ÖNSÖZ: BASINA ÖZGÜRLÜK!
Ocak Işık Yurtçu
Türkiye basınında Cumhuriyet tarihinde görülmemiş derecede etik ve mesleki çöküntü yaşanıyor. Gerek görsel, gerek yazılı basında sermaye, gücünü tüm ağırlığıyla koyarken, tepeden inme politikalar gündemi belirlemektedir. Okurun bilgi edinme hakkı böylece elinden alınırken, böylesine yayın politikalarına ayak uydurmak istemeyen gazetecilerin de tasfiyesi söz konusu olmaktadır. Bu namuslu, dürüst, demokrat insanların dışlanmasını görmezlikten gelenler basın özgürlüğünü promosyon özgürlüğü olarak ele almakta ve kendilerine tabi yeni “Murtaza”lar yaratmaktadır.
Basın özgürlüğüne değinmişken, bu özgürlüğün önündeki engellerin başında yasal yaptırımlar ve yasalardaki anti-demokratik hükümlerin olduğunu belirtip, tekelleşmenin ve sendikasızlaşmanın da büyük bir tehlike olduğunu buna eklemek gerekir. Medyada tekelleşmenin kanıksandığı bir ortamda bilgi dolanımı olamaz, bilgi dolanımının olmadığı bir ortamda da basın özgürlüğünden söz edilemez.
Köylerin yakılmasına, halkın göçe zorlanmasına, gazete binalarının bombalanmasına, yargısız infazlara, insanların kaybedilmesine, gazetecilerin öldürülmesine, işçilerin, memurların, öğrencilerin, sendikacıların, yayıncıların, yazarların, bilim adamlarının, sanatçıların, milletvekillerinin dövülmesine, cezaevine konmasına yayın organlarında kerhen ve küçükçe yer veren iktidar güdümündeki medya, bir ses sanatçısının hamileliğini, yahut mercedes kaçakçısı bir futbolcuyu günlerce gündeminde tutabilmektedir.
Bu gündem belirleyicileri muhalif basına ve gazetecilere yönelik baskılarını özellikle ideolojik düzeyde yoğunlaştırmışlardır.
Sistemin bu saldırısı doğrultusunda, “hasım” gazeteler ve dergiler ile gazeteciler ve yazarlar yaratılmak istendi. Bunun sonucu olarak görsel ve yazılı basını elinde tutan teşvikli, kredili işverenler ve onların uzantıları, Susurluk ve benzeri çetelerin resmi ve sivil elemanlarının serbestçe dolaşmasına çanak tutarken, onyedi yaşındaki Manisa Davası sanıkları işkencecilerinin salıverilmesini alkışlayabiliyorlar. Uğur Mumcu’nun, Çetin Emeç’in, Metin Göktepe’nin, Recai Ünal’ın, Musa Anter’in, Hafız Akdemir’in, Ferhat Tepe’nin ve daha nicelerinin gerçek katillerinin bulunması yolundaki haberleri içlerine sindiremeyip, ya saptırıyor ya da değerlendirmede vurdumduymaz davranıyorlar.
Yine aynı yöntemlerle Kürt sorununa barışçıl yöntemlerle çözüm bulunmasını isteyenlerin, bunu önerenlerin seslerini, kendilerine has yöntemlerle boğmak isteyenler, Olağanüstü Hal Bölgesi'nde yaşanan olayları kamuoyundan saklıyor, o da olmazsa ters yüz ederek kamu oyuna sunuyorlar.
Gerçek demokrasi ve gerçek özgürlük çok seslilik ister. Sermayenin egemenliğiyle birlikte basın özgürlüğünün ortadan kalktığını kabul etmek gerekir. Böyle bir ortamda bağımsız habercilik, yazarlık ilkesi de dinamitlenmiş olmaktadır. Sistemin savunuculuğunu yapmakla, bu yönde haberler üretip kamuoyu oluşturmakla halkın onayı alınmaya çalışılmaktadır. Oysa ki halkın bilinci medyanın önüne geçmiştir. Bilgilendirme gibi, demokrasi ve özgürlük de gerçek ve tam olmalıdır... Her alanda ve de herkes için.
Sevgili dost Bayram AYAZ’ın bu titiz inceleme ve araştırmasının basınımızın şimdiki hali pür melalini, devrimci, demokrat, yurtsever okurlara ve gerçek meslektaşlarımıza anlatacağına, onları düşündüreceğine ve ışık tutacağına inanıyorum.
12 Mart 1998 - Ortaköy
Yazarın Önsözü
Kitabı yayınlayarak okuyucuya ulaştırma imkânı sağlayan Belge Yayınları’na teşekkür ediyorum. Kitapların hazırlanmasında, yayıncılık mutfağının “adsız emektarları” dizgicilerin, dizayncıların, matbaacıların, çiftçilerin, dağıtımcıların büyük emeklerinin olduğunu, onlarsız düşüncelerin sayfalarda kalıcılaşamadığını bilen biri olarak, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Gazetecilik yaşamında çok zor günler yaşayarak, uzun dönem hapiste yatarak, düşünce ve basın özgürlüğü için saygıdeğer bir mücadele veren, değerli dost, Ocak Işık Yurtçu'ya önsöz yazdığı ve böylelikle kitabı zenginleştirdiği için teşekkürü borç biliyorum.
Özgürlük, Demokrasi, Çağdaş Düşünce için kurşunla, copla öldürülen, kaybettirilen, izlerine bile rastlanamayan gazetecilerin anısı önünde büyük bir saygıyla eğiliyorum. Bu çalışmayı, ellerinde çağdaşlığın meşalesi zorbalığa karşı mücadele verenlere sunuyorum.
Bu kitapta, Türk basınında Kürt ve Kürdistan kelimelerinin yasaklı olması dolayısıyla gerçeklerin adlarıyla ifade edilememesi, bir konu olarak tartışılıyor. Bunun yanlışlığına işaret ediliyor. Büyük olasılıkla, bu gerçeği tartışmak ve tartışırken bu kelimeleri kullanmak da, yeni bir yasağa neden olacaktır. Şimdiden söyleyeceğim: Düşünceler yasaklarla yok edilemez, onlar eninde sonunda topluma ulaşma yollarını bulurlar. Düşüncelere yasak koyanlar, çağdaşlaşma sürecini belki biraz yavaşlatabilirler; sadece bu suçu işleyebilirler! Ancak Türkiye, bu ayıpların işlendiği coğrafya olmaktan kurtulacak bir gün. Buna inancımız tamdır.
Ocak 1998 - Köln
Giriş
Kamu Görüşünün Biçimlenmesinde Gazete ve Gazetecinin Rolü
Bir gazetenin işlevini şöyle özetlemek mümkün: Bilgi toplar, topladığı bilgileri okuyucunun anlayacağı tarzda haberleştirir. Önemli gördüğü haberlerle ilgili köşe yazarlarına yorum hazırlattırır. Böylelikle, bir yanıyla okuyucuyu olaylarla ilgili tarafsız biçimde bilgilendirir, okuyucunun olay hakkında sunulan bilgilerle ussal değerlendirme yapmasına elçilik eder; diğer yanıyla, köşe yazarlarının yorumlarıyla değişik görüş ve kanaatleri de sunarak okuyucunun farklı bakış açılarından olayı düşünsel bir prizmadan geçirerek, konuyla ilgili kendisi için bir görüş belirlemesine katkıda bulunur.
Son derece önemli bir işlev! Çünkü insanlarda beliren görüşler, davranışlarını biçimlendirir. Tek taraflı olarak savaşçı, şovenist, saldırgan, şiddet tapıcısı bilgilerle kafasını doldurduğunuz bir insanın, bir aşamadan sonra birey olarak ve kendisini ait hissettiği topluluğu -derneği, partiyi, din ve mezhep mensuplarını, halk (etnik) grubunu- herkesten üstün görüp, diğer güçlere karşı saldırgan davranışlar göstermesi, bir tesadüf değildir.
O halde dikkat! Gazete ve gazeteci, bireyin ve toplumun görüş ve davranışlarının biçimlenmesinde diğer faktörler yanı sıra önemli bir role sahiptir. Gazetecinin rolünü nasıl oynayacağı sorusu, geleceğimizle ilgili ciddi bir konudur. Hele günümüz teknolojik gelişmesinde haberleşme teknolojisinin dünyayı alabildiğine küçülttüğü ve medyanın bireyin düşün kanalları üzerinde adeta iktidarını kurduğu, her geçen gün bu etkisini arttırdığı koşullarda, birey ve toplum nereye doğru yöneltilecek, medyanın ...
Son söz yerine...
Türk medya çalışanlarının çok büyük bölümü 1992 Basın Kurultayı’nda bir oturumda çok açıkça dile getirildiği gibi, sorunun farkında olsalar bile “Fincancı katırlarını ürkütmek istemiyorlar”, ya da Kürt sorununu Türk devletinin “Milli bir maçı” olarak görüyorlar ve her türlü meslek ilke ve ahlakını bir yana bırakarak devleti itirazsız destekliyorlar. Devletin isteği doğrultusunda “Sokaktaki insanı” biçimlendirmeye çalışıyorlar.
Tabuları kırmaya yönelik, çok dikkatli çabalar olsa bile, Türkiye medyası, Türkiye toplumunun ve Türk devletinin ihtiyacını duyduğu değişimci tavırları maalesef gösteremiyor.
Bu tablo, Federal Almanya’daki iki milyonu, tüm Avrupa’da üç milyonu aşkın Türkiye vatandaşını da etkiliyor ve etkilemeye devam edecektir. Tüm problemleriyle, Avrupa’nın en çok satan yabancı dildeki gazeteleri ve en çok dinlenen televizyonları ve radyoları olarak, Türkiye kaynaklı medya, bir yönüyle artık Avrupa’nın, Federal Almanya’nın da medyası haline gelmiştir. Onu artık öylece tartışmak ve sorunlara çözüm yöntemleri bulmaya çalışmak gerekir. |