33 Kurşun gençlerimiz için hâlâ sıcak. Gencecik kalemlerinden çıkan şerefli fikirleri görünce benim gibi yaşlı doğulu -yani Kürt-birisi için daha büyük mükâfat olur mu?

Hayatta olmasaydım mezarda bile bu hareketler bana rahatlık, kalp huzuru ve şeref verecekti. 1958’de Diyarbakır’da çıkardığım İleri Yurt gazetesinde Kımıl adlı bir şiir yazmıştım. Şiirin son paragrafı Türkçeydi ve şu sözlerden oluşuyordu: “Üzülme bacı/Seni kurtaracak kardeşlerin yetişiyor...”

Görüyorum ki bacının kurtarıcı kardeşleri yetişmiştir artık. Bundan daha büyük mutluluk olabilir mi? 30 yıl önce tahmin ettiğim, inandığım olayın gerçek olması bana büyük kıvanç veriyor.
Günay Aslan gencimizin Cumhuriyet Gazetesi’nin Yunus Nadi Armağanı Röportaj Ödülü alan, Jürice takdir kazanan güzel yazısı beni jüriden çok başka hislerle etkiledi. Bu satırları ve hatıralarımı yazmama vesile oldu. Günay Aslan kardeşime bundan sonra da bunun gibi insani ve şerefli konuları ele alıp işleyeceği, karanlıklarda kalmış Kürt gerçeğini -kendi payına düşen ölçüde- gün yüzüne çıkaracağı ve de böyle derin duyarlılıkla yazacağı inancıyla sevgilerimi, tebriklerimi sunuyor ve gözlerinden 4 bin yıllık özlemle öpüyorum.

Musa Anter
25 Ekim 1989
İstanbul



Yas Tutan Tarih

Gerekli Söz

"Öldür” Emri

Türkiye'nin Kürt politikasını en iyi açıklayan iki sözcük. Cumhuriyet Türkiye'sinde Kürt olmak, Hitler Almanya'sında Yahudi, Botha Afrika’sında Zenci, İsrail işgali altındaki topraklarda Filistinli olmakla eş anlamlı. Dersim, Zilan, Xratel, Sefo, Şır-nak, Guruza, Deve Geçidi ve son olarak da Kasaplar Deresi, Türkiye'nin Kürt politikasını en iyi açıklayan uygulamaları. Bilen, tanıyan, duyan birçok arkadaşım, Yunus Nadi Armağanı yarışmasına Kasaplar Deresi çalışmamla katılmamı önerip durdular. Kasaplar Deresi ile ilgili olarak Türk ve Avrupa basınında yayımlanmış olanların dışında yüzlerce sayfalık belge, bilgi ve söyleşi zulamda öylece duruyordu. Ancak anılan yarışmaya yine de Sefo Deresi (33 Kurşun) çalışmamla katıldım. Çünkü, güdümlü ve nesnellikten yoksun Türk basınında Kültlerin yaşadığı yörelerdeki insan hakları ihlalleri kabül görüyordu nedense. Her baskı, zulüm ve işkenceyi yöredeki "terör" umacısıyla örten bu kesimlere “33 Kurşun” önemli iki mesaj veriyordu: Evet, yıl 1943. Ne bir isyan var, ne de bir direniş. Kürtler uslu ve sessiz.

Ancak, iki ay içerisinde iki ayrı katliam yaşanıyor Saray ilçesinde. Xretel’de 20, Sefo Deresi’nde 33 yoksul Kürt köylüsü katlediliyor. Kürt olmanın dışında hiçbir suçu olmayan bu köylüleri kurşuna dizme emrini verdiği için dönemin 3’ncü Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı Paşa "Öldür" emrini verdiği için Türk ordusunun en yüksek mahkemesinde, Genel Kurmay Askeri Mahkemesi’nde yargılanıyor ve ölüm cezasına çarptırılıyordu. Olayın ikinci önemli esprisi de buydu. “Demokratikleşme"nin ve “uygarlaşma”nın en çok edebiyatının yapıldığı günümüzde ise, “Yakala ve Öldür” emirleri teksirle çoğaltılarak dağıtılan, yüzlerce masum insanın katledilmesine bu emriyle neden olan Tunceli Tugay Komutanı Tuğgeneral Osman Çitim aleyhinde dava açılması bir yana, 1989 Ağustos ayındaki Askeri Şura toplantısında terfi ettiriliyordu. Kendisine “öldür" emri verdiği için bir yıldız daha eklenen Osman Çitim artık Tümgeneral, öldür emri ödül almayı hak kılıyordu böylece.

.....




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues