La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Olağanüstü Hal Bölge Raporu — 1990


Auteur :
Éditeur : Yurt Date & Lieu : 1991, Ankara
Préface : Pages : 128
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 135x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Ins. Ola. N° 3564Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Olağanüstü Hal Bölge Raporu — 1990

Olağanüstü Hal Bölge Raporu — 1990

IHD


Yurt


Temel insan hak ve özgürlüklerine, insan kişiliğinin onur ve değerine, dillerin ve ulusların hak eşitliğine, uluslararası hukukun temel ilkelerine, halklar arasında evrensel barış ve güvenliğe yüksek değer biçen ve bu yolda kararlı bir savaşım yürüten İnsan Hakları Derneği (İHD)'nin Diyarbakır, Siirt, Van, Şanlıurfa, Tunceli, Gaziantep, Malatya, Adıyaman, Batman ve Bingöl Şube Yöntecileri tarafından; 1990 yılı içerisinde, bölgelerindeki hukuka ve insan haklarına aykırı uygulamalar değerlendirilerek hazırlanmış bu ortak Rapor, ulusal ve uluslararası kamuoyunun, barış, demokrasi ve insan hakları savunucularının dikkatine sunulur...

İnsanın insanlaşması süreci, insanın varoluşundan günümüze kadar devam eden uzun bir süreçtir. Bu süreç, insanın doğaya ve hemcinslerine karşı verdiği mücadelenin de tarihidir. Kölecilere karşı ilk köle ayaklanmasını örgütleyen Spartaküs’ten bu yana devam eden ulusal, sınıfsal ve her türlü baskıya karşı yönelen mücadeleler, hep bu sürecin, insanın insanlaşması sürecinin önemli dinamikleridir. İnsanlar bugün gezegenimizde, geçmişe göre daha insanca yaşayabiliyorsa, bu, yüzyıllardır süren ve bedeli kan, can ve emekle ödenen ...



ÖNSÖZ

Bu topraklarda ne zaman insan haklarına uyuldu ki? Tarih boyunca en zalim istila hareketleri buralarda yaşandı. Her istila beraberinde bir çok katliam ve kırım getirdi Tarihin bilinen en büyük zalimleri ya buraları yakıp yıkarak geçtiler, ya da. buralarda karşılaşıp hesaplaştılar. Sürekli olarak bu savaşların mağlubu savaşa taraf olmayan bu halk olmuştur. Bu, Roma-İran çekişmelerinde, Arap-İran savaşlarında Selçuklu-Roma, Selçuklu-Moğol, Osmanlı-Timur, Osmanlı-İran, Osmanlı-İngiliz ve Fransız savaşlarında ve daha bir çoklarında böyleydi Hatta son İran-Irak savaşında da böyle oldu. Sekiz yıl devam eden savaşı taraflardan hiçbiri kazanmadı fakat halkımız kaybetti.

Şimdi beklenen körfez savaşında da korkarım aynı senaryo yeniden sahnelenecektir. Zira daha savaş çıkmadan yüzlerce köyümüz yıkıldı, yüzbinler yerlerinden-yurtlanndan edildi orada burada kurşuna dizilenler hariç.

Neden başka yerlerde değil de hep burada bu haklar ihlal ediliyor, neden hep bu ülkede? Tarih boyunca acaba hep böyle miydi? Hayır hep böyle değildi Tarihi gelişime bakıldığı zaman bu halkın kendi kendini yönettiği dönemlerde böyle sorunların yok denecek kadar azaldığı ve burada yaşayan herkesin kendisini güven içinde hissettiği görülmektedir. Örneğin 1830'larda Anadolu'nun her tarafında anarşi (Celali İsyanları) hakimken, Diyarbakır'dan Musul'a kadar Bedirxan yönetimindeki bölgede herkesin huzur ve güven içinde olduğunu, herkesin kapısı açık uyuyabildiğini o dönemde yörede dolaşan batılı misyonerlerin yazdıklarından anlıyoruz.

Görülüyor ki, sorunların ana nedeni yabancı yönetimidir. Her ülkede olduğu gibi yabancı yönetimi bu halk için hep acı, hep zulüm ve soykırım olmuştur. Yabancı yönetimi bugün de işkence, cezaevi, pislik yedirme, birbirine kırdırılma, ihanete zorlanma, kişiliksizleştirilme, yakma-yıkma, sürgün, kimyasal silah ve katliam demektir.

Hazırladığımız rapor için bir kaç söz söylenmesi gerekiyorsa bu rapor olanakları kısıtlı amatör bir grup insan tarafından hazırlandı. Raporda yer alan belge ve bilgiler tesbit edebildiğimiz bir kısım insan hakları ihlallerinden yalnızca bir kısmıdır. Her konuda önemli bulduğumuz bir veya birkaç örneği aldık, benzerlerinden hepsi yerine bir kısmını aldık ve tekrarlar yerine sayı vermeye çalıştık.

Meydana gelen olaylar yalnız bunlar mı? Hayır. Yukarıda tesbit edebildiklerimiz sözünü kullandım. Zira tesbit edemediklerimiz veya haber alıp da ilgilenemediklerimiz veya belgeleyemediklerimiz o kadar çok ki Çünkü bu olanaklarla ve bu sayıdaki insanla her yere ulaşmak ve her olaya müdahale etmek imkânsızdır. Aynca devlet yetkililerinin gizleme, engelleme ve tehditleri bir yana. Şunu belirtmekte yarar var, kaba bir rakamla biz ancak olayların %30’una vakıf olup ilgilenebiliyoruz, geri kalana ulaşma, müdahale etme imkanına sahip değiliz.

Rapor eksik-aksak olmasına rağmen bizim açımızdan yazılı bir belge olması ve bu konuda ilk olması bakımından önemlidir. İlk defa yaşadığımız bir kısım olumsuzlukları kendimiz bu çapta yazılı bir şekilde sunuyoruz. Bu önemli bir gelişmedir. Zira her nedense Kürtler halk olarak başlarından geçen kötü olayları pek anlatmazlar, hele yazıya dökme alışkanlıkları hemen hemen hiç yok gibidir. Geçmişten bir örnek verirsek. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında yaşanan olaylar çerçevesinde yaklaşık birbuçuk milyon Ermeni'nin katledildiği biliniyor. Bu her fırsatta ve platformda Ermeniler tarafından dile getiriliyor. Aynı tarihlerde yaklaşık olarak bir o kadar da Kürt katledilmiş olmasına rağmen bu olay pek bilinmiyor.

Ayrıca rapor yalnız bir yıl içinde meydana gelen bir kısım olaylarla ilgili de olsa bizlerden birileri tarafından kaleme alınmış olması önemli bir girişimdir. Biz tarihimizi zamanında yazmayız, çok sonraları gidip başkalarının arşivlerindeki belgelere bakarız veya karşı tarafın verdiği bilgiyi baz almak zorunda kalırız..

Buna göre 1990 yılında yaşanan en önemli olay BOTAN'daki bir çok yerleşim biriminin yakılarak ve yıkılarak boşaltılması, Botan'ın insansızlaştınlması, yüzbinlerce kişinin yerinden yurdundan edilmesi ve kendi ülkesinde mülteci duruma düşmesidir.

Botan (Bohtan) ilk defa yakılmıyor. Tarihteki bir çok istila da benzer saldırılara maruz kaldı. En önemli yakma-yıkma olayı Milattan Sonra 1400 yılında yaşandı. O tarihte bölgeyi işgal eden Timur, Botan'da beklenmedik bir direnişle karşılaşıyor. Cizre kuşatması sırasında Cizre Kalesi (Bırca Belek) uzun süre direniyor. Timur ordusu ağır kayıplarla ancak kaleyi düşürebiliyor ve çok öfkeleniyor. İşgalden sonra Timur, "Botanda hiçbir yerleşim birimi ayakta kalmayacak, her taraf yıkılıp-yakılacak" diye emir veriyor. Bunun üzerine Botan'daki yerleşim birim'leri tek tek yakılıp yıkılıyor, bir köy hariç. Bu köy Şimak’a bağlı Beyşebap ilçesinin MÊHRÊ (Yeni ismiyle Kovankaya) köyüdür. Mêhrê köyünün sakinleri hiristiyan ve Asuri’dirler. O tarihte köyün papazı çok yetenekli ve diplomat bir kişiliğe sahiptir, Timur'la görüşüp köyünü yakmaktan kurtarıyor.

O tarihte Mêhrê köyü Botan’ın kaderini paylaşmamıştı fakat her zaman aynı yetenekte papaz bulmak mümkün değil. Tam 590 yıl sonra Mêhrê köyü de Botan'ın kaderini paylaşıyordu ve bir sonbahar günü köye gelen askerler tarafından köy evleri içindeki eşyalarla beraber ateşe verildi. Sakinleri mi? Onlar kendi ülkelerinde mülteci, ölmeden bu zor kışı geçirmeye çalışıyorlar.
İşte böyle 1990 yılı biterken halkımızın sorunları ağırlaşarak 1991'e miras kalıyordu.

Siirt, 31.12.1990
Av. Zübeyir Aydar
İHD Genel Bşk.Yrd.



Giriş

Temel insan hak ve özgürlüklerine, insan kişiliğinin onur ve değerine, dillerin ve ulusların hak eşitliğine, uluslararası hukukun temel ilkelerine, halklar arasında evrensel barış ve güvenliğe yüksek değer biçen ve bu yolda kararlı bir savaşım yürüten İnsan Hakları Derneği (İHD)'nin Diyarbakır, Siirt, Van, Şanlıurfa, Tunceli, Gaziantep, Malatya, Adıyaman, Batman ve Bingöl Şube Yöntecileri tarafından; 1990 yılı içerisinde, bölgelerindeki hukuka ve insan haklarına aykırı uygulamalar değerlendirilerek hazırlanmış bu ortak Rapor, ulusal ve uluslararası kamuoyunun, barış, demokrasi ve insan hakları savunucularının dikkatine sunulur...

İnsanın insanlaşması süreci, insanın varoluşundan günümüze kadar devam eden uzun bir süreçtir. Bu süreç, insanın doğaya ve hemcinslerine karşı verdiği mücadelenin de tarihidir. Kölecilere karşı ilk köle ayaklanmasını örgütleyen Spartaküs’ten bu yana devam eden ulusal, sınıfsal ve her türlü baskıya karşı yönelen mücadeleler, hep bu sürecin, insanın insanlaşması sürecinin önemli dinamikleridir. İnsanlar bugün gezegenimizde, geçmişe göre daha insanca yaşayabiliyorsa, bu, yüzyıllardır süren ve bedeli kan, can ve emekle ödenen uzun ve özverili mücadeleler sonucunda kazanılmıştır. İnsanlığın eşitliğe, özgürlüğe, adalete, barış ve demokrasiye koşan uzun ve yorucu maratonu, günümüzde de toplumsal depremler yaratan ve bu yoldaki engelleri tarihin çöplüğüne atmayı hedefleyen önemli ve devam eden bir süreçtir.

Binlerce yıl baskıcı, hükümdar-tebaa anlayışına dayalı devlet idaresi altında yaşayan insanlara, yönetenin tanıdığı “kolaylıklar” ve “ayrıcalıklar” dışında hiçbir hak tanınmamış, insanın salt insan olmasından doğan hakları dahi kabullenilmemiştir. İnsan hakkı uğruna verilen savaşım “Magna Carta” ile belgeli kazanıma ulaşmış, yönetenin yetkileri bireyler lehine kısmen kısıtlanmıştır. Evrim içinde ve özverili mücadeleler sonucunda, yönetenin yetkileri kısıldıkça, bireylerin hak ve özgürlükleri de genişlemiştir.

Yüzyılımızda, insanlık iki büyük dünya savaşı ile en trajik dönemlerinden birini yaşamıştır. Sömürgeci ve emperyalist devletlerin yayılma ve egemenlik yarışlarının sonucu olan bu savaşlar, insanlar için eşi görülmedik kıyım ve yıkımlara yol açarken, çarpık ideolojiler uğruna insan onur ve haklarının alabildiğine çiğnenmesine neden olmuştur. Geçirilen bu zorlu dönemler, insanlığı, kendi hakları konusunda kalıcı çalışmalar yapmaya zorlamış, sonuçta konu ile ilgili düzenleyici uluslararası sözleşmeler ve belgeler ile ulusal ve uluslararası denetleyici ve gözetici örgütler edinilmiştir.

Artık, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınıp korunması çağdaş toplumun temel ideal ve ilkelerinden biridir. İnsanın salt bu sıfatla sahip olduğu ve kazandığı hak ve özgürlüklerin, ayrım gözetilmeksizin herkese tanınması ve tam anlamıyla gerçekleştirilmesi, günümüz çağdaş toplumlarının başlıca amaçları arasındadır. Başka bir deyişle, bu hak ve özgürlüklerin herkese sağlanarak güvence altına alınması düzeyi, bir toplumun çağdaşlık göstergesidir. Günümüzde insanlığın bu yüce hedeflere ulaşmasında daha birçok engeller vardır. Bu engellerin içinde en belirleyici olanı emperyalizm ve sömürgeciliktir. İnsanlık bu belalardan ve kapitalizmin sömürü mekanizmasından kurtulamadıkça, insanların birey ve toplum olarak özgürleşmesi ve insan haklarının güvence altına alınabilmesi düşünülemez. Çünkü baskı, zorbalık ve sömürünün olduğu yerde, insan hakları olamaz.

Adaletin sağlanması, eşitlik, insan haklarının özü olan özgürlük ve güvenlik insan haklarının önemli düşünsel boyutlarındandır. Bu kavramlar kadar önemli olan bir diğeri de direnme kavramında ortaya çıkmaktadır. Topluma ve devlete kendi kişilik hakları ve diğer insan hakları için boyun eğen insanlar, bunların güvence altında olmadığını gördükleri zaman direnme hakkına da sahiptirler. Baskıya, zorbalığa, adaletsizliğe karşı direnme hakkı, doğal hukuk döneminden bu yana insanı ve toplumu çeşitli açılardan ele alan ve hakları savunan görüşlerce sürekli olarak savunulmuştur. Ezenlerin hukuk düzenleri, kendi varlıklarını koruyabilmek için direnme hakkına karşı çıkarken, düşünce akımları insanları baskıya, zorbalığa, adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı koruyabilmek için direnme hakkını kesin olarak savunmuşlardır. Tarihteki devrimler incelenirse, bunların büyük çoğunluğunun insanların ve toplumların baskı ve zorbalığa karşı direnme hakkının kullanılmasıyla başanldığı kolayca görülür. Direnme insanın karakterinde olan bir yandır. Devletler, bunun ortaya çıkmasını istemiyorlarsa yeterli dikkati göstermek zorundadırlar.

İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinden bu yana demokrasi ve insan hakları için yürütülen savaşımlar, bu iki kavramı yaklaştırmış ve giderek ayrılmaz ve kopmaz bağlarla demokrasi ve insan haklarını birleştirmiştir. Gerçek anlamıyla demokratik rejimlerin günümüzde insan hakları düşüncesinden ayrılması olanaksızdır.

Bütün bu düşünceler ışığında, T.C. hukuk ve siyasal sistemi incelendiğinde çağdışı, baskıcı ve zorba bir sistemle karşılaşılır. Bu sistemin uygulamalarının “Olağanüstü Bölge”deki yansımalannı içeren bu RAPOR -birçok eksikliğine rağmen- barış, demokrasi ve insan hakları savunucularına gerçekleri ulaştırmayı hedefleyen bir belge ve bir çağrı olmayı ummaktadır.



“Olağanüstü Hal Bölgesi”nde İnsan Hakları ve Hukuk

Hak ve hukuk birbirlerine yapışmış iki kavramdır ve birbirlerinden ayrı düşünülemezler. Hukuk hakların korunması için vardır, hak ise hukuku yaratan temel taşların başlıcasıdır. Bir yerde hak yoksa ve çiğneniyorsa kelimenin gerçek anlamıyla hukuk vardır denilemez. Bölgemizde uygulanan hukuk, uluslararası sözleşmeler hukuku ve T.C. hukuk sistemi dışında, kendine özgü kuralları olan zora ve zulme dayanan bir hukuk sistemidir. Kürt halkının yaşadığı topraklar üzerinde, hukukçular tarafından çokça eleştirilen 1982 Anayasa'sının hükümleri bile uygulanmıyor. 12 Eylül sürecinin pekiştirilmesi amacıyla 25.10.1983 tarihinde bölgemizde yürürlüğe konulan 2935 sayılı Olağanüstü Hal Yasası; 10 Nisan 1990'da çıkarılan 413, bunu izleyen 424-425 sayılı ve son çıkarılan 430 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameler zinciri ile “Özel bir Anayasa” niteliğine bürünmüştür. Esas amacı; bölgedeki devlet otoritesini şiddet yoluyla pekiştirmek, halkımızın yükselen ulusal ve toplumsal muhalefetini sindirmek, haklılık ve meşruluk temelinde yükselen özgürlük mücadelesinin gelişmesini engellemektir. Sözkonusu SS kararnameleri; 1925 Takrir-i Sükun yasasının, 1927 yılında çıkarılan “Bazı eşhasın Şark mıntıkasından Garp vilayetlerine nakline dair Kanun'un”, bugünkü köy koruculuğu sisteminin ilkini oluşturan “İzale-i Șekavet Kanunu” ...




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues