La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Toplum Bilim: Osmanlı Aydınındaki Değişme ve ‘Bilim’


Auteur :
Éditeur : Birikim Date & Lieu : 1984, İsatanbul
Préface : Pages : 10
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 160x230 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Han. Osm. N° 2069Thème : Sociologie

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Toplum Bilim: Osmanlı Aydınındaki Değişme ve ‘Bilim’

Toplum Bilim: Osmanlı Aydınındaki Değişme ve ‘Bilim’

M.Şükrü Hanioğlu

Birikim

Osmanlı yöneticilerinin şartların zorladığı basit bir teknoloji ithali olarak gördükleri Batı ile temas ve onu taklit ederek modernleşme çabalan sonunda kendilerinin hiç de beklemedikleri bir tarzda sonuçlanmış, genel bir zihniyet değişikliği ile içinden çıktıkları toplumsal realitenin tamamen dışında ve onunla çatışan bir toplumsal gerçekliği düşleyebilen bir seçkinler grubunu ortaya çıkartmıştır. Bu, yöneticilerin beklemedikleri kadar istemedikleri de bir sonuçtu. Yöneticiler Paris’e gerekli teknolojik bilgileri almaları için gönderdikleri öğrencilere şehir dışında bir konak kiralayarak, aralarında yalnızca Türkçe ve Arapça konuşmalarını temin ederek, gerekli konularda en muktedir öğretmenlerden tercümanlar aracılığı ile ders aldırarak ve bunun sonucunda Batı’nın zararlı kültürü ve değerlerine saplanmadan onları Osmanlı modernleşmesini sağlayacak bilgilerle ülkeye döndermeyi arzulamaktadırlar.1 Ancak yakın tarihimizdeki önemli toplumsal değişikliklerin dönüm noktasının bu kimselerde meydana gelen zihniyet değişikliği olduğunda kuşku yoktur.
Batı ile temasa geçtiğini gördüğümüz Osmanlı aydınları ilk olarak çok değişik bir yapı ile karşı karşıya oldukları kanaatine varmışlardır ...



OSMANLI AYDININDAKİ DEĞİŞME VE ‘BİLİM’

M.Şükrü Hanioğlu*

Osmanlı yöneticilerinin şartların zorladığı basit bir teknoloji ithali olarak gördükleri Batı ile temas ve onu taklit ederek modernleşme çabalan sonunda kendilerinin hiç de beklemedikleri bir tarzda sonuçlanmış, genel bir zihniyet değişikliği ile içinden çıktıkları toplumsal realitenin tamamen dışında ve onunla çatışan bir toplumsal gerçekliği düşleyebilen bir seçkinler grubunu ortaya çıkartmıştır. Bu, yöneticilerin beklemedikleri kadar istemedikleri de bir sonuçtu.
Yöneticiler Paris’e gerekli teknolojik bilgileri almaları için gönderdikleri öğrencilere şehir dışında bir konak kiralayarak, aralarında yalnızca Türkçe ve Arapça konuşmalarını temin ederek, gerekli konularda en muktedir öğretmenlerden tercümanlar aracılığı ile ders aldırarak ve bunun sonucunda Batı’nın zararlı kültürü ve değerlerine saplanmadan onları Osmanlı modernleşmesini sağlayacak bilgilerle ülkeye döndermeyi arzulamaktadırlar.1 Ancak yakın tarihimizdeki önemli toplumsal değişikliklerin dönüm noktasının bu kimselerde meydana gelen zihniyet değişikliği olduğunda kuşku yoktur.

Batı ile temasa geçtiğini gördüğümüz Osmanlı aydınları ilk olarak çok değişik bir yapı ile karşı karşıya oldukları kanaatine varmışlardır.2 Ama çoğunlukla artık kendi değerlerinin içinde yaşadıkları evreni açıklamakta ne kadar yetersiz kaldığı konusunda, biraz da aşağılık kompleksi içinde3 itiraf ettikleri nokta bu değişik yapının aynı zamanda büyük bir üstünlüğü de ihtiva etmesidir:

“... Avrupa'da meşhud olan servet-i tabiîye ve smaîyenin ekserisi ahalisinin himmetiyle kıtaat-ı saireden nakl ve celb kılındığı âzâde-i kayd il beyân bir keyfîyetdir. Fakat bâlâdan beri zikr il beyân olunduğu üzre Avrupa kıt’ası.. zaten çıblak ve hâlî bir arz-ı gayr-ı ma’mûr iken insanın kuvve-i akliyesi ve terbiye cihetiyle hasıl olan vatan muhabbeti ve gayreti semeresi olarak arz-ı mezkûr büsbütün suret-i diğere mütehavvil ve mütebed-dil olmuşdur... Hâsılı Avrupa zaten sairleri yanında bir kıt’a-i sagira iken fünûn ve ulûmun ilerlemesi cihetiyle şimdi bütün kuvvet-i insaniyenin merkezi olmuş yâni rûy-i arzde mutavattun kâffe milel ve ümem... AvrupalIların hükm-i kavaninine itba’ ve ittisal eylemiştir.. AvrupalIlar havayı dahi zabt ve teshire çalışub her ne kadar su üzerinde keyf-i maişa-i seyr ü seyahat etdikleri gibi havada dahi seyr ü harekete muktedir değil iseler de kürre-i arzdan dahi infikâk ve infisâl ile eflâk ü semavâtı bizzat seyr ü seyahata bir tarik ve çâre bulamamışlar ise de usûl-i felekiyyeyi bayağı ve bizzat görmüş gibi kuvve-i ilm ü san’atlarıyla fehm ü idrâk eylemişlerdir. Hâsılı kelâm ve ulûm ve fiinûnu Avrupalılar teksîr edüb bundan böyle ulûm-u hazıra-i mevcûdenin muhafazasıyla beraber nice ulûm ve kemâ-lâta ve sanayiin zuhuruna muvaffak olacakları derkârdır...”4

İşte “kürre-i arzın vüs’atce en küçüğü ise de medeniyet ve ma’mûriyet cihetiyle birincisi...” olduğu belirtilen 5 Avrupa hakkındaki bu düşünceler onunla temasta bulunan kimseler tarafından fazlasıyla romantize edilen bu yapının aktarılmasının kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu sonucuna bağlanmaktaydı. Bir Osmanlı zabiti çok üzülerek belirtmesine karşılık artık bu işi Batıklardan öğrenmekten başka bir çârenin kalmadığını açıklamak zorunda kalıyordu:

“Eyyâm-ı tufuliyetimden bu ana dek tarik-i cihad-ı gazada sarf-ı nakdine-i ömr-gîr-i emekdâr idüb umur-i muharebede... Ancak tavaif-i nasaranın ahvâl-i cenk ve harbde olan maharet ve tarz ve tavr ü âdet ve. imâl etdikleri edevât ve âletlerde maharetleri ne veçhiledir haric-i hayyita-i idrakim olmağla âna dahi tahsîl-i vukuf ederim ki devlet-i aliyye-i ebed-peyvend-i Osmanî ibtida zuhurlarında...”6

Gene, Viyana’ya gönderilen ve dört sene orada kaldıktan sonra bir çeviri yapan Osmanlı matematikçisi de saygı dolu sözlerinin ardından artık söz konusu üstünlüğün tartışılmaz bir boyutta olduğunu itiraf etmektedir:
“... ve her ne kadar memalik-i mahruset’ül mülûk-i şahanelerinde her dürlü ulûm-i âliye ve fünûn-i celîle tahsil olunmakda ise de AvrupalIlar usûl-i medeniyetleri iktizasmca fünûn-i mütenevvîada ileri gelmiş olduklarından bendegân-i saltanat-ı saniyelerinin Avrupa lisanları üzre dahi mahallinde iktisab-ı maarif ve malûmat eylemeleri murad-ı mekârim-i itibâr-ı şahaneleri bulunduğuna mebni...”7

Avrupa’nın tartışılmaz üstünlüğünü ifade etmeye çalışan bu kimselerin anlatımları incelendiğinde ilk göze çarpan husus biraz fazlaca kullanılan ‘ulûm ve fünûn’ sözleri olmaktadır. Üstelik bu kavramlar fazlaca işlenmekle kalmayıp üstünlüğün nedenlerinin belirtildiği alanlarda kullanılmaktadırlar. Kısacası, Osmanlı entellektüeli bu korkunç gelişmenin yaratıcısını keşfetmiştir. Bu da ulûm ve fünûn’dan başka bir şey değildir. Mustafa Sami Bey’in ifadesiyle ‘ulûm ve fünûn’ böyle bir üstünlüğün belirleyicisi olarak karşımıza çıkmaktadır:

“... ve zukûr ve inâs mecmu ’ Avrupa ahalisi okuyub yazmakdan haberdâr olarak bâtahsis Fransa’da her şahs ve bayağı bir hammal kendisüne aid bir mektubu olsun ketb ü kıraate muktedirdir. Velhasıl hüner ve ma’rifet hususunda AvrupalIların sây ü ikdamı bir hadd-i intihâya vâsıl ve talim ve teallûm maddesi bir derece kesb-i suhûlet eylemişdir ki... Avrupalular ulûm semeresiyle hıfz-i sıhhat ve def’-i illetlerine pek eshel tarikler bulmuş oldukları malûm oldu. Gelelim her bir insan hayatda oldukça en evvel lâzım olan taayyüş hususunda ilmin dahi ü menafi’ine... Gelelim bunların bu kadar aşina olmalarının sebeb-ü hadisine, çünki AvrupalIlar dünyada en büyük ar ve hacalet cehalet olduğuna hükm ve imza eylemiş olduklarından artık bu babda devlet ve millete kemâliyle takayyüd ve ihti-mâm ve bâlâda güzâr edildiği veçhile ümmî dilsizlere varonca müstakil mektebler ve her bir fiinûna lâyâd dershâneler inşasıyla herkes zükûr ve inâs evlâdlarını lâakal on sene mikdarı terbiyeye dikkat-i tam etmelerinden bir de ilm ziyadeleşdikce ilm-i cebrin dahi tezayidine vesili olarak vapur âlâtları icâd ve bu âlâtlar ile bir senede imâl olacak eşya bir günde inşâd ve sair bu misillû meselâ kimya fenninin tezayidiyle litografi hakk-ı fenni bulunarak bu vasıta ile bir kitab, kalem ile yazılacak müddetde iki bin cüz kitab tab’.olunub böyle böyle her dürlü suhûletler...”8 Pratik olarak gözlemlenmesi mümkün bir hale gelmiş olan bu olay, AvrupalIların ilerlemelerinin de tek nedeni olarak görülmektedir. Bu kez bu alanda önde gelen isimlerden Sadık Rıfat Paşa’nın ifadesiyle:

... Çünki bunların ulûm-i nakliyeden ma’ada ulûm-i akliyeden olan hikmet ve hey’et ve tababete ve musikiye ve ate-l-husus fünûn-i harbiye ve bahriye ve usûl-i politika-i düveliye ve maarif-i saireye itibarat-ı müfrite-si olduğundan ânların mahsus mektebleri olarak usûlü veçhile tahsil ederler ve bunlardan başka tabâyi-i eşyaya kesb-i vukûf etmek daha usûl-i mer’iyeden bulunduğundan bilcümle hayvanat ve ma’deniyat ve nebatatın keyfiyet ve te’sisatını dahi tecrübe ile herbiri fünûn-i mahsusa hükmünde olarak iktizasını tahsil eylerler... Ilm-i teşrihi dahi lâyıkıyla tecrübe ve ilmini tahsîl ederler, hasis ve nefis kâffe-i umuru fenn-i mahsus hükmüne koyub kitablar telif olunmuş olduğundan erbabı cümlesinin ilm ü amelisini kaidesince öğrenirler ve bu ikdamat cihetiyle o makûle ehl-i ulûm ve fünûn kesret üzre bulunub hele kendü lisanını okuyub yazmayan ve maslahat-ı zâtiyesini idare edecek kadar hesâb ve kitab bilmeyen zükûr ve inâs da yok hükmündedir...”9

Bu gelişmelerin bütün ve basit nedeni (bilim ve fünûn) kavramında özüm-senmektedir.”
Bu kanaatin Osmanlı aydınları üzerindeki en önemli etkisi düşünceleri içinde ‘bilim’ kavramının merkezî bir rol alması olmuştur. Bu tarihden itibaren ‘bilim’ kavramı, klâsik düşünce eserlerinde çeşitli şekillerde ‘din’ kavramının görmeye başladığı rolü üstlenmiştir. Artık herhangi bir konudaki iddialar sıralandıktan sonra Osmanlı aydınları klâsik yazarların yaptığı gibi10 birbirinin ardına dinî kanıtları sıralayarak bunların isbatını sağlamak yerine, bu konunun ‘bilim ve fünûn nokta-i nazarından’ nasıl çözümlenebileceğini anlatmaktadırlar. Artık, Osmanlı aydınlarının birinci problemi olan devletin kurtarılması, devletin ‘iyi’ yönetimi bile ilme dayalı bir konu olarak sunulmaktadır:

“... Ma’mûriyet-i mülk ve memleket kesret-i nüfûs ve ziraat ve san’at ve sermaye ve ticaret ve ahalice sây ü gayret ile hâsıl olur ise de bu dahi akl ve ilme menut ve muhtaç olmakla tahsîl-i malûmata ikdam etmelidir...”11

Meşrulaştırma işlevi dahil olmak üzere ‘bilim’ ve ‘akıl’dan aydınlar nezdin-de dinin oynadığı rolleri üstlenmesi çok önemli bir değişiklik olmakla birlikte ‘bilim’in burada aşkıncı (trancendant) bir yere oturtulduğu gözden kaçmamaktadır. Bu anlamı yanında ‘bilim’ Apter’ın Consummatory şeklinde tanımladığı bir değer ifade etmeye ve oldukça değişken bir görevi ifa etmeye başlamıştır.12 Bunun doğal sonucu olarak da ‘bilim’ yerini aldığı ‘din’ ile çatışan bir nitelik kazanmakta idi. Örneğin Sadık Rıfat Paşa taassubun zararlarını anlattıktan sonra bize ilmin faydalarını açıklamaktadır:

“Her ne kadar umur-u diniye ve mezhebiyede salâbet ve metanet tavr-ı memduh ise de taassub hal tahsin olunacak meslek değildir. Çünki, riya ve taassub sıfat-ı makbûleden olmadığından başka taassub zât ve maslahat ve meslek ve milletçe nice mazarrat ve dürlü dürlü haşaratlara sebeb ve badi olduğu bedihidir... İlim bilmek demek olduğundan her şeyin iyisini öğrenmek ve bilmek sıfat-ı insaniyece en makbûl hal [ve] imtiyaz olduğundan kişi bilmediği şeyi öğrenmeğe heves ve sây ü gayret etmelidir...”13
.....

* İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi

1 Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, no. E. 1518-1/XIX. y.y.
2 Çarpıcı olması bakımından aşağıdaki örnek seçilmiştir. Ancak, bu kanaat yani çok değişik bir yapı karşısında bulundukları fikri her alanda rahatlıkla gözlemlenebilir: "....Frenklerin büyük ziyafetlerine meduvv olan misafirinde karı galabalığı olduğu halde sofra başında kârıları oturub erkekleri orada ayak üzre durarak aç köpek kasab ciğerine bakar gibi karıların ellerine bakarlar eğer insaf edüb karılar ânlara bir lokma şey verirler ise alub yerler, vermezler ise aç gelüb aç giderler..." Sefaret-nâme-l Vâhtd Efendi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi (İÜK)- lbnülemin Mahmud Kemâl inal Yazmaları, T.3040/1, varak 7/II; 8/I.
3 Ebubekir Ratib Efendi’nin Sefaretnâmesidir, İÜK-Türkçe Yazmalar (TY), 6096, varak 22-23.
4 Avrupa Medeniyeti ve Ümranı Hakkında Risâle, İÜK-C.7, 6623, varak 3/II, 4/lt, 6/l-ll’den derlenmiştir.
5 Meclis-i Vâlâ Mütercimlerden Kadri, "Avrupa Kıtasının Mevki-i Coğrafisi ve Ahvâl-i Tarihiyesi-nê Dair Bâzı Malumât-ı Mücmeledir". Mecmua-i Fûnun, no.3 (Rebiy'ülevvel 1279), ş.111.

6 Bir Osmanlı Zabiti ile Bir Ecnabî Zabitanın Mükâmelesi, İÜK-TY, 3984, varak 22 v.d.
7 Hamdi, Beyân-ı Falde-l Cedide: Bera-yı Hall-ü Muâdelât-ı Âdide (Adediye?)-! Âliye Tercümesi, (1266), Atatürk Kütüphanesi, Muallim Cevdet Yazmaları, varak 1/1. •
8 Mustafa Sami, Avrupa Risâlesi (İstanbul, 1256), s.26, 35-6
9 Avrupa’nın Ahvâline Dair Risâle/ Asâr-ı Rıfat Paşa (İstanbul, 1275), s.10-11.
10 Güzel bir örnek için bkz. İslâh ve Esbâb-ı Beka-yı Devlete Dair Padişah’a Hitaben Yazılmış Risâle, İÜK-TY, D.2.798.

11 Zeyl-i Risâle-i Ahlâk/, Asâr-ı Rıfat Paşa (İstanbul, 1275), s.11.
12 David E.Apter, The Politics of Modernlzation, Chicago, 1967, s.84-87. Söz konusu kavramı daha iyi açıklayabilmek için şu örneği verebiliriz. Günümüzde sanayileşmeye çalışan toplumlar için bizzat “sanayileşme" ulaşılması gereken bir olaydır. Halbuki sanayileşme yapısı ortaya çıkmış olan toplumlarda böyle özel bir amacın tamamen dışında bir sosyal gelişme olmuştur.
13 Zeyl-I Risale-i Ahlâk, s.21-22.




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues