La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Türk Basını: Türkiye’de İnsan Hakları ve Kürt Sorunu


Auteur :
Éditeur : Belge Date & Lieu : 1997, İstanbul
Préface : Pages : 320
Traduction : ISBN : 975-344-165
Langue : TurcFormat : 130x190 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Aya. Tur. N° 3992Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Türk Basını: Türkiye’de İnsan Hakları ve Kürt Sorunu

Türk Basını: Türkiye’de İnsan Hakları ve Kürt Sorunu

Bayram Ayaz

Belge

Elinizdeki kitabı yazma düşünce ve isteği, 1996 yılında Köln'de bir "medya gözlem projesinde çalışırken bende oluştu. Projedeki görevim, dört büyük Türk gazetesi Hürriyet, Sabah, Milliyet ve Türkiye'nin mart-haziran 1995 tarihleri arasındaki, insan hakları ihlalleri ve Kürt sorunuyla ilgili haberlerini incelemekti. Gazeteleri incelerken karşılaştığım ilginç veriler nedeniyle bu çalışmayı daha da derinleştirme gereksinimini duydum. Gazetelerin habercilik anlayışıyla ilgili yaptığım saptamalar ve vardığım sonuçlar, bunları mutlaka kamuoyunun tartışmasına sunma düşüncesini yarattı.
Dolayısıyla elinizdeki kitap, Türk gazetelerinin habercilik anlayışını incelerken, Kürt sorunuyla ilgili çok yönlü manipülasyon anlayışının üzerimde yarattığı ahlaki baskının ve bu konuda birşeyler yapma ihtiyacının bir ürünü olarak ortaya çıktı.
Türkiye'de medya, hem elektronik hem print medya, son 6-7 yılda önemli bir güce ulaştı. 1990'nın başında, önce fiili sonra yasal olarak özel televizyon ve radyolar kurulduktan sonra devlet radyo ve televizyonunun tekelciliği biçimsel de olsa büyük ölçüde aşıldı. Özel radyo ve televizyonlar, kısa sürede günlük basın üzerinde de etkisini gösterdi. Karşılıklı etkileşimle, günümüzde medya, devlet ve ordu yanı sıra toplumu etkileyen önemli bir güç haline geldi.Ne yazık ki, Türkiye medyası, birkaç düşük tirajlı sol ve demokratik basın organı dışında,devletin ve ordunun topluma biçtiği kalıbın dışına çıkamıyor. Türkiye'de Batı Avrupa standartlarında toplumun sivilleşmesi ve demokratikleşme yönünde rolünü yeterince oynayamıyor. Bunun nedeni, medyayı kontrolüne alan büyük holdinglerin önemli bir bölümünün, devlet ve ordu politikasını benimsemeleri veya bu statükocu anlayışın dışına çıkmak istememeleridir. Bazı güçler, Türkiye'de değişimin gerekliliğine inansalar bile, resmi politikaları ve orduyu tartışabilecek cesareti gösteremiyorlar.


Bayram Ayaz, 1956 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesinde doğdu. İlk ve ortaokulu Lice’de bitirdi. 1974 yılında Kırşehir Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. 1975’te Diyarbakır’ın Hazro ilçesinde öğretmenliğe başladı. Aynı yıl Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nde bir yıl okudu. Sonra Ankara’da İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’na girdi. 1976 yılı Temmuz ayında, Ankara’da yapılan TÖB-DER Genel Kurulu’nda Merkez Yürütme Kurulu üyeliğine seçildi. 1980 Askeri Darbesi’ne kadar TÖB-DER Genel Sekreter Yardımcılığı görevini yürüttü. B. Ayaz, 1984 yılından bu yana Federal Almanya’da yaşıyor.






ÖNSÖZ: BASINA ÖZGÜRLÜK!

Ocak Işık Yurtçu

Türkiye basınında Cumhuriyet tarihinde görülmemiş derecede etik ve mesleki çöküntü yaşanıyor. Gerek görsel, gerek yazılı basında sermaye, gücünü tüm ağırlığıyla koyarken, tepeden inme politikalar gündemi belirlemektedir. Okurun bilgi edinme hakkı böylece elinden alınırken, böylesine yayın politikalarına ayak uydurmak istemeyen gazetecilerin de tasfiyesi söz konusu olmaktadır. Bu namuslu, dürüst, demokrat insanların dışlanmasını görmezlikten gelenler basın özgürlüğünü promosyon özgürlüğü olarak ele almakta ve kendilerine tabi yeni “Murtaza”lar yaratmaktadır.

Basın özgürlüğüne değinmişken, bu özgürlüğün önündeki engellerin başında yasal yaptırımlar ve yasalardaki anti-demokratik hükümlerin olduğunu belirtip, tekelleşmenin ve sendikasızlaşmanın da büyük bir tehlike olduğunu buna eklemek gerekir. Medyada tekelleşmenin kanıksandığı bir ortamda bilgi dolanımı olamaz, bilgi dolanımının olmadığı bir ortamda da basın özgürlüğünden söz edilemez.

Köylerin yakılmasına, halkın göçe zorlanmasına, gazete binalarının bombalanmasına, yargısız infazlara, insanların kaybedilmesine, gazetecilerin öldürülmesine, işçilerin, memurların, öğrencilerin, sendikacıların, yayıncıların, yazarların, bilim adamlarının, sanatçıların, milletvekillerinin dövülmesine, cezaevine konmasına yayın organlarında kerhen ve küçükçe yer veren iktidar güdümündeki medya, bir ses sanatçısının hamileliğini, yahut mercedes kaçakçısı bir futbolcuyu günlerce gündeminde tutabilmektedir.

Bu gündem belirleyicileri muhalif basına ve gazetecilere yönelik baskılarını özellikle ideolojik düzeyde yoğunlaştırmışlardır.

Sistemin bu saldırısı doğrultusunda, “hasım” gazeteler ve dergiler ile gazeteciler ve yazarlar yaratılmak istendi. Bunun sonucu olarak görsel ve yazılı basını elinde tutan teşvikli, kredili işverenler ve onların uzantıları, Susurluk ve benzeri çetelerin resmi ve sivil elemanlarının serbestçe dolaşmasına çanak tutarken, onyedi yaşındaki Manisa Davası sanıkları işkencecilerinin salıverilmesini alkışlayabiliyorlar. Uğur Mumcu’nun, Çetin Emeç’in, Metin Göktepe’nin, Recai Ünal’ın, Musa Anter’in, Hafız Akdemir’in, Ferhat Tepe’nin ve daha nicelerinin gerçek katillerinin bulunması yolundaki haberleri içlerine sindiremeyip, ya saptırıyor ya da değerlendirmede vurdumduymaz davranıyorlar.

Yine aynı yöntemlerle Kürt sorununa barışçıl yöntemlerle çözüm bulunmasını isteyenlerin, bunu önerenlerin seslerini, kendilerine has yöntemlerle boğmak isteyenler, Olağanüstü Hal Bölgesi'nde yaşanan olayları kamuoyundan saklıyor, o da olmazsa ters yüz ederek kamu oyuna sunuyorlar.

Gerçek demokrasi ve gerçek özgürlük çok seslilik ister. Sermayenin egemenliğiyle birlikte basın özgürlüğünün ortadan kalktığını kabul etmek gerekir. Böyle bir ortamda bağımsız habercilik, yazarlık ilkesi de dinamitlenmiş olmaktadır. Sistemin savunuculuğunu yapmakla, bu yönde haberler üretip kamuoyu oluşturmakla halkın onayı alınmaya çalışılmaktadır. Oysa ki halkın bilinci medyanın önüne geçmiştir. Bilgilendirme gibi, demokrasi ve özgürlük de gerçek ve tam olmalıdır... Her alanda ve de herkes için.

Sevgili dost Bayram AYAZ’ın bu titiz inceleme ve araştırmasının basınımızın şimdiki hali pür melalini, devrimci, demokrat, yurtsever okurlara ve gerçek meslektaşlarımıza anlatacağına, onları düşündüreceğine ve ışık tutacağına inanıyorum.

12 Mart 1998 - Ortaköy



Yazarın Önsözü

Kitabı yayınlayarak okuyucuya ulaştırma imkânı sağlayan Belge Yayınları’na teşekkür ediyorum.
Kitapların hazırlanmasında, yayıncılık mutfağının “adsız emektarları” dizgicilerin, dizayncıların, matbaacıların, çiftçilerin, dağıtımcıların büyük emeklerinin olduğunu, onlarsız düşüncelerin sayfalarda kalıcılaşamadığını bilen biri olarak, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Gazetecilik yaşamında çok zor günler yaşayarak, uzun dönem hapiste yatarak, düşünce ve basın özgürlüğü için saygıdeğer bir mücadele veren, değerli dost, Ocak Işık Yurtçu'ya önsöz yazdığı ve böylelikle kitabı zenginleştirdiği için teşekkürü borç biliyorum.

Özgürlük, Demokrasi, Çağdaş Düşünce için kurşunla, copla öldürülen, kaybettirilen, izlerine bile rastlanamayan gazetecilerin anısı önünde büyük bir saygıyla eğiliyorum. Bu çalışmayı, ellerinde çağdaşlığın meşalesi zorbalığa karşı mücadele verenlere sunuyorum.

Bu kitapta, Türk basınında Kürt ve Kürdistan kelimelerinin yasaklı olması dolayısıyla gerçeklerin adlarıyla ifade edilememesi, bir konu olarak tartışılıyor. Bunun yanlışlığına işaret ediliyor. Büyük olasılıkla, bu gerçeği tartışmak ve tartışırken bu kelimeleri kullanmak da, yeni bir yasağa neden olacaktır. Şimdiden söyleyeceğim: Düşünceler yasaklarla yok edilemez, onlar eninde sonunda topluma ulaşma yollarını bulurlar. Düşüncelere yasak koyanlar, çağdaşlaşma sürecini belki biraz yavaşlatabilirler; sadece bu suçu işleyebilirler! Ancak Türkiye, bu ayıpların işlendiği coğrafya olmaktan kurtulacak bir gün. Buna inancımız tamdır.

Ocak 1998 - Köln



Giriş

Kamu Görüşünün Biçimlenmesinde Gazete ve Gazetecinin Rolü

Bir gazetenin işlevini şöyle özetlemek mümkün: Bilgi toplar, topladığı bilgileri okuyucunun anlayacağı tarzda haberleştirir. Önemli gördüğü haberlerle ilgili köşe yazarlarına yorum hazırlattırır. Böylelikle, bir yanıyla okuyucuyu olaylarla ilgili tarafsız biçimde bilgilendirir, okuyucunun olay hakkında sunulan bilgilerle ussal değerlendirme yapmasına elçilik eder; diğer yanıyla, köşe yazarlarının yorumlarıyla değişik görüş ve kanaatleri de sunarak okuyucunun farklı bakış açılarından olayı düşünsel bir prizmadan geçirerek, konuyla ilgili kendisi için bir görüş belirlemesine katkıda bulunur.

Son derece önemli bir işlev! Çünkü insanlarda beliren görüşler, davranışlarını biçimlendirir. Tek taraflı olarak savaşçı, şovenist, saldırgan, şiddet tapıcısı bilgilerle kafasını doldurduğunuz bir insanın, bir aşamadan sonra birey olarak ve kendisini ait hissettiği topluluğu -derneği, partiyi, din ve mezhep mensuplarını, halk (etnik) grubunu- herkesten üstün görüp, diğer güçlere karşı saldırgan davranışlar göstermesi, bir tesadüf değildir.

O halde dikkat! Gazete ve gazeteci, bireyin ve toplumun görüş ve davranışlarının biçimlenmesinde diğer faktörler yanı sıra önemli bir role sahiptir. Gazetecinin rolünü nasıl oynayacağı sorusu, geleceğimizle ilgili ciddi bir konudur. Hele günümüz teknolojik gelişmesinde haberleşme teknolojisinin dünyayı alabildiğine küçülttüğü ve medyanın bireyin düşün kanalları üzerinde adeta iktidarını kurduğu, her geçen gün bu etkisini arttırdığı koşullarda, birey ve toplum nereye doğru yöneltilecek, medyanın ...



Son söz yerine...

Türk medya çalışanlarının çok büyük bölümü 1992 Basın Kurultayı’nda bir oturumda çok açıkça dile getirildiği gibi, sorunun farkında olsalar bile “Fincancı katırlarını ürkütmek istemiyorlar”, ya da Kürt sorununu Türk devletinin “Milli bir maçı” olarak görüyorlar ve her türlü meslek ilke ve ahlakını bir yana bırakarak devleti itirazsız destekliyorlar. Devletin isteği doğrultusunda
“Sokaktaki insanı” biçimlendirmeye çalışıyorlar.

Tabuları kırmaya yönelik, çok dikkatli çabalar olsa bile, Türkiye medyası, Türkiye toplumunun ve Türk devletinin ihtiyacını duyduğu değişimci tavırları maalesef gösteremiyor.

Bu tablo, Federal Almanya’daki iki milyonu, tüm Avrupa’da üç milyonu aşkın Türkiye vatandaşını da etkiliyor ve etkilemeye devam edecektir. Tüm problemleriyle, Avrupa’nın en çok satan yabancı dildeki gazeteleri ve en çok dinlenen televizyonları ve radyoları olarak, Türkiye kaynaklı medya, bir yönüyle artık Avrupa’nın, Federal Almanya’nın da medyası haline gelmiştir. Onu artık öylece tartışmak ve sorunlara çözüm yöntemleri bulmaya çalışmak gerekir.




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues