SUNUŞ
Türkiye’de bu ortamda gerçi söz bitti ama, son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim, uzatmadan, bikaç sözcükle: Türkiye’de devletin son yıllarda en fazla kullandığı iki kavram var: 1) “Milli Birlik ve Beraberlik’’ 2) “Vatanın ve Milletin Bölünmez Bütünlüğü” Elinizdeki kitabın tezi, bu kavramları Türkiye’de en fazla devletin çiğnediğidir.
Türkiye’de devlet, yurttaşlar arasında ayrım yaparak onları vatandan soğutmaktadır. Gruplar, inançlar ve sınıflar arasında ayrım gözeterek milleti bölmektedir. İnsan haklarını gittikçe gözeteceğine, gittikçe artan bir yoğunlukla çiğnemekte ve ülkemizi uluslararası arenada çok zor, hatta kötü durumlara düşürmektedir. 1 Mayıs 1993’te Türkiye’de Aydınlık adında değişik bir gazete çıktı ve uğradığı büyük siyasal ve ekonomik baskılar sonunda ancak 1 yıl yaşayabildi. Orada yazdığım 150 kadar makale içinden bu tezle ilgili olarak seçtiklerimi yeniden yoğurmak ve kimi devlet uygulamalarının bu ülkeye verdiği büyük zararı bir kitapta sergilemek istedim. “Devlet, Devlet’e Karşı” doğdu. Bu adı, kendisinin iznini de alarak, büyük usta Aziz Nesin’in aynı gazetedeki bir başyazısından kopya ediyorum.
Türkiye, Osmanlının çöküşünden beri görmediği zorlukta günler yaşıyor. Bu da geçer, yâ hû. Geçene kadar ayakta durmak ve delmeden geçmesi için bişeyler yapmak gerekiyor. Herkes gücünce bişeyler yapıyor. Rahmetli Seha Meray Hoca, bigün kendisine başka bir hocanın yetersizliğinden yakınan bizlere, (hocalarını şikâyete geldikleri için peşinen zılgıt geçmeyi de ihmal etmeksizin) şöyle demişti: “Oğlum, bazı hocalar insana nasıl olunması gerektiğini öğretir, bazıları da nasıl olunmaması gerektiğini. İkisi de aynı derecede öğreticidir. ” Benim elimden de ancak, nasıl “olunmaması” gerektiğini göstermek için ülkemdeki olumsuzlukları eleştirmek, onları sergilemek geliyor. Çıkış yolu, bu olumsuzlukların olumsuzlanmasındadır. Ortadan kaldırılmasındadır. Bu sergilemeyi kendi ülkemin insanına yapıyorum; çünkü Batılılar Türkiye’deki her rezaleti zaten ânında haber alıp fişliyorlar. Bu teşhir sırasında ceza hukuku profesörü dostum Nevzat Toroslu zamanlarını verdi, kritik yazılarımı “şeytanın avukatı” gözüyle teker teker okudu. Gene ceza hukuku profesörü Yüksel Ersoy dostum kitabın tümünü elden geçirdi. Sağolsunlar, varolsunlar. Onların dostluğu ve Türkiye’nin ayıbıdır. Bu yazılar, çoğunlukla, -bugün artık yanımda olmayan- Peri ile Mine’nin benimle birlikte olmak istedikleri anlar kullanılarak yazıldı. Onlardan çalmıştım, onlara sunmak istiyorum.
B.O. Temmuz 1994
Devlet ve Gayrı Müslimler
M.E.B. Talim ve Terbiye Kurulu’nu İhbar Ediyorum!
Bizimle yaşayan ve biz beş yeğeninin her türlü eza cefasını çekmiş bir rahmetli teyzem vardı, adı Cemile, ben çocukken azıp durdukça şöyle söylenirdi: “Oğlum! Kal dedikçe ziyana gidiyon! Kal artık!" 1 Aralık 1993 tarihli Cumhuriyet'te okuduğum bir haber, gene rahmetlinin bu sözünü aklıma getirdi. “Biz Batılıyız" diye ortaya çıkarken, Batı dünyasının bizi adam yerine koymaması hepimizi mahvediyor. Ama biz de, kendi ülkemizdeki insan haklarına paçavra muamelesi yaparak Batı’nın bu aşağılayıcı muamelesine çanak tutuyoruz. Kal dedikçe, ziyana gidiyoruz.
Bunları niye söylediğimi, Aydın Engin’in haberini özetleyince anlayacaksınız: M.E.B. Talim ve Terbiye Kurulu bir karar alıyor. Buna göre, özel Ermeni ilkokullarında Ermenice dersi dışında bütün dersler artık Türkçe yapılacaktır. Din dersi ve müzik dersi de dahil olmak üzere. Habere göre karar, 11 Ekim 1993 tarih ve 2392 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan haftalık ders çizelgesinin altına düşülen üç maddelik “not”un üçüncü maddesine sıkıştırılmıştır:
..... |